31 Ocak 2013 Perşembe

Erkeklerin cinsel ilişki süresince yaptıkları 5 hata

Cinsel hayatınızdan memnun değilseniz bunun nedeni yatağınızdaki erkek olabilir.

Sevgiliniz ya da eşiniz misyoner pozisyonundayken tek elle sütyeninizi açmayı öğrendi. Fakat kadınların cinsel birliktelik sırasında tatmin olmasını sağlamak bunlarla bitmiyor.

Kadınlar seksi sever. Bir çoğu tüm gün akşam geçireceği harika geceyi düşünür. İş yatağa gelince erkeklerinin onları anlamalarını ister. Bir çok kadın yatakta hala erkeğinden istekte bulunacak kadar özgüvene sahip değildir. Bu akşam eve gittiğinizde cinsel hayatınız hakkında konuşun. Sizi ve onu baştan çıkaran şeyleri ortaya çıkarmaya çalışın.

Unutmayın daha iyi bir cinsel hayata sahip olmak için karşınızdaki dinlemeniz onun ihtiyaçlarına önem vermeniz çok önemlidir.

Görevi başına değil! 
Kadınlar iş hayatında ve evde bir çok şeyi üstlenip, altından kalkarlar. Fakat iş yatağa geldiği zaman erkeklerin liderliğinden hoşlanırlar. Karşılarında, deyim yerindeyse adam gibi adam görmek isterler.   Bu noktada görev kadınlara düşüyor. Onun çekingen ve pasif tavrını yenmesi için onu yüreklendirmeniz gerekli.

Eski olana bağlanmayın!
Eşiniz bir süredir hep aynı adam. Cinsel hayatınızdan tatmin olmanız için sürekli farklı pozisyonlar denemelisiniz. Kadınlar karşısındaki erkeğin, onu cesaretlendirecek kadar farklı olmasını ve yeni şeyler denemesini ister. Bu akşam eve gittiğinizde eşinizi farklı bir yerde ilişkiye girmek için cesaretlendirin. İnanın bu hareketinizden sonra sizin yeniliklere ne kadar açık olduğunuzu anlayacak ve bundan sonraki yere sizi kendi elleriyle götürecek.

Sonuca odaklanıyor! 
Hayat bir yolculuk, bir hedef değil ve bu tamamiyle seks için de geçerli. Siz cinsel birliktelik sırasında kendi doruk noktanıza ulaşmaya çalışırken, bu eşiniz için çok eğlenceli olmayabilir. Sadece hedefe ulaşmak kadınlar için bir hayal kırıklığı yaratır. Cinsel ilişkiniz sırasında onu siz yönlendirin. Yavaşlatın. İsteklerinizi belli edin. Onun da bundan zevk almasını sağlayın. Daha iyi bir skor için sizin isteklerinizi dikkate alacaktır.

Yeterince seks yapmıyoruz! 
Erkeklere kalsa haftanın her akşamı cinsel birliktelik yaşanmalı. Fakat bir çoğu ekran karşısında maç izlerken uyuyup kalıyor. Tüm gece birlikte olmak için ısrar edemezsiniz. Bunun için akşam o eve gelmeden ona maçı unutturacak ya da sizinle birlikte olmayı iple çekeceği bir görünümle onu karşılayın. Unutmayın sadece o istediği zaman yatağa girmemelisiniz, sizin de istekleriniz önemli.

Keşke masaj yapsa! 
Eve giderken kokulu mumlardan ve sabunlardan alın. O gelmeden önce banyoyu romantik bir şekilde hazırlayın. O geldiğinde banyoda olun ve onu yanınıza çağırın çok yorgun olduğunuzu ve masaj yapmasını istediğinizi söyleyin. Birlikte banyo yapın. Devamı sizin ellerinizde. Böylece siz yorgun olduğunuzu söylediğinizde o bu ortamı kendi hazırlayacaktır.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Mutluluğun Anahtarı ...

Hayat şartları ağır, moraliniz bozuk ve yaşamınızda her şeyin çok kötü gittiğine inanıyorsunuz... Şimdi bunları düşünmekten vazgeçin! Sizin için hazırladığımızı birkaç küçük öneriyle, hayatınızı daha neşeli hale getirebilirsiniz.

Kendinizi şımartın 
Hafta içinde kendinize bir gün belirleyin. Bu, işleriniz en az yoğunlukta olduğu bir gün olabilir.  Çocuklarınız okuldayken veya bakıcı evdeyken, kendinize ait bir program yapın. Önce küveti doldurup içine rahatlatıcı losyon veya aroma yağları ilave edin. Ardından, vücudunuz tamamen dinlenene kadar küvette yatın. Hatta bunu yaparken müzik açın, yanınıza içecek ve bir de kitap alın. Bu şekilde hem vücudunuzu, hem de ruhunuzu dinlendirmiş olursunuz. Banyo keyfi bittikten ve iyice durulandıktan sonra vücudunuzun her bölgesini kremlemeyi ihmal etmeyin. Sonra da zamanınız doğrultusunda canınız en çok ne çekiyorsa, onu yapın!

Doya doya gülün
Gülmenin psikoloji üzerine terapi etkisi olduğunu biliyor musunuz? Eğer yanıtınız hayırsa, bunu bir yere not edin! Yapılan araştırmalara göre, gülme hem insanın kendini iyi hissetmesini sağlıyor, hem de sağlık üzerine olumlu etkiler yaratıyor. Bu nedenle, içinizden geldiği kadar gülün. Eğer bunu yapamıyorsanız, her fırsatta komik filmler izleyin, eğlenceli ortamlara katılın.

Hayatınızda değişiklikler yapın
Hayatınızı rutinlikten kurtarmanın en iyi yollarından biri, bazı radikal değişiklikler yapmaktır. İşe önce saç stilinizi değiştirmekle başlayabilirsiniz. Ardından kendinize değişik bir giyim tarzı oluşturun ve alışverişlerinizi bu doğrultuda yapın. Ayrıca, evinizde de yenilikler yapabilirsiniz. Örneğin, başka bir eve taşınabilir veya sadece dekorasyonu değiştirebilirsiniz.

Kendinizi ödüllendirin
Eğer tatlı yemeyi seviyorsanız, kendinizi arada bir çikolata, tatlı veya şekerlemelerle (mümkünse düşük kalorili) ödüllendirebilirsiniz. Ancak miktar konusunda dikkatli olun. Aksi halde sağlığınızı zorlayabilirsiniz. Eğer tatlı yemek yerine başka şeyler tercih ediyorsanız, onları tercih edin. Bunun da ne olduğuna kendiniz karar verin.

Spor yapın
Spor yapmak beden ve ruh sağlığı için gerekli. Bu şekilde hem zinde ve sağlıklı kalırsınız, hem de kendinizi moral olarak daha iyi hissedersiniz. Eğer spor salonuna gidemiyorsanız, evde egzersiz yapabilirsiniz. Kısacası, düzenli olarak her gün egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirin!

İnsanları mutlu edin
İnsanları mutlu etmek, kişinin kendisini de mutlu eder. Bunun için, ya çevrenizde tanıdığınız insanlara ya da tanımadığınız kişilere bazı iyilikler yapabilirsiniz. Örneğin, bir insanın ihtiyacını karşılamak, büyük bir mutluluk kaynağıdır. Üstelik, insanların küçük şeylerden de mutlu olabileceğini unutmayın.

Günü yaşayın
Genellikle çoğumuz hayatımızı önceden planlamayı tercih ediyoruz. Bu şekilde de bugünü yeterince farkına vararak yaşayamıyoruz. Bu nedenle hayatınızı arada bir plansız, anlık yaşayın. Göreceksiniz, bu size yaşamdan daha fazla tat almayı sağlayacak.

Soğuk havada yüzünüzü kurulamadan sokağa çıkmayın!

Hava sıcaklıklarının gün geçtikçe düşmesi soğuk havalara bağlı hastalıkları da beraberinde getiriyor.

Hava sıcaklıklarının gün geçtikçe düşmesi soğuk havalara bağlı hastalıkları da beraberinde getiriyor. Soğuk algınlığı, grip ve zatürreden korunmak için kaşkolumuzu sıkı sıkı sarıp, eldivenimizi dahi giyiyoruz ancak bazen yüzümüzü tam olarak kurulamadan ya da saçlarımız ıslakken, başımıza bir kapüşon geçirip sokağa çıkıyoruz. Oysa yüz felci en çok soğuk havayı seviyor ve kendisine dikkat etmeyenleri seçiyor.

Soğuk hava yüz felci riskini artırıyor
Yüz felci, ani başlayan yüzün bir tarafındaki kasların felci ile seyreden bir hastalıktır. Beyinden çıkan 7. sinirin fonksiyonunun bozulması ile ortaya çıkar. Hastalanan kişi, yüzün bir tarafında, kaş kaldırma, göz kapatma ve ağız büzme hareketlerini yapmakta zorlandığını veya yapamadığını fark eder. Görülme sıklığı, yaşa ve yaşanılan coğrafyaya göre değişmekle birlikte, yılda 100 bin kişide 15–35 kişidir. Genç ve orta yaşlı yetişkinlerde biraz daha sık görülür. Yüz felcinin vücutta sessiz duran herpes virüsünün tekrar aktif hale gelmesi ile oluştuğuna inanılır. Bu aktifleşme, sinirde enfeksiyon gelişimine, şişmeye, sıkışmaya ve nihayet fonksiyonunu yapamamaya neden olur.

Laboratuar ve klinik gözlemlerle, herpes virüsünü tekrar aktif hale getiren faktörler belirlenmiştir.

Bunlar:
Fiziksel durumlar: Radyasyon, travma, vücutta başka bir enfeksiyonun olması ve soğuk hava.
Psikolojik durumlar: Sosyal stresler.
Bağışıklığın etkilendiği durumlar: Kanser, yanık, AIDS, transplantasyon, kemoterapi.

Soğuk kış aylarında yüz felci, yaz aylarına göre daha sık görülmektedir. Soğuk havaya maruz kalma, yutaktaki yapıları etkileyip, herpes virusunun aktifleşmesine neden olabilir. Gündüz ve gece sıcaklığında büyük değişimler, açık alandaki soğuk havaya uzun süre maruz kalma veya sık sık aniden soğuk alana çıkma, soğuk havada açık pencereli bir arabada seyahat etme veya açık pencere önünde uyuma, yüzdeki damarlarda kasılmaya ve daralmaya neden olarak geçici olarak az kanlanmaya neden olabilir ve sonuçta sinir hücrelerinde herpes virusunun aktifleşmesine neden olabilir.

Kaşkol ile yüzünüzü koruyun
Yüz felcinden kısmen korunmak mümkündür. Yüzün ıslak ve nemli kalması soğuğun etkisinin artmasına neden olur. Bu nedenle yüzün ve saçların iyice kurutulması önemlidir. Evde, işyerinde ve nakil araçlarında hava akımı olabilecek yerlerde bulunmaktan kaçınılmalıdır. Aşırı soğuk havaya çıkmak veya o ortamda bulunmak gerekiyorsa, soğuğun etkisini azaltacak kaşkol kullanmak gibi önlemler alınmalıdır.

Yüz felci genellikle iyileşen bir rahatsızlıktır. İyileşme sürecini hızlandıran kortizon ve anti viral ilaçları erken dönemde kullanmaya başlamak gerekir. Hastalık oluştuktan sonra da soğuktan korunmak, yüzün ve saçların nemli kalmamasına dikkat etmek çok önemlidir.

Nöroloji Bölümü Uzm. Dr. Abdullah Özkardeş

'Reflekstir' Deyip Hafife Almayın!

Bebeklerde ani sıçramanın nedeni “epilepsi” olabilir! 

Epilepsi, en sık çocukluk çağında, özellikle de 0-1 yaş arasındaki bebeklik döneminde ortaya çıkıyor. Sanılanın aksine sadece vücutta kasılma ve çenenin kitlenmesi gibi büyük nöbetlerle değil, gözden kaçabilecek küçük nöbetlerle de gelişebiliyor. Örneğin, bebeklerde ani sıçrama epilepsinin işareti olabiliyor!

Halk arasında ‘sara’ olarak bilinen epilepsi; ateş ve kafa travması gibi herhangi bir tetikleyici faktör olmadan tekrarlayıcı bilinç kaybı ile bilinçte bozulmanın görüldüğü ataklarla gelişen bir hastalık. En sık çocukluk çağında, özellikle de 0-1 yaş arasında ortaya çıkıyor. Çocukluk çağındaki epilepsi tüm vücutta kasılma/atma, çenenin kitlenmesi ve ağızdan köpük gelmesi gibi belirtilerle seyreden büyük nöbetlerle gerçekleşebileceği gibi; tanınması zor ve kısa süren küçük nöbetlerle de ortaya çıkabiliyor.

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi’nden Nöroloji Uzmanı Dr. Uğur Işık, bebeklerde sadece kollar, bacaklar ve baş bölgesinde ortaya çıkan ani sıçramanın hafife alınmaması gerektiğine dikkat çekerek, “Klasik epilepsi belirtilerinin yanı sıra, bu tür kısa süren küçük nöbetlerin de asla atlanmaması gerekiyor. Çünkü bu küçük nöbetler anne babalar tarafından gözden kaçarsa sorun tedavi edilmediği için büyük nöbetlere dönüşebiliyor” diyor.

Hangi Nöbetler Gözden Kaçabiliyor?

• Ani Sıçrama ve Kapanma: Bebeklikte kümeler halinde gelen, kollar, bacaklar ile baş bölgesinde ani sıçrama ve kapanma ile gelişen nöbetler ortaya çıkabiliyor.
• Gözlerin Sabit Bir Yere Bakması: Çocuklarda kasılma, atma, gözlerin sabit bir yere bakması ve kusma ile gelişebiliyor. Vücudun tek tarafında kasılma veya vücudun tek tarafında anormal his ile de görülebiliyor.
• Dalma: Absans nöbetlerinde çocuk sadece 5-10 saniye boyunca dalıyor ve çevresine karşı duyarsız oluyor.
• Gece Uykudan Sık Uyanma: Frontal lob denilen (beynin ön bölgesi) bölgede gelişen nöbetlerde gece uykudan sık uyanma, kasılma ve anlamsız hareketler görülebiliyor. Bu durum çoğunlukla uyku bozukluğu ile karışıyor. Ayrıca çocuk anlamsız yere kendi çevresinde dönme veya koşma şeklinde hareketler sergileyebiliyor.
• Ani Baş Düşmeleri: Ani baş düşmeleri ve yere kapaklanma şeklinde nöbetler görülebiliyor.
• Sıçrama: Bazen sadece ani elektrik çarpması benzeri sıçramalar (myokonik nöbetler) ortaya çıkabiliyor.

Çocuğun Hayat Kalitesini Belirliyor

Bazı türlerinde nöbetler günde 50-60 kez tekrar ederken, bazılarında ise yılda sadece 1-2 kez ortaya çıkıyor. Epilepsiye neden olan durum hayat kalitesinde en önemli belirleyici faktör oluyor. Çünkü bu faktör hem çocuğun zeka düzeyini ve davranış sorunlarını hem de epilepsinin şiddetini beliyor. Nöbet sayısı ve nöbet kontrolü hayat kalitesini belirlemede önemli bir rol üstleniyor. İlaçlarla kontrol altına alınabilirse çoğu çocuk okul, spor ve hobiler gibi günlük yaşam aktivitelerine devam edebiliyor.

Bazı Türleri İlaçla Kontrol Altına Alınabiliyor

Hangi tedavinin uygulanacağında epilepsinin türü çok önem taşıyor. Çocukluk çağının iyi huylu genetik epilepsilerinin yüzde 80-90’ı ergenlikte düzeliyor. Bazen de epilepsiler ergenlik çağında başlıyor, bunların bir kısmı ömür boyu tedavi gerektiriyor. Epilepsilerin bir kısmı ilaç tedavisine çok iyi yanıt veriyor. En az 2 yıl, bazen de ergenlik çağına kadar ilaç kullanmak yeterli gelebiliyor. Ancak altta kafa travması veya menenjit gibi nörolojik bir sorun varsa tedavi edilmesi daha güç olabiliyor. Örneğin hastanın çok uzun yıllar ilaç kullanması gerekiyor.

Epilepsi Cerrahisinde Başarı Oranı Yüksek

Tüm epilepsilerin yüzde 20-30’unu dirençli epilepsiler oluşturuyor. Bu durumda ilaç dışında diğer tedavi seçenekleri gündeme geliyor. İlk yöntem de epilepsi cerrahisi oluyor. İyi seçilmiş hastalarda epilepsi cerrahisinin başarısı yüzde 80’lere ulaşıyor. Ancak ne yazık ki her dirençli epilepsisi olan çocuk ameliyat adayı olamıyor. Çocuğun epilepsi cerrahisi adayı olması için nöbetlerinin belli bir bölgeden kaynaklaması ve çıkarılacak bölgenin dil ve görme gibi önemli bir fonksiyonunun olmaması gerekiyor.

Beyne Takılan Pil Belirgin Düzelme sağlıyor

Çocuğun cerrahi yönteme uygun olmadığı durumlarda “vagus sinir stimülatörü” denilen beyin pili tedavisi düşünülebiliyor. Göğüs altına yerleştirilen pil, vagus sinirini belli aralıklarla uyarıyor ve bu nöbetlerde azalma sağlayabiliyor.  Beyin pili tedavisiyle nöbetlerin tamamen durması mümkün olmasa da iyi seçilen hastalarda belirgin düzelme sağlanabiliyor.  Diğer bir tedavi seçeneği de ketojenik diyet. Bazı tür epilepsilerde etkili olan bu diyet yağdan çok zengin beslenilmesi prensibine dayanıyor.

Nedenleri Neler?

• Kromozom anomalileri,
• Beyin oluşumundaki yapısal bozukluklar,
• Beynin oksijensiz kalması veya beyin kanamaları,
• Tümörler,
• Kafa travması,
• Menenjit gibi beyin enfeksiyonları epilepsiye sebep olabiliyor.

Çocuğunuz Atak Geçirdiğinde… 

• Nöbet sırasında çocuğunuzu sağ ya da sol tarafına doğru yatay pozisyonda yatırın.
• Başının altına bir yastık koyun, yakası sıkıysa gevşetin.
• Sallamayın, üstüne su dökmeyin, ağzına bir şey sokmaya çalışmayın.
• En yakın sağlık kuruluşuna götürün ya da çocuğunuzu izleyen doktoruyla iletişim kurun.

29 Ocak 2013 Salı

Sağlıklı saçlar için önemli ipuçları

Sağlıklı saçlara sahip olmak, kadın erkek herkes için çok önemli. Basit tüyolarla saçlara gerekli özen gösterildiğinde sağlıklı saçlara kavuşmak ise çok kolay!

Saçtaki kırılmalar, matlaşma ve pullanmalar, çevresel faktörlere, beslenme alışkanlıklarına ve yanlış uygulamalara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Gerekli özeni gösterirseniz sağlıklı saçlara kavuşmanız ise kısa sürede mümkündür.

Memorial Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Tuğba Türe, “Saç sağlığının korunması için yapılması gerekenler” hakkında bilgi verdi.

Sağlıklı beslenme, sağlıklı saçların altın kuralıdır
Öncelikle saçların kökünden beslendiği unutulmamalıdır. Dışarıdan uygulanan ürünler saçlara sağlık getirmez. Saçlar için gerekli olan vitamin ve mineraller ancak kan yolu ile saç köklerini besleyebilir.

Demir, çinko, vitamin B12, folik asit ve biotinden zengin beslenmek saç sağlığı için gereklidir. (Kırmızı et, yumurta beyazı, kurubaklagiller…)

Dengeli ve düzenli beslenmek, antioksidan yiyecekleri (sebze, meyve vb..) gerektiği kadar tüketmek, düzenli uyku ve stresten uzak durmak saç sağlığı için önemlidir. Dermatoloji uzmanına danışmadan saç sağlığı için önerilen ilaçların kullanılması doğru değildir.

Saç boyası ve jöle saçların zayıflamasına, kırılmasına ve matlaşmasına neden olabilir
Saç boyası, renk açıcılar, jöle, köpük, sprey gibi kozmetik ürünlerin bilinçsiz kullanımı saçlara zarar verebilir. Saç şekillendirici ürünler sık kullanımda ve saçtan temizlenmediğinde saçta kalıntı oluşturarak saç tellerinde zayıflama ve kırılmalara neden olabilir.

Hergün yıkamak saça zarar verir
Saçlar gün aşırı ve ılık su ile yıkanmalıdır. Ayrıca ikisi bir arada ürünler yerine şampuan ve saç kreminin ayrı ayrı uygulanması daha doğru olacaktır. Saç kreminin saç uçlarına sürülmesi yeterlidir.

Sıcak fön kullanmayın
Saçların kaba ve sert bir biçimde taranması saçları yıpratabilir. Eğer kuru ve zor taranan saçlara sahipseniz durulanmayan bakım ürünlerini kullanarak saçlarınızı koruyabilirsiniz. Ayrıca saçlar kurutulurken ve şekillendirirken çok sıcak uygulamalardan kaçınılmalıdır.

Saçınızı sıkı toplamayın
Özellikle alın bölgesinde bant şeklinde görülen saç dökülmelerinin en sık sebebi sıkı toplanmış saçlardır. Bu tarz uygulamalar, zaman içerisinde kıl köklerinin zarar görmesine ve saç kayıplarına neden olabilir.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Çocukları kötü alışkanlıklardan nasıl korumalı?

Çocukluk dönemlerinde çocuklar tarafından sıklıkla yapılan bazı kötü alışkanlıkların olduğunu belirten uzmanlar, anne babalara çocukları bu alışkanlıklardan korumak için çok fazla baskı yapmak yerine farklı yöntemler geliştirme tavsiyesinde bulunuyor.

İyi niyetli ve anlayışlı aileler bile toplumda “kötü alışkanlık” olarak algılanan bu davranışlar yüzünden sinirlenip, çocuklarını vazgeçirmek için onları azarlama veya cezalandırma yoluna giderler. Fakat bu davranışlar üzerine çok fazla odaklanmak ters tepip, sadece çocuğunuzu daha inatçı yapabilir. Daha da kötüsü, çocuğunuza bu konuda rahat vermemek ve ona sataşmak, onunla bu yüzden alay etmek, kendini cesareti kırılmış ve mutsuz hissetmesine neden olabilir.

Aslında bilinmesi gereken bu gibi çocukluk alışkanlıklarının genellikle zararsız olduğu ve özellikle üzerine düşülmediği takdirde çocukların kendiliğinden bu alışkanlıklardan vazgeçtiğidir. Eğer çocuğunuza yardımcı olmak istiyorsanız onu eleştirmek yerine evde ve okuldaki stres ve gerginliğinin olası nedenlerini araştırıp, ona kendini daha güvenli ve rahat hissedeceği bir ortam sağlamalısınız.

1. Burun karıştırma

Neredeyse bütün çocuklar ara sıra parmaklarını burunlarına sokup, içindekileri çıkartırlar ve çıkarttıklarını ya yerler ya da yakınlarında bulunan bir nesneye sürerler. Böyle bir davranışın toplum içinde yapılması kabul görmeyeceğinden ebeveynler de doğal olarak bu davranışa karşı kayıtsız kalmayıp hemen tepkilerini gösterirler. Bu alışkanlığın tam olarak önüne geçemeseniz de çocuğunuza (genellikle 4-5 yaşlarında) toplum içerisinde burnunu karıştırmaması gerektiğini ve burnunu kağıt mendile silmesinin doğru olduğunu öğretebilirsiniz.

Burun karıştırmanın neden olduğu sağlık sorunları

Burun karıştırmak önemsiz burun kanamalarına sebebiyet verebileceği gibi, solunum yolları virüsleri genellikle elden buruna geçtiği için soğuk algınlığı riskini yükseltir. Şayet çocuğunuz burnunu karıştırdıktan sonra gözünü ovuşturursa, mikropların göze geçerek konjüktivit ve bu gibi enfeksiyonlar oluşturmasına sebep olabilir. Çok sık burun karıştırmak, burunun içinde yara ve kabuklar oluşmasına sebep olabilir. Bu da çocuğunuzun burnunu karıştırma dürtüsünü arttırır.

Burun karıştırmaya karşı ne yapmamalı?

Çocuğunuzu burnunu karıştırırken gördüğünüzde, “iğrenç” ya da “pis” gibi kelimeler kullanmayın. Küçük çocuklar, onların davranışlarından ve bedensel hareketlerinden iğrendiğinize inanırlarsa, sizin kendisini reddettiğinizi düşünebilirler. Öte yandan özellikle okul öncesi çağındaki çocuklara gereğinden fazla tepki göstermek, onlara sizi sinirlendirebilmek için yeni bir ipucu verdiğinden, daha fazla burun karıştırmalarına neden olabilir.

Burun karıştırmaya karşı ne yapmalı?

Çocuğunuza toplum içerisinde burnunu karıştırmaması gerektiğini gerçekçi örnekler vererek öğretin. Ona kağıt mendil kullanmasını önerin ve sık sık ellerini yıkayın. Enfeksiyonları önlemek için de tırnaklarını sık sık kesin. Eğer bu alışkanlığı yüzünden burnunun içi çok fazla tahriş olmuşsa kabukların iyileşmesi ve yumuşaması için odasında nemlendirici cihaz ya da buhar makinası çalıştırabilirsiniz. Ayrıca her gün pamuklu bir çubukla burnun iç kısmına vazelin sürün. Çocuğunuz bu alışkanlığından vazgeçmeyi kendisi de istiyorsa parmağına bir bandaj sarmayı deneyebilirsiniz. Böylece parmağını burnuna sokmaması gerektiğini hatırlayacaktır.

2. Saç çekme

Saç çekme genellikle 5 yaşından küçük çocuklarda, bir yandan parmağını emerken bir yandan da saçlarıyla oynaması şeklinde ortaya çıkar. Büyük bir ihtimalle parmağını emmeyi bıraktığında, saçıyla oynamaktan da vazgeçecektir.

Saç çekmenin neden olduğu sağlık sorunları

Bazı durumlarda saç çekme alışkanlığı dikkat çekici derecede kel bölgelerin oluşmasına neden olabilir.

Saç çekmeye karşı ne yapmamalı?

Çocuğunuz saçıyla oynadığı için cezalandırmayın ya da bunu önlemek için saçlarını kısa kestirmeyin. Ona parmaksız eldivenler giydirerek davranışı önlemeye çalışmak, ya da ona oyuncak ve bu gibi rüşvetler vermek de işe yaramayacaktır.

Saç çekmeye karşı ne yapmalı?

Okul öncesi yaşlardaki çocukların saçlarıyla oynamalarını önlemenin en etkili yolu bu davranışı görmemezlikten gelmek ve eğer çocuğunuz vazgeçmeye niyetliyse genellikle bu davranışa eşlik eden parmak emme alışkanlığının üzerine eğilmektir. Eğer çocuğunuzun yaşı daha büyükse ve saçını çekme alışkanlığı varsa bir uzmana danışmak yaralı olacaktır. Bazen böyle yardımlar almak depresyon ve bu gibi hastalıkların başlangıcı olabilecek durumların ortaya çıkmasını sağlar.

3. Parmak emme

Bu alışkanlık bebeğin başparmağını keşfetmesi ve onu emmenin ne kadar zevkli olduğunu fark etmesiyle ortaya çıkar. Aslında parmak emme, bebeklerin ve çocukların yorgun, sıkkın veya endişeli olduklarında kendilerini rahatlatmalarına yardımcı olan zararsız bir davranıştır. Çocukların çoğu bu alışkanlıktan 3-4 yaşlarında vazgeçseler de, bazı çocuklar 5 yaşından sonra da devam edebilirler.

Parmak emmenin neden olduğu sağlık sorunları

Parmak emen çocuklarının bazen parmaklarında yaralar, nasır ve tırnaklarında enfeksiyon oluşabilir. Eğer çocuğunuz 6 yaşlarındaysa ve kalıcı dişleri çıktığı halde parmaklarını emmeye devam ediyorsa, dişleri tel takmayı gerektirecek şekilde yamuk ve yanlış çıkabilir.

Parmak emmeye karşı ne yapmamalı?

Parmak emmek o kadar normal ve zararsız bir davranıştır ki, 4 yaşından küçük bir çocukta bu davranışı durdurmak için hiçbir şey yapmaya gerek yoktur. Çocuğunuzun yaşı daha büyük olsa bile parmağını emmeye devam ettiği takdirde onu küçümsemek, azarlamak veya cezalandırmaktan kaçınmalısınız.

Parmak emmeye karşı ne yapmalı?

Okul öncesi yaştaki çocuğunuza güvenli bir ortam sağlamanın yanı sıra ona sıkılmadan yaratıcı oyunlar oynayabilmesi için fırsatlar yaratmalısınız. İki elini de kullanmasını gerektiren oyunlar da parmak emmeyi unutturmak için etkili yöntemlerdir.

Çocuğunuz 4 yaşından küçükse ve bu alışkanlığından kurtulmak istiyorsa, parmağına acı tadı olan ojeler sürmeyi, parmağını bandajlamayı veya parmağını emmediği zamanları yıldızlarla bir tablo üzerinde işaretleyerek onu motive etmeyi deneyebilirsiniz.

Çocuğunuz 6 yaşında büyükse dişlerdeki bozulmaları önlemek için diş doktorunuz parmak emmeyi güçleştirecek bir takım fiziksel engeller kullanmanızı tavsiye edebilir. Ancak uzun süreli parmak emme alışkanlığı duygusal stres ve güvensizliğe sebep olabileceğinden bu durumu çocuğunuzun doktoru ile paylaşmanız iyi olacaktır.

4. Mastürbasyon

Küçük çocukların cinsel hislerinin olmadığı gibi yanlış bir düşünceye sahip olan ebeveynler, çocuklarını cinsel organlarına dokunurken ya da okşarken gördüklerinde çok şaşırıp kaygılanabilirler. Oysa çocuklar daha bebekliklerinde cinsel organlarını da diğer organlarını öğrendikleri gibi dokunarak keşfederler ve bu organın mutluluk verici duyguların kaynağı olduğunu anlarlar. Duydukları hazzın masum tekrarları ise tamamıyla kendini keşfetmenin ve kendiyle oynamanın normal bir parçasıdır. Yine de birçok ebeveyn bu davranışı onaylamaz. Ancak ebeveynler çocuklarının cinsel keşiflerine aşırı tepki gösterirlerse, çocuklar kendilerinde yanlış bir şeyler olduğu sonucuna varabilirler.

Neredeyse bütün çocuklar, genellikle 4 yaşlarında ve ergenlik dönemlerinde olmak üzere, ara ara mastürbasyon yaparlar. Okul öncesi yaşlardaki çocuklar genital bölgelerini elleriyle uyararak, bacaklarının baldır kısımlarını birbirine sürterek ya da bir nesneye sürtünerek mastürbasyon yaparlar. Çocuk bunu yaparken çok meşgul görünebilir ya da kızarmış olabilir.

Kuşkusuz, birçok aile çocuğunu çoğunlukla penisiyle oynarken değil de, parmağını emerken görecektir. Fakat aynı burun karıştırmak gibi bu davranışın kontrol altına alınabilmesi için uygulanırken müdahale edilmesi gerekmektedir. Zaten çocuğunuz bu davranışın toplum içerisinde yapılmasının uygun olmadığını hissettiğinde, sadece yalnızken mastürbasyon yapacak ve dolayısıyla aileler de bu davranıştan daha az haberdar olacak ve daha az endişeleneceklerdir.

Mastürbasyonun neden olduğu sağlık sorunları

Birçok söylentinin aksine mastürbasyon yapmanın sağlık açısından hiçbir riski yoktur. En büyük tehlike ebeveynlerin bu durum karşısında gösterecekleri tepkinin altında yatmaktadır. Çocuklar ailelerin kötü ve aşırı tepkileri nedeniyle vücutlarını keşfetmek ve sevmekten dolayı kendilerini suçlu hissedebilir ve bu davranışlarının ahlaksızlık olduğunu düşünerek duygusal zarar görebilirler.

Mastürbasyona karşı ne yapmamalı?

Ne kadar şaşırmış olursanız olun, çocuğunuza mastürbasyon yaparken rastladığınızda kesinlikle olumsuz tepkiler vermemeye ve yargılayıcı yorumlarda bulunmamaya çalışın. Böyle bir tepki sadece çocuğunuzun mahcup olmasına yol açar. Diğer davranışlar gibi bu davranışa da aşırı tepki göstermeniz halinde onu daha fazla mastürbasyon yapmaya itmiş olur ve bu yüzden de suçlu olduğunu düşünerek kendisine olan saygısını kaybetmesine neden olursunuz.

Mastürbasyona karşı ne yapmalı?

Çocuğunuza vücudunun bölümlerini öğretirken genital bölgelerin gerçek isimlerini kullanın. Okul öncesi yaşlardaki çocuğunuzu mastürbasyon yaparken gördüğünüzde dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışın. Anlayabilecek yaşlara yani 4-5 yaşlarına geldiğinde genital bölgelere dokunmanın toplum içinde yapmadığımız bir davranış olduğunu anlatın.

Eğer çocuğunuzun bakımıyla sizden başka bir kişi de ilgileniyorsa, o kişinin de sizinle aynı yaklaşım içinde olması gerekir. Aksi takdirde sizin bütün çabalarınız ve soğukkanlılığınıza rağmen diğerlerinin verdiği olumsuz tepkiler çocuğunuzun yine kendini suçlu hissetmesine ve kafasının karışmasına neden olabilir.

Öte yandan çocuğunuz kendini mastürbasyon yapmaktan alıkoyamıyorsa, yapmamasını söylediğiniz halde bu davranışı toplum içerisinde de tekrarlıyor ya da başkalarını da buna zorluyorsa doktoruna başvurmalısınız. Zira böyle bir davranış çocuğunuzun cinsel tacize uğradığının bir göstergesi olabilir.

5. Tırnak yemek

Bu alışkanlığın 3 yaşından itibaren başladığı görülmekle beraber çocukların çoğu 10-18 yaşları arasında tırnaklarını yerler. Tırnak yeme alışkanlığı 10 yaşından itibaren erkek çocuklarda kızlara oranla daha fazla görülür.

Çocuklar tırnaklarını genellikle gergin ve sıkkın olduklarında veya televizyon seyretmek ya da ödev yapmak gibi aktivitelere konsantre olduklarında yerler. Tırnak kırıldığında da bilinçaltından gelen pürüzleri düzeltme isteğiyle tırnaklarını daha sık yemeğe başlarlar. Kuru ve çatlamış ellerde çocukları tırnak yemeye kışkırtan sebeplerdendir. Kurumuş ellerde tırnak etrafındaki ölü deri pürüzlü bir hale gelir ve çocuğu bu derileri çiğneyerek pürüzsüz bir yüzey yaratmaya teşvik eder.

Tırnak yemenin neden olduğu sağlık sorunları

Tırnak yemek, tırnak etrafındaki derininin iltihaplanmasına bu da kanama ve enfeksiyona neden olabilir. Bu alışkanlık aynı zamanda özellikle kesici olan ön dişlerin kenarlarında kırılma ve çatlamalara da neden olabilir.

Tırnak yemeye karşı ne yapmamalı?

Diğer durumlarda olduğu gibi bu davranışın da üzerinde fazla durmamak ve özellikle çocuğa tırnaklarının çirkin olduğunu söylememek gerekir. Çünkü böyle söyleyerek çocuğunuzun sürekli olarak tırnağının şeklini düşünmesini ve düzeltmek için daha fazla yemesini sağlarsınız.

Tırnak yemeye karşı ne yapmalı?

Çocuğunuza günlük tırnak bakımı yapmaya başlayın. Tırnaklarının kurumasını önlemek için bir nemlendirici ve kuvvetlendirmek için bir tırnak sertleştirici kullanın. Tırnakların kenarlarını ve şeytan tırnaklarını bir törpüyle düzeltin. Günde birkaç defa el losyonu sürün. Eğer bir kızınız varsa tırnaklarının daha kuvvetli olması için şeffaf renkli bir parlatıcı da sürebilirsiniz.

6. Dudak yalama ya da çiğneme

Dudakları ısırma ya da yalama alışkanlığını çocuğunuz dudakları fazlasıyla kuruduğunda onları hafifçe çiğneyerek ve ısırarak, pürüzlü deriyi kopartmaya ve dudağı nemlendirmeye çalışırken edinir. Çocuğunuz gergin, yorgun ve sıkılmış olduğu durumlarda bu davranış artar ve dudaklar ne kadar çok yalanıp ısırılırsa o kadar pürüzlenecekleri için çocuğunuzda da onları ısırıp pürüzsüz bir hale getirebilmek için karşı konulmaz bir istek oluşacaktır.

Dudak yalama ya da çiğnemenin neden olduğu sağlık sorunları

Bu alışkanlık kronikleşirse dudak ve ağız çevresindeki derinin tahriş olmasına ve enfeksiyonlara karşı daha savunmasız hale gelmesine neden olur. Bu da rahatsızlık ve acı veren bir durumdur. Genellikle ağız kenarlarındaki deri kızarır ve tahriş olur.

Dudak yalama ya da çiğnemeye karşı ne yapmamalı?

Dudaklarının çevresinde oluşan kırmızılıktan hiç söz etmeyin.

Dudak yalama ya da çiğnemeye karşı ne yapmalı?

Çocuğunuza bir dudak nemlendiricisi verin ve bunu gün boyunca kullanmasını sağlayın. Çocuğunuz okul öncesi yaşlardaysa bunu muhtemelen siz yapmak durumunda kalacaksınız. Bu şekilde kurumuş, çatlamış ve pürüzlenmiş dudak ve çevresinin düzelmesini ve çocuğunuzun bu alışkanlıktan vazgeçmesini sağlayabilirsiniz. Çatlakların tekrar açılmasını önlemek için nemlendiriciyi dudak çevresine ovarak sürmek yerine, aşağı yukarı ufak darbelerle sürün. Yatma vakti geldiğinde ise iyileşmeyi hızlandırmak için çocuğunuzun dudaklarına ve dudak çevresine lanolin uygulayın.

7. Diş gıcırdatma

Çocukların ve ergenlerin %15’inde uyurken diş gıcırdatma alışkanlığı olduğu görülmektedir. Bu davranışın kesin sebebi bilinmemekle beraber bir teoriye göre korku ve endişenin sebep olduğu sinirsel bir davranıştır. Genel olarak, çocuklar kalıcı dişlerinin tamamı gelinceye kadar diş gıcırdatmaya devam ederler ancak yetişkinlik döneminde bile bu davranıştan vazgeçemeyenler vardır.

Diş gıcırdatmanın neden olduğu sağlık sorunları

Bir çocuk gece boyunca dişlerini gıcırdatıyorsa bu, çenesini, gece boyunca, uyanıkken bilinçli olarak yapabileceğinden çok daha kuvvetli olarak sıktığını gösterir. Bunun sık sık tekrarlanması ise çene ağrıları, aşınmış, yıpranmış, ayrık dişler ve baş ağrılarına neden olabilir.

Diş gıcırdatmaya karşı ne yapmamalı?

Çocuğunuzu dişlerini gıcırdattığı için eleştirmeyin çünkü o büyük bir ihtimalle dişlerini gıcırdattığının farkında bile değildir. Ayrıca diş gıcırdatmasını engellemek için onu uykusundan uyandırmak da doğru bir davranış olmaz.

Diş gıcırdatmaya karşı ne yapmalı?

Diş kontrollerini aksatmayarak çocuğunuzun diş sağlığını düzenli takip etmeye dikkat edin.

Siz de çocuğunuzda bu problemlerden herhangi biriyle karşılaşıyorsanız ilk olarak onu rahatlatmak, hayatındaki stresi azaltmak için yollar arayın. Endişeli göründüğü zamanlarda ona destek olup derdini anlamaya çalışın. Eğer çocuğunuz sizi memnun etmek için sürekli bir çaba içindeyse, beklentilerinizin onun endişelerinin kaynağı olmamasına dikkat edin ve özellikle yatmadan önce mümkün olduğunca rahatlamış olmasını sağlayın.

Hanımlara şık görünme tüyoları

Kadınlar, kıyafet seçimi yaparken genellikle şık görünme kaygısı içine girerler. Oysa rahatlık ve kendine güven hissi de şık görünmek kadar önemlidir. İşte size hem harika görünmenizi sağlayacak hem de performansınızı ve kendinize güveninizi artıracak öneriler…

Teknolojik kumaşları tercih edin
Şaşırtıcı bir gerçek ama spor salonlarında görülen en yaygın kıyafet kombinasyonu hâlâ sıradan bir penye tişört ve tayt… Oysa günümüzde kumaş teknolojisindeki yenilikler sayesinde performansı artıran, yapılan sporu kolaylaştıran birçok farklı özellikte giysi üretiliyor. Ancak beyinlerde hâlâ “sentetik” giysilere karşı bir önyargı var. Aslında bu son teknoloji ürünü kumaşlar hem daha fazla nefes alma özelliğine sahip, çok daha rahat ve spor yaparken diğer doğal kumaşların aksine şekillerini koruyabiliyorlar. Pamuklu kumaşlar ise hem teri gösteriyor hem de kurumaları zor olduğundan ıslak kalarak ciltte sürtünme sonucunda bazı rahatsızlıklara neden olabiliyorlar. Spor yaparken giyeceğiniz giysileri seçerken nefes alabilme özelliği olan sentetik ürünleri tercih edebilirsiniz.

İç çamaşırı seçimini doğru yapın
Sporcu sutyenleri, sıradan sutyenlerin aksine egzersiz sırasında göğüslere ekstra destek vermek ve rahat bir şekilde hareket edebilmeyi sağlamak için özel olarak dizayn ediliyor. Yanlış sutyen seçimi göğüslerde sarkmaya ve sırt ağrılarına neden olabiliyor. Öte yandan herhangi bir spor sutyeni 6 aylık düzenli bir kullanımdan sonra elastikiyetini kaybetmeye başlıyor. Ancak birçok kadın bu sutyenleri uzun yıllar boyunca kullanma yolunu seçiyor. Oysa yıkama ve kullanmanın etkisiyle özelliklerini yitiren sutyenler göğüsleri yeterince desteklemiyor. Ayrıca sutyen seçerken yapılan sporun ağırlık derecesini de göz önünde bulundurmalı. Örneğin koşu, basketbol, voleybol, binicilik gibi sporlar için yüksek korumalı sporcu sutyenleri kullanmak seçmek gerekiyor.

Kıyafetlerinizi alırken test edin
Spor yaparken eğilirsiniz, zıplarsınız, çömelirsiniz… O yüzden kıyafet seçiminde biraz tedbirli olmakta yarar var. Harika bir vücudunuz bile olsa spor salonlarında abartılı dekolte kıyafetler giymekten kaçının ve hareket ederken üstünüzdekilerin nasıl göründüğünü önceden test edin. Egzersize başlamadan önce soyunma odasındaki aynanın önünde birkaç esneme hareketi yaparak göbeğinizin, kalçanızın, göğüslerinizin nasıl göründüğünü kontrol edin. Böylece “Aman bir yerim açıldı mı, göründü mü?” kaygılarından uzak egzersizinizi rahatça yapabilirsiniz.

Taytların ağ kısmına dikkat edin
Eğer dar bir eşofman altı ya da tayt giyiyorsanız bel ile pantolon ağı arasının yeterli uzunlukta olup olmadığını kontrol edin. Çünkü taytınızı yukarı doğru gereğinden fazla çekiştirirseniz ağ kısmında istenmeyen bir görüntüye neden olabilirsiniz. Böylesine bir frikikten kaçınmak için bu tip ürünler alırken her zaman bel kısmının nerede durması gerektiğini satıcıya sorun.

Spor güneş gözlüğü alın
Eğer sıklıkla açık havada spor yapıyorsanız bir çift spor güneş gözlüğüne yatırım yapmanızda yarar var. Çünkü sıradan gözlüklerin aksine bu gözlükler son derece hafif, hareket ettiğinizde kaymıyor ve bir darbeyle karşılaştıklarında kırılarak tehlikeye yol açmıyor.

G-stringden uzak durun
İncecik bir ip parçasının normal günlerde kullanımının bile ne kadar sağlıklı olduğu tartışılırken, onu egzersiz sırasında kullanmak pek de doğru bir yaklaşım olmasa gerek. G-string iç çamaşırları egzersiz sırasında teri emmiyor ve tahrişe neden oluyor, bakterilerin dolaşımını kolaylaştırarak sistit gibi rahatsızlıklara neden oluyor. Bir de herkesin bildiği üzere pantolondan dışarı çıkarak nahoş bir görüntüye neden olmak gibi bir alışkanlıkları var! Bunun yerine, izsiz, nefes alan ve teri emen bir iç çamaşırı kullanın.

Ayakkabı alışverişine çıkın
Dansa gittiğiniz ayakkabılarla aynı zamanda koşuyor, incecik tabanlı babetlerinizle uzun yürüyüşlere mi çıkıyorsunuz? Ayaklarınızı yaptığınız spora uygun bir ayakkabı ile desteklemezseniz ayak sağlığınıza zarar verir ve kalça-diz eklemlerinde problemlere yol açarsınız.

Sertleşme sorunundan korkmayın

Sertleşme sorunu yaşayan hastaların tedavisi var. İlaç ve protez uygulayarak tedavi edilebiliyor.

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Faruk Usta, sertleşme sorunu nedeniyle cinsel yaşamları son bulan erkeklerin artık bahaneleri nin kalmadığını belirterek, 'Sertleşme sorununuz var ise mutlaka tedavi ediyoruz' dedi.

Prof. Dr. Mustafa Faruk Usta, sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin yüzde 86’sının bunu kimseyle konuşmadığını, yüzde 77’sinin ise tedavi için hiçbir şey yapmayıp kaderine razı olduğunu söyledi. Prof. Dr. Usta, "Günümüzde sertleşme sorunu sık rastlanan bir hastalık. 40 yaş üzeri erkeklerin yüzde 52’si belirli bir derecede sertleşme sorunu yaşamaktadır" dedi. Erkeklerin cinsel fonksiyon bozukluklarının ikiye ayrıldığını söyleyen Prof. Dr. Usta, "Yaşları 40 ile 70 yaş arasındaki erkeklerin 69.2’si erken boşalma ve sertleşme sorunu yaşamaktadır. Sertleşme sorunu yaşayan hastaların tedavisi var. İlaç ve protez uygulayarak tedavi edilen hastalar, mutlu bir şekilde yaşamlarını sürdürüyor" diye konuştu.

3 TEDAVİ YÖNTEMİ

Sertleşme sorununun nedeninin ortaya çıkartılmasının ardından mutlak tedavi edilebildiğini belirten Prof. Dr. Usta şunları söyledi:

"Ağızdan alınan ilaç, penisin içine enjeksiyon tedavisi, ya da penis protezleri hastaların imdadına yetişiyor. Ağızdan alınan ilaçlarla başarı oranı yüzde 50- 70 arasında değişiyor. Enjeksiyon uygulamasında zorluklar olmasına karşın başarı oranı yüzde 50. Penis protezinde ise başarı oranı yüzde 100. Bu yöntemle hastanın cinsel organı ve yumurtalıklarına cerrahi müdahale ile protez yerleştiriliyor. Böylece hastaya mutlu bir yaşam imkanı sunuluyor."

'PROTEZ HER YAŞA TAKILABİLİYOR'

Penis protezinin, gerekli ve uygun durumda her yaştaki hastaya takılabildiğini kaydeden Prof. Dr. Mustafa Usta, "Genel durumu seks için uygun olan her hastaya protez ameliyatı yapılmasında sakınca yok. Hiçbir parçası dışarıdan görülmez ve tamamı vücut içindedir. 24 saat içinde işlem biter. Hasta evine döner. Ömür boyu kullanılır. Hasta orgazm olabilir. Meni boşalması olur" dedi.

DOKTORLAR NEDEN İNTİHAR EDİYOR?

Son günlerde sıkça duyulur hale gelen doktor intiharlarının nedenlerini alanında uzmanlara soruduk, çözüm önerlerini araştırdık.

İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde geçici görevle çalışan asistan hekim, 6. kattan atlayarak intihar etti. Ardından Karabük'te, 25 yaşındaki genç doktor bir binanın üçüncü katından atlayarak intihara kalkıştı, ağır yaralanan doktor tedavi altına alındı. Peki doktorlar neden intihar teşebbüsünde bulunuyor? Doktorlar hastalarını tedavi ederken neden kendileri hayattan ümitlerini keser hale geldiler? Çözüm nedir? Neler yapılmalı?

DSA olarak görüşünü aldığımız doktorların bu durumdan ne kadar tedirgin olduğunu gördük. İsmini vermeden görüşünü iletenler; mesleğinden, eşinden, çocuklarından, sağlığından beklenti kalmamışsa intihar duygusu belirti vermeye başladığını söylüyorlar. Konu hakkında uzmanlardan farklı çözüm önerileri dile getirildi.


“Neticede Bir Can Kurtarmak için Saniyelerle Mücadele Eden Sağlık Çalışanlarıyla Halkımız Arasında Sağlıklı ve Sürdürülebilir Bir İlişki Kurulmalı”
AK Parti İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Türkan Dağoğlu konuyla ilgili şunları söyledi: “Sağlıkta Dönüşüm Programı sayesinde halkımızın sağlık hizmetlerine erişiminde çok büyük olanaklar sağlandı ve sağlık sistemine tamamen demokratik ve halkın yararını gözeten bir mekanizma kazandırıldı. Ancak bu olumlu seyir karşısında halkımızın da saygılı yaklaşması ve gece gündüz hayat kurtarmak için didinen sağlık çalışanlarıyla empati kurması gerekiyor. Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı’nın kurduğu SABİM gibi önemli iletişim araçları da sorumluluk dahilinde kullanılmalı, kıymetleri bilinmelidir. Neticede bir can kurtarmak için saniyelerle mücadele eden sağlık çalışanlarıyla halkımız arasında sağlıklı ve sürdürülebilir bir ilişki kurmanın yolu bu tür bir titizlikten ve kıymetbilirlikten geçmektedir.

“Hasta Hakları Birimleri Yerine Hasta İletişim Merkezleri Kurulmalı”

Sağlık çalışanlarına fiziksel veya psikolojik şiddete dair Bakanlığın oluşturduğu kırmızı şiddet hattı, bu anlamda önemli bir destek mekanizması oluşturmuş, devletimizin sağlık çalışanının ruhsal ve bedensel bütünlüğüne verdiği önemi göstermiştir. Öte yandan, Sağlık-Sen'in geçtiğimiz aylarda önerdiği üzere hastanelerdeki hasta hakları birimleri yerine hasta iletişim merkezleri kurularak; hasta-çalışan arasındaki ciddi iletişim sorunlarının önüne geçilmesi mümkün olabilir. Emeğe saygı ve şiddete sıfır tolerans ilkesini benimsemiş olan hükümetimize bu süreçte tüm ilgili meslek örgütlerinin, hasta ve hasta yakınlarına ait Sivil toplum kuruluşların ve medyanın desteği gerekiyor. Sağlık çalışanları intihara sürükleyen hizmet sunum süreci ve iletişim kopukluklarının tüm nedenleri incelenmelidir. Bu konuda toplumu bilinçlendirici sempozyumlar da yararlı olacaktır.”


“Tüm Dünyada Acil Çalışanlarının Farklı Özlük Hakları Vardır”
Acil Tıp Uzmanları Derneği (ATUDER) Başkanı Prof. Dr. Başar Cander; “Sağlık hizmeti kutsal bir hizmet olmakla birlikte zor durumda olan insanlarla doğrudan temas ortamında verildiği için stres ve risk katsayısı en zor olan hizmetlerdendir. Bu durum özellikle acil servislerde ve acil durumlarda daha çok kendini göstermektedir. Bütün dünyada acil hizmetler kendine özgü zor koşullar içermekle birlikte ülkemizde bu durum çok daha vahimdir. İnanılmaz sayıda acil hasta başvurusu vardır.
Özlük hakları riskle orantılı olarak iyileştirilmemektedir. Tüm dünyada acil çalışanlarının farklı özlük hakları vardır. Acil servis çalışanlarına farklı baskılar mevcuttur. Sağlık Bakanlığı ve Üniversiteler Acil sağlık hizmeti üretenlere gerekli hassasiyeti göstermediği gibi çalışma şartlarını sürekli zorlaştırmaktadır. Yanlış politikalarla sağlık çalışanları potansiyel suçluymuş gibi bir algı oluşturulmaktadır.

“Çok Ağır Şartlarda Hizmet Verirken Bir de Her Seferinde Suçluymuş gibi Belli Belirsiz İnsanların Ne Amaçla Yaptıkları Bilinmeyen Şikayetleriyle Uğraşmak”
En gelişmiş ülkelerde bile “Burn out” dediğimiz Tükenmişlik sendromu Özellikle acil çalışanları başta olmak üzere sağlık çalışanlarında daha fazla görülmektedir.Bu Burn out (tükenmişlik sendromu) çalışma koşullarıyla ilgili ve maalesef ülkemizde özellikle acil çalışanlar başta olmak üzere bu hizmeti üreten herkesin bu sendroma girmesi için adeta her türlü ortam sağlanmaktadır. Bu durum çalışanların psikolojisini son derece etkilemekte, şartların düzelmeyeceğine dair oluşan algıdan dolayı eklenen umutsuzlukta intiharlara sürüklemektedir. Çok ağır şartlarda hizmet verirken bir de her seferinde suçluymuş gibi belli belirsiz insanların ne amaçla yaptıkları bilinmeyen şikayetleriyle uğraşmak en önemli faktör olarak göze çarpmaktadır.”


“Tükenmişlik Sendromunu Kaldıramayan Bazı Meslektaşlarımız Çıkışı İntiharda Gördüler”
Ankara Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Hamit Hancı ise; “Hekimlerin üzerindeki yük son zamanlarda çok arttı. Beklentiler yükseldi. Buna karşın yaşam kalitelerinin artışını sağlayacak özlük ve sosyal haklarında bir gelişme olmadı.  Çalıştıkları yerlerden ve toplumdan yeterli desteği bulamadılar. Bu da hekimlerde tükenmişlik sendromu denilen durumun artışına yol açtı. Bunu kaldıramayan bazı meslektaşlarımız çıkışı intiharda gördüler.”



“Ülkemizde Hekimlerin ya da Sağlık Çalışanlarının Diğer Meslek Gruplarına göre Daha Fazla İntihar Ettiğine Dair Bir Veri Bulunmuyor”
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Mustafa N. İlhan; “Sağlık çalışanları topluma kesintisiz, yoğunluğu değişken biçimde yüz yüze hizmet veren bir meslek grubudur. Hekimden, hemşireye, sağlık teknisyenine, eczacıya çok farklı meslek grupları ile hem çok çeşitlilikte, hem de çok farklı düzeylerde görev yapan sağlık çalışanları ürettikleri hizmet doğrudan insana dair olduğundan,  gerek kişisel, gerek organizasyonel etmenler nedeni ile yabancılaşmaya daha çok uğramaktadır. Yabancılaşma olgusu farklı biçimlerin yanı sıra sağlık çalışanlarında tükenmişlik olarak da kendisini gösterebilmektedir. Duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarı eksikliği unsurlarından oluşan tükenmişlik sendromu ise topluma yüz yüze hizmet veren hekim, öğretmen gibi meslek gruplarında yoğunlaşmaktadır. Tükenmişlik sendromunu yaşayan kişiler ise elbette kişisel etmenlerin de etkisi ile bazen intiharı bir çıkış yolu olarak görebilmektedir. Ülkemizde hekimlerin ya da sağlık çalışanlarının diğer meslek gruplarına göre daha fazla intihar ettiğine dair bir veri bulunmamakla birlikte, son dönemlerde medyada yer alan kayıpların  nedenlerinin araştırılması ve koruyucu-önleyici yaklaşımların geliştirilmesi uygun bir yaklaşım olacaktır.”

“En Yüksek İntihar Oranı Psikiyatri Uzmanlarındadır”
Üsküdar Üniversitesi Psikiyatrist Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Alper Evrensel ;”Terzi kendi söküğünü dikemez derler. En yüksek intihar oranı psikiyatri uzmanlarındadır. Her insan gibi doktorlar da, psikiyatristler de depresyona girebilir. Ancak hastalarında bu tanıyı kolaylıkla tespit edip tedavi ile sorunu çözebilirlerken kendileri için körleşebilirler. Kendilerindeki gidişatın farkında olamayabilirler. Buna içgörü kaybı denir. Zaten depresyon sinsi bir hastalıktır. Pekiyi depresyona girmelerine ne sebep olabilir? Ağır eğitim ve çalışma koşulları. Yoğun mesai nedeniyle kendisini sosyal ya da ailevi bir grubun içinde güvende hissedememeleri. Hasta şikayetleri ve bir takım hukuki baskılar. Çalıştığı kuruma aidiyet hissedememe. Alınan eğitim ve sorumlulukla orantılı olmayan gelir düzeyi ve maddi sorunlar.

“Hekimlerin İntiharlarının Önlenebilmesi için En Önemli Faktör Hekimlerin Sıkı Arkadaşlık İlişkileri İçinde Olmasıdır”
Hekimlerin intiharlarının önlenebilmesi için en önemli faktör hekimlerin sıkı arkadaşlık ilişkileri içinde olmasıdır. Bir hekim kendisine tanı koyamayabilir ancak yakın hekim arkadaşı olumsuz gidişi görebilir ve gerekli tedbir alınabilir. Zira intihar “geliyorum” der. Sinyaller algılanabilirse önlenebilir.”

“İntihar Etmeye Çalışan Kişi: Maddi ve Manevi Bütün Kaynaklarını Tükettiğinden, Yaşama Bağlayan Hiç Bir Faktör Kalmadığını Düşünüyor ”
Fatih Üniversitesi Psikoloji Bilim Dalı Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nalan Linda Fraim; “İntihar vakalarını ele alırken lineer bir perspektiften yola çıkmak hata olur. Temelde ciddi bir patoloji veya fizyolojik hastalık söz konusu değil ise, intihar etmeye çalışan kişi maddi ve manevi bütün kaynaklarını tükettiğinden ve artık onu yaşama bağlayan hiç bir faktör kalmadığından dolayı en nihayetinde yaşadığı maddi ve manevi acılara son vermek adına intihar eder. İntihara teşebbüs eden insanlar, eğer ki bu intihar teşebbüsünü ilgi için yapmıyorsa, intiharı gerçekleştirinceye yöntemini değiştirerek ardışık denemeler yapar - dahası istatistikler bunu gösteriyor.

“Neden-Sonuç İlişkisini Yüzeysel Olarak Kurarız”
Başarısız bir intihar girişimi olan asistan hekimi, burada bu teşebbüsün altında yatan sebepleri incelememiz gerekiyor. Lineer bir yaklaşımla bu hekimin intiharına bakarsak tek düze, muhtemelen kişilik bozukluğu veya depresyon teşhisi konularak çeşitli ilaçlar yazılıp psikoterapi desteği almadan ilaçlarla yaşamayı öğrenmesini isteyebiliriz ve ikinci teşebbüsünü gerçekleştirmesini bekleriz. Neden-sonuç ilişkisini yüzeysel olarak kurarız. Ancak bu lineer yaklaşım bizi çok fazlasıyla zorlar ve adam akıllı bir vaka formülasyonu yapmamıza engel olacağı gibi yanlış teşhis, yanlış yaklaşım ve yanlış olan her şeyi yapmamıza sebebiyet verecek. Dolayısıyla asla lineer bir pencereden bakamayız! Biyopsikososyal bir perspektiften bakmak çok daha mantıklıdır. Yani daha geniş bir perspektifle baktığımız zaman daha fazla faktörü "neden" denklemine yerleştirme şansımız olur. İşyerindeki sıkıntılar, ailevi problemler, kişisel sorunlar, ilişki problemleri, finansal sıkıntılar, örtüşmeyen beklentiler, kaldıramayacağından fazla strese maruz kalmak gibi bu liste uzayıp gider.

“Özellikle Asistan Hekimden Beklenilenler Çok Fazla”
Hekimlerimizin çalışma şartlarını göz önünde bulundurduğumuz zaman yükleri oldukça ağır. Özellikle asistan hekimden beklenilenler, performans kriterleri, uzun çalışma saatleri, yapılan işin yaratmış olduğu stres ve yük, ailevi baskı ve beklentiler, kendini ispatlama ihtiyacı, ülkemizin şartlarında çalışıp yaşamını idame ettirmeye çalışmak, kariyer çekişmesi, iş yerindeki mobbing olayları ve dönen küçük hesaplar, yaşanmış olan romantik ilişkiler ve işyerinde daha nice potansiyel sorun. Tabii ki bunlarla sınırlı değil ve olmamalı da. Fakat bunlar tabii göz önünde bulundurulması gereken etmenlerden sadece bir kaçı. Daha detaylı analiz ancak uzman hekimimizden alınabilir.

“Artık Hiçbir Şeyin Anlamı Yok”
İntiharların en önemli sinyallerinden bir tanesi "artık yapamıyorum", "artık hiçbir şeyin anlamı yok" veya "her şeye artık bir son vermek istiyorum" gibi cümleler son derece ciddiye alınmalıdır. Tabii intihar hakkında yapılan şakalaşma veya konusu olduğunda da mutlaka ciddiye alınmalıdır. Diğer belirtiler arasında içe kapanmak, duygu durumunda tepkisiz kalmak veya depresyonda olmak, tehlikeli davranışlarda bulunmak. İşlerini yoluna sokmaya çalışmak ve değerli olan eşyalarının dağıtılması, davranışlarında tutumlarında veya görüntüsünde fark edilecek bir değişimin olması, daha önce olmamasına rağmen madde istismarının olması ve ciddi bir kayıp veya yaşam değişimi yaşamış olmaktan oluşmaktadır.

“Yurt Dışında Ruh Sağlığı Alanında Çalışanlar Düzenli Olarak Bir Psikoloğa veya Bir Psikoterapiste Görünmek Zorundadırlar”
 Çözümü nedir? Temelde bu değişimleri fark etmek - tabii bu her zaman mümkün olmuyor. Kurumlar çalışanlarını takip etmekle bir adım atabilir. Performans sistemine benzer bir şekilde psikolojik bir takip. İş yükünü kaldırma kapasitesi ile realiteyi ölçen bir takip sistemi. Kısaca rutin ölçme ve değerlendirmeler yapılarak stres seviyesi yükselen hekimlerin potansiyel risk altında olduklarını tespit eden ve bu tespit sonrasında da deşarj, rehabilitasyon ve tekrardan işlevselliğe geri döndürebilecek detaylı bir gözetim ve değerlendirme sistemi. Gerektiği yerde bireysel terapi, gerektiği yerde de aile terapisi ve gerekiyorsa da çift terapisi önererek bir erken tanı - erken uyarı sistemi geliştirilebilir.  Yurt dışında ruh sağlığı alanında çalışanlar düzenli olarak bir psikoloğa veya bir psikoterapiste görünmek zorundadırlar. Bu ihtiyaca göre haftalık, her iki haftada bir, üç haftada bir veya ayda bir olacak şekilde kendi birikimlerini boşaltmaları adına ve kendi problemleriyle de baş etmeleri için zorunlu bir uygulamadır. Özellikle bu alanda eğitim alan öğrenciler için. Böyle bir sistem getirilse, eminim ki hekim intiharları minimum sayıya inecektir.

“İntihar Hakkında Konuşmak İntihara Teşvik Etmez”
İntihar hakkında konuşmak intihara teşvik etmez, aksine intiharı düşünen veya düşünmeye meyilli olan kişi için bir farkındalık kazanma süreci olabilir. Nitekim intihara teşebbüs veya düşüncesi genellik bir "imdat! bana yardım edin" çağırısından ibaretidir ama, bu uyarı sinyallerini gözümüzden kaçırıyoruz ve farkına vardığımızda da ne yazık ki çok geç oluyor.”

27 Ocak 2013 Pazar

Diyeti önce beyninizde yapın

Pasta ve kekler size kendinizi iyi mi hissettiriyor? Düşünce şeklinizi değiştirdiğinizde bir daha asla bu yiyecekleri yerken iyi hissedemeyeceksiniz… Uzmanlar hayatınızı değiştirerek nasıl zayıflayacağınız hakkında birçok ipucu veriyor.

Araştırmalara göre olumsuz düşünceler yüzde yüz yemeğe yönlendiriyor. Bu nedenle ilk olarak her mutsuz olduğunuzda yememek için kendinize dışarıdan bakın. Beliniz ya da kalçalarınız giderek kalınlaşıyor mu? Bu sizi daha da mutsuz etmiyor mu? Burada yiyerek rahatlamayı bırakmak için beyin detoksuna ihtiyacınız olacak.

Aklınızdaki ağırlıklardan kurtulun
Ağırlıkları değiştirmek için gerçekten yapacak birşeyiniz yok mu? Kendi kendinize olmanız gereken kilonun çok üzerinde olduğunuzu söyleyin. Araştırmalar insanın inandığı şeyi tekrarlamasının motivasyon için çok önemli olduğunu belirtiyor. Yani kilolu olmanın kaderiniz olduğunu düşünüyorsanız kesinlikle öyle olacak.

Vücudunuzla ilgili aşağıdaki düşünceler defalarca aklınızdan geçebilir. Bunları aklınızdan çıkarın ve tam tersini düşünmeye ve en az 10 kez söylemeye başlayın.

1. Kolayca zayıflayamam
2. Metabolizmam yavaş
3. Kilo vermek için çok çalışmam gerek
4. Benim için kilo vermek imkânsız
5. Bu benim doğal halim

Belirtilenlerden en çok hangisi sizi anlatıyor? Unutmayın, bu tür negatif düşünceler sizi zayıflatmaz.

Aşırı yemeyi bırakın
İlk adımda negatif düşüncelerinizden kurtuldunuz. İkinci olarak yiyerek rahatlamanızın gerçek sebebini keşfedin. 5 dakikanızı ayırarak hayatınızda sizi en çok üzen şeyin ne olduğunu keşfedin. Ne olduğu, kaç yaşında olduğunuz hiç önemli değil sadece en çok üzüldüğünüz anları yazın.

Şimdi size en çok kilo aldıran sebebi belirleyin. O zamanlar nasıl hissettiğinizi düşünün ve bunun gibi bir cümle ile durumu özetleyin: “Büyükannemsiz korunmasız hissettim” ya da “Ali tarafından istenmediğimi hissettim”. Bu neden yiyerek rahatlamaya başladığınızı bulmanızı sağlar.

Yanlış alışkanlıklarınızı bırakın
Yiyerek rahatlama alışkanlığınıza sonsuza kadar veda edebilirsiniz. Nasıl mı? Duygularınızla yüzleştiniz ve bu alışkanlıktan kurtulmak için yolun yarısına geldiniz. Olumsuz anılarınızı geride bıraktınız buna rağmen bu 5 dakikalık ödevi de yapın. Aşağıdaki cümleyi tamamlayın.

Yeme alışkanlıklarımı kontrol edemiyorum çünkü…………………………..

(sizi mutsuz eden sebepten başlayarak düşüncelerinizi yazabilirsiniz ya da acı veren bir anınızdan yola çıkarak duygularınızı anlatabilirsiniz.)

Daha sonra yazdıklarınızı yüksek sesle okuyun ve ne kadar mutsuz olduğunuzu puanlayın.

“Bu sebepten mutsuzluğum 10 üzerinden………………………….. Ancak daha önce bu şekilde hissetmiş olsam bile kendimi çok seviyorum ve olduğum gibi kabul ediyorum” diye düşünün.

Sandy ve Amanda bunu defalarca yapmanızı öneriyor ve bunun sizi negatif düşüncelerinizden arındıracağını belirtiyor.

İnce düşünmeye başlayın
Şimdi artıl pozitif ve başarabileceklerinizi düşünmenizin zamanı geldi. Kendinizi çok sevin. Bedeninizin sağlıklı olması için yapmanız gerekenleri yapın. Kalorilerinize dikkat edin, düşük yağlı beslenin. Sizin formda kalmanızı sağlayacak “Mutlu, sağlıklı, aşk dolu, eğlenceli, yaratıcı, kibar, akıllı, anne, arkadaş, eş, koca, aşık, dinleyici, öğretmen..im.” gibi cümleler kurun.

“Kendini seven, motive eden, sonuca ulaşan, gülen, sağlıklı bir yaşam süren biri olmak istiyorum” cümlesini her gün, fırsat bulduğunuz her zaman yüksek sesle söyleyin. Bu sizi forma sokarken, formda kalmanızı, motive olmanızı sağlayacak.

Diyabetten Korunmak İçin 10 Tüyo

Ailesinde şeker hastalığı olanlar, kilolu olanlar, hareketsiz yaşayanlar ve yüksek tansiyon hastalarının diyabet riski yüksek. Peki diyabetten korunmak mümkün mü?...

Medical Park Acarkent Sağlık Söyleşileri’nin ikincisi Diyabet Haftası’nda Prof. Dr. Ziya Mocan tarafından gerçekleşti. Prof. Dr. Mocan, çağımızın hastalığı haline gelen ve ülkemizde 10 milyon kişinin mücadele ettiği diyabet hastalığının tedavisindeki yeni yöntemler ve korunma yolları hakkında Acarkentlileri bilgilendirdi. Acarkent Coliseum’da “Şeker Hastalığı ve Tedavisinde Yeni Yöntemler” başlığıyla gerçekleşen söyleşide, katılımcıların şekerleri de ölçüldü.

Kimler Risk Grubunda?

Prof. Dr. Mocan, “Ailesinde şeker hastalığı olanlar, vücut ağırlığı fazla olanlar, hareketsiz yaşantı sürenler, hamileliği süresince kan şekeri yükselmesi yaşayanlar ve yüksek tansiyon hastaları diyabete daha yatkın” dedi. Diyabet hastalığının belirtilerine de değinen Prof. Dr.  Mocan, “Çok susuyorsanız, çok sık idrara çıkıyorsanız, çok acıkıyorsanız, kilo kaybı yaşıyorsanız, yorgunluk çekiyorsunuz mutlaka şekerinize baktırın. Bunlar diyabet hastalığının en önemli belirtileri” diye açıkladı.

Diyabetten Korunmak İçin 10 Öneri

Prof. Dr. Ziya Mocan, Medical Park Acarkent Söyleşileri’nde 21. yüzyılın getirdiği yeni yaşam şekli dolayısıyla çağımızda hızla artan diyabet hastalığından korunmak için 10 öneri açıkladı:

1) Sağlıklı ve dengeli beslenin.
2) Düzenli spor ve egzersiz yapın.
3) Posalı gıdalar tüketin.
4) Fazla kilolardan kurtulun.
5) Sigarayı bırakın.
6) Bebekleri en az 6 ay emzirin.
7) Düzenli uyuyun.
8) Katı yağlardan uzak durun.
9) Kırmızı et tüketimini azaltın, özellikle balık tüketimini artırın.
10) Karbonhidrat alımını azaltın.

Erkeklerden kadınlara flört taktikleri

İlişki uzmanları erkeklerin tutumlarını 'kadınsal' bir düzeyde inceledi ve işinize çok yarayacak bir ilişki önerileri listesine çevirdi.

Komik olun

Kadınlar kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanıyorsa, erkekler kendilerini güldüren kadınlara hemen aşık oluyor! Üstelik espri yapabilme yeteneği zekanın en büyük göstergesidir. Yani bir anda onun gözünde zeki ve komik kadın ünvanına kavuşmuş olursunuz.

Bu konuda erkekler arkadaşlarından çok etkilenirler. Kalabalık bir ortamda dikkatleri üzerinize toplayıp ortamın neşe kaynağı olduğunuz anda size vurulacaktır.

Cesur olun

Bir erkek sizinle ilgilendiğinde kendini geri çekmeye çalışmıyor, öyle değil mi? Siz neden öyle olmaktan kaçıyorsunuz? Cesur olmak ürkütücü görünse de ilişkinin başlangıcını kolaylaştırır. Karşınızdakine kendini rahat hissettirir, böylece onu çok daha açık, yalın, samimi ve hızlı bir şekilde tanımaya başlayabilirsiniz.

Çok 'atak' davranışlar karşınızdakini ürkütebilir. Bu yüzden öncelikle emin olmalısınız. Onun size yaklaşımını doğru analiz etmelisiniz. Emin mi, değil mi? Bazen de 'kitabına göre' oynamak ve kendinizi geri çekmeniz gerekir.

Özgüvenli olun

Bunu her fırsatta söylüyoruz. Hayatta istediğiniz her şeyi öncelikle kendinize inanarak başarabilirsiniz. Bazıları bunu ukalalıkla karıştırıyor. Hayır, kendinizi övmenizden bahsetmiyoruz. Bir örnekle açıklayalım: Size iltifat edildiğinde "Yok canım, abartıyorsun" gibi bir cevap vermek yerine sadece samimiyetle gülümseyin ve teşekkür edin. Bu 'evet güzel olduğumu biliyorum ve bunu senden duymak benim için çok önemli' demektir.

Oyuncu olun

Bu ne demektir? Onunla beraber eğlenebilmek demektir. İlkokulda sizden hoşlandığını saçınızı çekerek gösteren bir erkeğin büyüyünce çok değişeceğini zannetmeyin. Yukarıdaki üç maddeyi birleştirin ve yaratıcılığınızı gösterin. Belki hemen ona flörtöz bir cep telefonu mesajı çekmeyi deneyebilirsiniz.

SAĞLIK HABERCİLİĞİNE YÖN VERENLER-2

Sağlık haberlerinin, okuyanı veya izleyeni yanıltacak herhangi bir bilgi içermemesi gerektiğini belirten Televizyon yapımcılığı ve sunuculuğu yapan ilk Diş Hekimi olan Selim Mutgan, bu konuda yapılanlar ve aslında olması gerekenler hakkındaki görüşlerini DSA’ya anlattı. 


Sağlık haberciliğinin ilkeleri konusunda alanında uzman isimlerden görüşler alarak olması gerekenler ve yapılanları sorgulamaya devam ediyorum. Televizyon yapımcılığı ve sunuculuğu yapan ilk Diş Hekimi olan Selim Mutgan, sağlık haberciliği ile DSA’nın sorularını yanıtladı. Mutgan şunları söyledi: “Geçmişten günümüze Sağlık haberciliğinin ulaştığı noktada, önceleri nitelikli ancak az sayıda haber üretebilen sağlık sektörü bugün tam tersine çok fazla sayıda haber üretebilmekte fakat gittikçe de nitelik endişesinden de uzaklaşmaktadır.Geçmişte Sağlık Muhabirliği çok özel bir ilgi alanı ve ciddi bir bilgi birikimi gerektirirken günümüzde mesleğe ilk adım atanların acemilik dönemlerini geçirmeleri için yönlendirildikleri bir -iki alandan birisi oldu.

“İnsanın Fiziksel ve Ruh Sağlığını İlgilendiren Her şey Doğal Olarak Sağlık Haberciliğinin İlgi Alanı İçerisindedir”
Sağlık haberlerini diğer haber türlerinden ayıran öncelikle haberin türüne olursa olsun bu haberleri okuyan ve izleyenlerin eğitim ortalamasının 4 sene olduğunu akıldan çıkartmamak lazım. Maalesef eğitim düzeyi ile direkt ilintili olan algılama -yorumlama yeteneği çok ileri seviyelerde olmayan bir toplum için yazıp çiziyoruz sonuçta. Böyle olunca özellikle Sağlık Haberciliği daha büyük bir önem kazanıyor. Bu tür haber ve bilgiye karşı hiç bir donanımı olmayan insanları yanlış yönlendirmemek için çok dikkatli olmak gerekiyor. İnsanın fiziksel ve ruh sağlığını ilgilendiren her şey doğal olarak sağlık haberciliğinin ilgi alanı içerisindedir. Bir örnek vermek gerekirse; sudan kaynaklanan epidemik bir bağırsak enfeksiyonu ne kadar önemli bir haberse o suyun nereden ve nasıl geldiğine ilişkin bilgi de o kadar önemli bir haberdir. Sayın Uğur Dündar bir Sağlık Muhabiri olmamasına rağmen gençliğinde bunun en güzel örneklerini insan sağlığını hiçe sayan imalathaneleri deşifre ederek vermiştir.Sanıyorum bir sağlık muhabirinin sebep-sonuç ilişkisini çok iyi bilmesi ve donanımlı olması gerekliliği böyle bir konuda net olarak ortaya çıkıyor.


“Haber Kaynağı Doğru Seçilmeli Ve Niyeti Sorgulanmalıdır”
Sağlık haberleri, öncelikle okuyanı veya izleyeni yanıltacak herhangi bir bilgi içermemelidir. Bir adım daha ötesine gitmek gerekirse haberin içerisinden paniğe neden olacak cümleler özenle ayıklanmalı. Bir başka önemli konu da muhabirin kimseye esir ve kişi ya da kişilerin yalan yanlış propagandalarına alet olmaması. Haber kaynağı doğru seçilmeli ve niyeti sorgulanmalıdır. Aslında haber kaynağının ötesinde bir Sağlık Muhabirinin ayrıca bir de referans kaynağı olmalıdır. Danışmalı ve danışmaktan çekinmemelidir. Mutlaka bu işin uzmanları ama dürüst olanlarıyla sıkı bir ilişki içinde olması gerekir. Sağlık editörünün önemi burada daha da belirginleşiyor. Özetle haber mutlaka ciddi bir şekilde sorgulanmalı sonra yayınlanmalıdır.

Bir Aşı ve Olanlar
Hepiniz hatırlayacaksınız 1,5 sene önce bir ilaç firması öyle bir hava estirdi ki bu memlekette haberi duyan herkes rahim kanserine çözüm bulundu sandı. Oyda bulunan rahim kanseri yapabilen yüzlerce nedenden sadece 1-2 viral suş’u elemine eden sıradan bir aşıydı. Bilinçli ya da bilinçsiz binlerce haber yapıldı. Çoğu firmanın PR çalışması olan bu haberler günlerce sayfalarca gündeme oturdu. Kocaman kocaman adamlar ne aldılarsa karşılığında bilinmez televizyonlara çıkıp ”bu aşıyı kız çocuklarınıza yapmazsanız en büyük kötülüğü yaparsınız” dedi. Ne oldu bugün ? O aşının güvenirliği tartışılıyor ve ciddi bir faydası olmadığı gündemde. 1-2 akil adam karşı durmuş ve ”şüpheliyim” demişti. Yıllık kontrollerin daha önemli olduğunu vurgulamıştı. Bunlardan birisi de Prof. Dr Hakan Şatıroğlu’dur.

Bir Araştırmanın Ara Sonucu Olarak Biraz da Fantezi Şeklinde Yayınlanırsa Ne olur?
Sağlık haberlerinin vatandaşı ne kadar çok etkilediğini en iyi bilenlerden birisi olarak şunu söylemek istiyorum; Televizyonda bir araştırmanın ara sonucu olarak biraz da fantezi şeklinde yayınlanan ”artık dolgunuzu kendiniz yapabileceksiniz” haberinin ardından 1-2 gün geçti ki hastamın birisi malzemeyi hangi marketten alabileceğini sormak için beni aradı. Sanıyorum konuyu bu örnek daha iyi açıklıyor.

“Türkiye’de İlk Diye Lanse Edilen Birçok Şeyin İlk Olmadığını Yıllardır Kullanıldığını Biliyorum”
İdeal bir sağlık muhabiri her şeyden önce ”Sağlık Muhabiri ”olmak isteyecek. Ne iş olsa yaparım, kapağı bir atayım düşüncesinden sıyrılacak. Bunun önemli bir ihtisas konusu olduğunu kavrayacak kendini yetiştirecek ve işini en doğru şekilde yapmaya gayret edecek. Bilgisi az olan başkasının oyuncağı olur bunu unutmayacak. Okuyacak, kıyaslayacak ve sorgulayacak. Hem kendinin hem de kaynağın çıkarları doğrultusunda değil toplum yararına haber gözetecek ve yapacak. Ben maalesef Türkiye’de ilk diye lanse edilen birçok şeyin ilk olmadığını yıllardır kullanıldığını biliyorum. Ama vatandaş bilmiyor, aldanıyor. Çare olur umuduyla koşuyor verilen adrese, soyuluyor. Burada tek taraflı olarak muhabiri de suçlamamak lazım. Kötü niyet olmadıkça sonuçta muhabir de bilmeyebili,r yenilik mi değil mi şifa mı değil mi? Ama haber müdürü bilecek, editör bilecek ve en başta haber kaynağıyım diyen hekim bilecek. Ettiği Hipokrat yeminini unutmayacak.

Herkesin PR Elemanı Var
Sağlığın iyiden iyiye ticarete döküldüğü günümüzde artık sadece özel hastanelerin polikliniklerin tıbbi cihaz üretici ve satıcılarının değil muayenehane hekimlerinin dahi PR elemanları var. Bunlardan bazıları o kadar üst düzey hizmet veriyor ki cazibesine kapılmamak elde değil. Hazır kaset hazır CD ya da hazır bülten… Belki de işin en tehlikeli noktası bu. Hiç bir yayın organı bir kurumun ya da kişinin pazarlama aracı değildir. Ancak ne yazık ki araya giren çeşitli nedenler istenmemiş bile olsa sonucu bu noktaya getiriyor. O yüzden haberi yapanın kaynağını çok iyi irdelemesi gerekiyor. Herkes adını duyurmak ve medyada yer almak ister ama bunun da bir sınırı, etik kuralları ve okuyana, izleyene bir faydası olmalı. Bir kanalın ana haber bültenindeki son haber bir SPA Merkezinin tanıtımıydı. Üstelik haber şöyle bitti: “Tek kişi oda, spa ve kahvaltı 230 TL’den başlıyor.” Bu tematik bir kanal değil, genel bir kanal. Bu haberi evine ekmek götürmekte zorlanan asgari ücretli ile çocukları da izliyor.Biraz insaf biraz vicdan!

“Vereceğimiz Mesajı Adeta Bir Hap Gibi Vermeli ve Yoruma Açık Bir Nokta Bırakmamalıyız”
Sağlık haberinin nerede ve nasıl yayınlandığı çok önemli.Tematik bir kanaldan yani bir sağlık kanalında ve ya dergisinden söz ediyorsak haberin tarzı ve niteliği üst sınırları zorlamalı. Genel bir TV kanalından ya da gazeteden söz ediyorsak çok dikkatli olmalı izleyenlerin eğitim durumunu asla göz ardı etmemeliyiz. Haberin hem türü hem de dil ve görselleri mümkün olduğunca açık basit ve en önemlisi kısa olmalıdır. Vereceğimiz mesajı adeta bir hap gibi vermeli ve yoruma açık bir nokta bırakmamalıyız.Belki de en önemlisi telefonda ”doktorculuk ”oynamaktan vazgeçmeliyiz.

“Bazı Teorik Bilgiler Pratikte Uygulanırken Vahim Sonuçlar Doğurabilir”
Sade dil ve akıcı bir yayıncılık tüm diğer konularda olduğu gibi sağlık programlarında ve yayınlarında da çok önemli. Mümkün olduğunca Latinceden uzak, sade ve kestirme bir dil anlaşılır olacaktır. Seyredeni ekrandan uzaklaştırmayacak kadar bir görsellik izlenirliği arttıracaktır. Bu tür yayınlarda tarif yerine mutlaka canlı veya cansız manken kullanılmalı. Bazı teorik bilgiler pratikte uygulanırken vahim sonuçlar doğurabilir. Aslında bu tür tariflerden de kaçınmak lazım programlarda. Konuk seçimi belki de en önemli nokta bu soru içerisinde. Konusunda yetkin özü sözü bir insanları bulup çıkarmak lazım. Ahlaki değerlere sıkı sıkıya bağlı söylediği sözün nereye varacağını bilen hekimler lazım bize.

“Ciddi Bir Haber Kaynağı Oluşturacak Sağlık Portalının Çok İyi Olacağının ve Rekor Sayıda Ziyaretçi Tarafından Ödüllendirileceğini Tahmin Ediyorum”
Memleket insanımın internet düşkünlüğü hepimizce malum. Belki kullanıcıların çoğu ”iyi” amaçlar için tıklamıyor siteleri henüz. Ancak ben bunları aşacağımızı interneti gün gelip daha çok bilgi paylaşımı için kullanacağımızı biliyorum. Bu süre içerisinde internet daha da yaygınlaşacak ve kullanıcı sayısı da çeşitlenecektir. Hepimizce malum olan okumayı sevmediğimiz yargısından hareketle kısa vadede internetten bilgi alan ve kullanan kesimin nüfusa oranla çok büyük olmayacağı gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. Dantel dantel örülmesi ve işlenmesi gereken bir konu. Reklam içerikli bilgi satışından çok, ciddi bir haber kaynağı oluşturacak sağlık portalının çok iyi olacağının ve rekor sayıda ziyaretçi tarafından ödüllendirileceğini tahmin ediyorum.

“Sağlık Konulu Yayınlara Ilişkin Bir Denetim, Maalesef Yok”
Sağlık konulu yayınlara ilişkin bir denetim, maalesef yok. Aslında çok da olması gerekmiyor. Bu denetim dediğimiz şeyin ipi kaçar sonunda ciddi bir sansüre kadar gider. Ancak başı boş da bırakılmamalı. Sanıyorum burada bir otokontrol geliştirmek ve çerçeveyi doğru oluşturmak gerekiyor. Devlet değil belki ama Tabip, Diş hekimi, Eczacılar ve Veterinerler Odası bu tür yayınları dikkatle izlemeli. RTÜK şikayetleri sadece bu odalara iletmekle görevli olmalı.Çünkü bu iş ciddi bir uzmanlık gerektirir.Bugün ilgili bir kanun veya  yönetmelik olmadığı için ne suç belli ne de ceza.”

26 Ocak 2013 Cumartesi

DOKTOR HAYATI TUS İLE ŞEKİLLENİYOR


Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) ile mezuniyetten sonra hekimlerin zorlu bir süreci başarıyla atlaması gerekiyor. Birçok hekim günlerce ve uzun saatler boyunca hedefine ulaşmak için çalışıyor. Çalışmalarının her zaman karşılığı alamayan hekimler için TUS’ta başarılı olmak neler yapılmalı? TUS kazanılmadığında dünyanın sonu mu? Uzmanlar tüm merak edilenleri yanıtladı.   
Hekimlerin üniversiteden mezun olduktan sonra hayatlarının yönünü belirleyen TUS, gün geçtikçe korkulu rüya haline gelmeye başladı. Doktorların bu zorlu sınav sürecinde neler yapmaları gerektiği ile ilgili bu alana gönül vermiş hekimlere sorduk, DSA için yanıtladılar.
“Hekimler, Huzuru Yakalamak İçin Hayatlarını Erteliyor”
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’nda yan dal yapan Dr. Erdinç Nayır şunları söyledi: “Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS), bir hekimin mesleki anlamda hayatta ilerleyebilmesi için aşması gereken önemli bir sınavdır. Bu süreç maalesef, birçok hekim hayatı için travmatik olmaktadır. Herhangi bir sebeple hayatını erteleyen bir insan bu travmatik durumu hissedebilir. Hekimler, tıp fakültesinden mezun olduktan sonra artık rahatladık diyemiyorlar. Çünkü ülkemizin sağlık sisteminden dolayı uzman olma düşüncesi içerisinde daha 4.-5. sınıftayken TUS’u hedefliyorlar. Bu sebeple birçok hekim, tıp fakültesinden mezun olduktan sonra mezuniyetin sevincini ve keyfini çok çok kısa yaşayabiliyorlar. Hayatınızda ne kadar belirsizlik varsa istediğiniz huzuru yakalamak o kadar zor oluyor. İşte hekimler, huzuru yakalamak için hayatlarını erteliyor.
“TUS’da Çelişkili ve Hatalı Sorular Yer Almamalıdır”
Bence öncelikle TUS, hekimlerin hayatını travmatize edecek düzeyde olmamalıdır. Zaten 6 yıl maddi manevi türlü zorluklarla geçiriliyor. Birde üzerine TUS olunca hayatta derin izler bırakabiliyor. TUS, çalışanın ve emek verenin karşılığını aldığı bir sınav olmalıdır. Son dönemde TUS’un uygulamasında değişiklikler oldu. Soru sayılarında artış yapıldı, iki oturumda yapılmaya başlandı. Bu güzel bir gelişme oldu, fakat soruların hazırlanmasında hala sıkıntılar devam ediyor. Son yapılan Eylül 2012 TUS’unda 6 soru iptal edildi. Bu bence çok ciddi bir rakamdır. Ayrıca sırf insanları elemek uğruna, branşın uzmanlarına, akademisyenlerine yöneltilecek soruları, tıp fakültesinden mezun olan pratisyen hekime sorulması da ayrı bir sorundur. Çelişkili, yanlış ve yan dal uzmanlık sınavına yönelik soruların TUS’da yer alması hekimin bu sınav sürecinde emeğini almasını engellemektedir. Böyle sorulara maruz kalan hekimler, başarısızlık sonucunda kendilerine inançlarını yitirmektedir. Başarı inancını kaybetmiş bir hekim de nasıl sağlık sistemi içerisinde mesleğini mutlu yapabilir, sorgulanması gerekmektedir. TUS’da çelişkili ve hatalı sorular yer almamalıdır. Sorular özenle hazırlanmalıdır.
“TUS’a Hazırlanmak, Kişiye Göre Değişen Bir Durum”
TUS’a hazırlanmak, kişiye göre değişen bir durumdur. Nasıl çalışılmalı konusu, kişinin hedeflerine, mevcut durumuna, kişilik yapısına göre değişmektedir. Bir kişinin uyguladığı, derece yaptığı bir sistem, bir başkasına uymayabilir, kişilik farklılığından dolayı. Önemli olan bu sınavı kazanmayı yürekten isteyip, akıllı adımlar atmak lazım. Bu sınavı akıllı adımlar atan kişiler kazanmaktadır. 2005 yılından beri TUS ile iç içeyim ve bu zorlu dönemde meslektaşlarıma destek olmaya çalışıyorum, bu konuda çok fazla yazım var. TUS’da başarıya giden yolda neler yapılmasıyla alakalı en özel yazılarımı kendi sitemde (www.erdincnayir.com) paylaşmaktayım.
“TUS, Bir Sıralama Sınavıdır”
TUS’u kazanamayan doktorlar hiçbir zaman inançlarını kaybetmemelerini dilerim. Bu ülkede en çok üzüldüğüm noktalardan biri, bir hekim meslektaşımın başarıya giden yolda inancının, hırsının azalmasıdır. Meslektaşlarım hedefledikleri alanda başarılı olmalıdır. Başarılı hekimlere bu ülkenin gerçekten çok ihtiyacı var. TUS, bir sıralama sınavıdır ve her hekimin kazanacağı bir TUS vardır. Birçok hekim arkadaşım bu sınavı kazandıysa, hedeflerine ulaştıysa tıp fakültesinden mezun olan herkesin bu sınavda başarıyı hedeflemesi, koşması gerekmektedir, inançlarını kaybetmesinler.
“Tıp Fakülteleri, TUS’a Yönelik Bir Eğitim Vermiyor”
Şuan tıp fakülteleri, TUS’a yönelik bir eğitim vermiyor. Bu da çok doğal ve olması gereken. Tıp fakültelerinin eğitiminde amaç, iyi bir hekim yetiştirmektir. Bu hem mesleki anlamda, hem de sosyal anlamda olmalıdır.”

“Doktorların Özgürlük Heykeline Kadar Yüzüp, Amerika Kıtasına Çıkmalarını Sağlayacak Sınav”
SENATÜRK Meme Bilimleri Akademisi Öğretim üyesi Op. Dr. Ahmet Erkek, şu bilgileri verdi: “TUS her Doktorun kazanması gereken veya bir gün kazanması gerektiğini anlayacağı Dünyanın en zor ve kaliteli tıp sınavı ya da benim naçizane deyişimle; Doktorların özgürlük heykeline kadar yüzüp, Amerika kıtasına çıkmalarını sağlayacak sınav. Bence şu anki şekli gayet profesyonel, ancak özellikle hazırlanırken biraz daha özen gösterilmeli ve yanlış soru ihtiva etmemeli. Yine özellikle soru sorulan referans kitaplar kurumlarca belirtilmeli ve öğrenciler bu şekilde yönlenerek çalışmalı.


“15 Bin Doktor Yarışıyor ve Her Sınavda 2 Bin Civarı Doktor Kazanabiliyor”

TUS çok zor bir sınav olduğundan ve şu an için 15 bin, 3-4 yıl sonra 30 bin doktorun yarıştığı ve sadece her sınavda 2 bin civarı doktorun kazanabildiği bir sınav olduğundan çok ciddi hazırlanılması gereken bir sınav. Çalışırken öncelikle sınava yönelik profesyonel ve giderek temponun arttığı bir sistemle hazırlanılmalı ve asla çalışmaya başlandıktan sonra büyük aralar verilmemeli, çünkü her büyük ara ciddi bilgi kayıplarına neden oluyor. TUS hazırlığında  ders ders stratejiler geliştirilmeli ve o yönde özel hazırlanılmalı. Saat vermek gerekirse yüksek başarı için; 5 saat ile başlayan 10’lu saatlerle finale kadar devamlı çalışılması gereken bir sınav.
“TUS’tan Asla Korkmamalısınız”
TUS’tan asla korkmamalı ve profesyonel destek almalılar. Onlar doktor olarak daha önce çok büyük bir olay başardılar, her ne kadar 2 yıllık okulu 9 yılda bitiren komedyenlerin diline dolanan pratisyen sıfatını alsalar da önce yüzde 1-2’lik dilimlere girerek o fakülteleri kazandılar. 6 yıllık zor bir eğitimi başarıp doktor oldular, bu yüzden TUS’u da başarabilirler. Bunun dışında meslektaşlarıma ciddi ve devamlı bir programla hazırlanmalarını öneririm. www.ahmeterkek.comadresinden de bana ulaşabilirler.


“Çoğu Fakülte İyi Pratisyen Yetiştirmek İddiasıyla İntörn Doktorları Hastane Personeli Olarak Çalıştırıyor”
Türkiye’de hiç bir tıp fakültesinde TUS’a yönelik eğitim verilmiyor. Çoğu fakülte iyi pratisyen yetiştirmek iddiasıyla intörn doktorları hastane personeli olarak çalıştırıyor. Bu da yetmezmiş gibi tüm personel ve nöbet açıklarını intörn doktorlarla kapatmaya çalışıyorlar. Yine Türkiye’de iyi eğitim verilen bazı tıp fakültelerinde bile TUS için ayrı bir eğitim ya da danışmanlık verilmemekte. Bazı özel üniversiteler TUS dershaneleriyle anlaşarak kendi bünyelerinde TUS’a yönelik ders anlatımı yaptırmaktalar. Ancak bu da çok sayılı fakültede var.”


“TUS Olmak İstediğime Götüren Bir Yol”
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı Asistan Dr. Yağmur Gündüz, şunları dile getirdi: “TUS hayatımızdaki bir köprü gibi. 6 yıl süren tıp eğitimi sonrası pratisyen hekim olarak mı kalmak istiyoruz yoksa merdiveni biraz daha tırmanıp uzman hekim mi? Bu soruyu tıp fakültesinin özellikle son 3 yılında pek çok hekim defalarca kafasından geçirmiştir. Benim için TUS olmak istediğime götüren bir yol demekti. Hekim olmak için senelerce bir sürü sınavdan geçiyoruz ancak benim için hayatımın sınavıydı. Çünkü benim için sevdiğim işi yapmak her şeyden önce geliyor.
“Hangi Tıp Dalında Yeteneğimiz Vardır ya da Yoktur Bu Ölçülmüyor”
TUS, 200 sorudan 240 soruya çıkarılan, sabah ve öğleden sonra iki oturum halinde yapılan ilk sınavda yerleştim. Bu haberi aldığımda açıkçası sevindim. Aylarca ya da yıllarca süren emeğin sonunda 3,5 saat boyunca sınavda kalmak ve insan beyninin maksimum dikkat süresi arasındaki çelişki çok netti.  Ancak halen eksikler var bana göre.. Bir sınavda bir kağıt üstünde sıralamaya girip tercih yapıyoruz. Hangi tıp dalında yeteneğimiz vardır ya da yoktur bu ölçülmüyor. Ülke şartlarına ve bunların hekimler üzerindeki etkilerine göre branşların puanları belli oluyor ve bu durum ciddi bir adaletsizlik doğuruyor. Madem TUS biz hekimlerin hayatında böylesine büyük önem taşıyor öyleyse tıp eğitimi ile entegre edilmeli diye düşünüyorum. Tıp fakültesi süresince alınan eğitimle ilgili becerilerin sınava yansıtılması gibi.
“Ben Nasıl Çalışınca Daha Başarılı Oluyorum?”
TUS’a hazırlanırken bence hekim önce kendini tanımalı, bu zorlu ve uzun bir yol. Zaten hekim olmak da zorlu ve uzun bir yol değil miydi? Eğitim geçmişine bakarak “Ben nasıl çalışınca daha başarılı oluyorum?” “Hangi yöntemleri kullandığımda sonuçlar istediğim gibi oldu?” soruları cevaplanmalı. Başkalarının nasıl çalıştığı, hangi kaynaklardan çalıştığı, dershaneye gidip gitmediği, kaç tekrar yaptığı, kaç saat çalıştığı hekimlerin en çok takılıp boşuna zaman kaybettikleri alanlar. TUS’u kazanamama ve istediği mesleği değil istemediği mesleği yapma korkusu, yıllarca geçilen sınavlara rağmen TUS’un en büyük sınav olarak görülmesi bunun sebebi.
“Son 3 Ay Günde 8-10 Saat Çalışmak, İpin Ucunu Asla Kaçırmamak Gerekiyor”
Hekim kendini tanıyıp gerekirse yardım alarak plan ve programını oluşturduktan sonra süreç başlıyor. Bu zaman dilimi içerisinde pek çok sıkıntıyla karşılaşılıyor, buna bağlı olarak çalışma saatleri ve toplam zaman dilimi kişiden kişiye değişiyor. Bence en önemli kısım son 3 ay, öncesinde yapılan hazırlık ne olursa olsun son 3 ay günde 8-10 saat çalışmak, ipin ucunu asla kaçırmamak gerekiyor.
TUS’u kazanmayı gerçekten isteyen hekim arkadaşlarıma tavsiyemi 3 maddeyle özetleyebilirim aslında;
  • “Kendini tanı, planını yap, esnek ol.”
  • “Hedefe kilitlen, harekete geç (geriye kalan her şeyi çözmek için yeterli zamanın olacak, olmayanları şimdi de çözemeyeceksin)”
  • “TUS’un hayatının en büyük olayı olmadığını, sadece sevdiğin işi yapmak için atlaman gereken bir engel olduğunu, kazanamama ihtimali her zaman varken kazanma ihtimalinin de her zaman var olduğunu, kazanmayı başaranların senden çok da farklı yollardan geçmediklerini yani ‘kazanmanın mümkün olduğunu’ hatırla.”
Ama hepsinden önce insan kendine gerçekten ne istediğinin cevabını verebilmeli.
“Tıp Eğitiminin Sadece Sınav Üzerine Olması da Zaten Düşünülemez”
Tıp fakültelerinde sınava yönelik eğitim konusunda bir denge yok. 6.sınıfta bazı tıp fakültelerinde TUS’a odaklanmak çok mümkünken bazılarında düşünmek bile mümkün olamayabiliyor. Ayrıca sınava yönelik eğitim de çok farklı ancak genel olarak söylemek gerekirse tıp fakültelerinde eğitim TUS’a yönelik değil. Daha çok hekimlik becerileri üzerine.  Tıp eğitiminin sadece sınav üzerine olması da zaten düşünülemez, herkes uzman olmak zorunda olmadığı gibi pratisyen hekimliği gönülden seven arkadaşlarımız da var.”