27 Şubat 2013 Çarşamba

Anneler emzirirken dikkat edin

Anneler emzirme sırasında yapılan hatalar bebeklerin canına mal olabiliyor.

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ercan Kırımi, özellikle ilk annelik dönemini yaşayan kişilerin bilgi eksikliği ve emzirme sırasında yaptıkları hatalar yüzünden bebeklerin hayatını kaybettiğini söyledi.

Prof. Dr. Kırımi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yılda, yanlış emzirildiği için servise getirilen ve hayatını kaybeden yaklaşık 10 bebek vakası ile karşılaştıklarını söyledi.

Özellikle bölgede annnelerin bebeklerini yatırarak emzirmesinin yaygın olan hatalı bir uygulama olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Kırımi, şunları kaydetti:

''Bazı anneler, geceleri bebeği yatağına alarak yatar pozisyonda emzirmeye çalışmaktadır. Bir müddet sonra anne yorgunluk ve uykusuzluktan dolayı kendinden geçmekte ve uyumaktadır. Anne uyurken bebeğin ağzında göğsü kalmaktadır. Uyku esnasında bebeğe doğru döndüğünde ya da bebeği göğsü ile sıkıştırdığında bebek nefes alamamakta ve hayatını kaybetmektedir.''

Özellikle bazı genç anneler ile eğitimsiz olan ya da ilk annelik dönemini yaşayan kadınların, bebekleri hatalı emzirdiğini anlatan Prof. Dr. Kırımi, şöyle devam etti:

''Bebeği belli bir pozisyonda beslemek gerekmektedir. Eğer bebeğin nefes alma borusunu, nefes alma yollarını kapatırsanız bebek aniden nefes almaya çalışır. Bu arada ağzındaki süt, yemek borusu yerine nefes borusuna kaçar. Fazla miktarda süt kaçtığında da akciğerler sütle dolar ve bebek havasızlıktan ölür. Özellikle ilk annelik dönemini yaşayan kişilerin bilgi eksikliği ve emzirme sırasında yaptıkları hatalar yüzünden bebekler hayatını kaybetmektedir.''

Prof. Dr. Ercan Kırımi, Sağlık Müdürlüğü, sağlık ocakları ve hastanelerde, doğru emzirme yöntemleri konusunda eğitim verildiğine işaret ederek, ''Gebe annelerimiz en azından sağlık ocaklarında emzirme teknikleri konusunda hazırlanan broşürleri ücretsiz alarak bu konuda doğru bilgi sahibi olabilirler'' diye konuştu.

Kaynak:Leyditurk.com

Burnum Güzel, Rüyalarım Daha Güzel...

Burnunun şeklinden memnun olmayan ve bununla birlikte nefes alıp verme problemi olan hastalar estetik operasyona başvuruyor. Araştırmalar burun ameliyatlarının sadece estetik ve sağlık sorunlarını gidermekle kalmayıp, uykuları da etkilediğini gösteriyor.

Burun ameliyatı olan hastalarıyla gerçekleştirdikleri araştırmanın çok önemli sonuçları gözler önüne serdiğini belirten Amerikan Hastanesi Plastik Rekonstruktif ve Estetik Cerrahi Bölümü'nden Prof. Dr. Reha Yavuzer, "Bu sonuçları bu sene Washington'da gerçeklestirilen Amerikan Estetik Cerrahi Derneği’nin toplantısında uluslararası platformda meslektaşlarımızla paylaştık. Yaptığımız bu çalışmada estetik amaçlı yapılan ameliyatlarda septum deviasyonunu düzelttiğimizde hastalarımızın uyku kalitesinde belirgin düzelme olduğunu tespit ettik. Bu beklenen bir bulguydu ancak bu çalışma hiç beklenmedik bir sonuç daha ortaya çıkardı. Sadece estetik girişimde bulunduğumuz burun ameliyatlarından sonra da objektif kriterlere bakılarak hastalarımızın uyku kalitesinde istatistiksel olarak anlamlı bir iyileşme tespit ettik. Bu özellik burun açılarında yaptığımız değişikliklere ve kişinin özgüveninin yükselmesiyle ilişkili olabilir. Nedeni ne olursa olsun bilimsel veriler estetik burun ameliyatlarının kişinin uyku kalitesinde bir artışa neden olduğunu ortaya çıkarttı" dedi.

En Sık Yapılan Estetik Ameliyat

Prof. Dr. Reha Yavuzer'in verdiği bilgilere göre, burun estetiğinin amacı, burnun şekli, büyüklüğü ve genel görüntüsünde değişiklikler yaparak burnu yüz ile uyumlu bir hale getirmektir. Burun estetiği ile burun uzaltabilir veya kısaltabilir, küçültebilir veya büyütebilir, şekli değiştirilebilir, kontüründe değişiklikler yapılabilir, burun deliklerini küçültülebilir, “kemer” olarak ifade ettiğimiz üst kısmındaki kemik yapı küçültülüp daha oyuk bir görüntü kazandırılabilir, kalkıklığı artırılabilir, ucu sivriltilebilir veya yuvarlaklaştırılabilir. Burnun kemik veya kıkırdak yapıları ile ilgili değişiklikler yapılabilir. Bütün bunların ne kadar ve ne şekilde gerçekleşeceği ancak kemik kıkırdak ve yumuşak dokuların doktor tarafından muayene edilmesinden sonra anlaşılabilir.
Her insanın burun kemiğinin gözle görülür veya görülmez derecede eğri olması oldukça normaldir ve bu duruma sıkça rastlanır. Deviasyonu olan bir septum, eğer hava yollarını kapatacak derecede eğriyse nefes alma zorluğuna yol açabilir. Böyle bir durumda bu eğrilik burun estetiği operasyonu kapsamında düzeltilmektedir ki bu işleme septoplasti adı verilir. Ancak ne alerji ne de burun akmaları septoplasti ya da rinoplasti ile çözümlenemez.

Kimler Burun Estetiği Yaptırıyor?

Burun estetiği için uygun bir adayda aşağıdaki özelliklerden en az bir tanesi bulunur:

• Burun yüze göre geniş veya uzundur.
• Burun kemiği kırık ya da eğridir.
• Kaza veya darbe gibi bir nedenden dolayı burnun şekli değişmiştir.
• Burnun iki tarafında gözle görülür bir asimetri bulunmaktadır.
• Yan profilden bakıldığında burun ucu düşüktür.
• Burun delikleri burnun genel şekline uygun değildir.
• Burun ile dudak arasındaki açı çok dar veya çok geniştir.
• Burun sırtında kemer yapısı mevcuttur.

Sık Sorulan Sorular

- Burun estetiği ile kusursuz bir buruna kavuşmak mümkün mü?
Unutulmamalıdır ki burun yapımız başlangıçta da mükemmel değildir. Hasta çoğunlukla kafasında bir burun şekli hayal eder; ancak burnun yeni şekli ancak eski şeklinde yapılan değişikliklere göre belirlenir, yani tıbbi yöntemlerle kişinin istediği bir burna milimetrik ölçümlerle ulaşması mümkün değildir.
Bu nedenle ameliyattan en memnun kalan hastalar, burnunda yapılacak değişiklikler konusunda aşırı beklentileri olmayan, yüzüne yakışacak bir burun ile tatmin olma eğilimindeki hastalardır. Ayrıca burnun yeni şekliyle yüzün ifadesinde güzel bir değişiklik elde etmek mümkün olsa bile, yepyeni bir görüntüye kavuşmak mümkün değildir. Bütün bunları ameliyatı gerçekleştirecek olan hekim ile görüşmek, ameliyat sonrası hayal kırıklıklarını en aza indirmek açısından çok önemlidir.

- Hasta adayının bir resimde beğendiği burunu elde etme şansı var mıdır?
Burun estetiğinde elde edilmesi planlanan sonuç yüzün diğer organlarına yani çeneye, gözlere ve yanaklara uyumlu bir burundur. Bu nedenle bir başka kişide beğenilen burnun hasta adayında da aynı sonucu verme olasılığı çok düşüktür. Burun operasyonlarından en çok memnun olan hastalar, burnuyla ilgili spesifik olarak ne istediğini bilen ve operasyonun limitleri olduğunu kabullenen hastalardır. Aynı zamanda ameliyat sonrasında hayal ettikleri burna kavuşamama ihtimalini de göz önünde bulundurmaları gerekir. Bu nedenle ne istediğinden emin olmak ve hekimle iyi bir diyaloğa girmek çok önemlidir. Bunun yanı sıra hastanın kendi fotoğrafı üzerinde oynamak da yanıltıcı olabilmektedir; çünkü fotoğraf üzerinde yapılan değişiklikler elektronik ortamda, bilgisayar araç ve gereçleri ile ekran üzerinde yapılırken, ameliyat sırasında yapılan değişiklikler gerçek insan dokusunun üzerinde ve insan becerileri ile gerçekleştirilir. Dolayısıyla ekranda elde edilen “mükemmel” burna ameliyatla ulaşmak mümkün olmayabilir.

- Burun estetiği ameliyatının riskleri nelerdir?
Burun estetiği ameliyatı çoğunlukla burun kemiğinin uygun şekilde kesilmesiyle gerçekleştirildiği için oldukça komplike bir estetik operasyondur. Anesteziye ilişkin birtakım risklerin yanı sıra, burun operasyonunda kanama, enfeksiyon, akıntı, nefes alma güçlüğü ve nadiren koku almada geçici bir kayıp olabilmektedir. Burun kemik ve kıkırdaklarının en son şeklini almasından ve dikişlerin alınması/erimesinin ardından burun ucunun bir miktar düşmesi normaldir. Operasyon bu düşmeyi göze alarak gerçekleştirilmektedir.

- İkinci bir operasyon geçirme olasılığı nedir?
Bazı durumlarda hasta iyileşmesi ve benzeri bazı nedenlerden dolayı ya da hastanın istediği ikincil değişiklikler nedeniyle çoğunlukla lokal anestezi altında ikinci bir operasyona ihtiyaç duyulabilmektedir. İkinci bir operasyon için 6 ila 12 ay arasında değişen bir bekleme süresi olmalıdır.

- Ameliyattan sonra bazı kişilerin burnu çok kalkık iken bazı kişilerinki daha düşük görünüyor, bunun sebebi nedir?
Ameliyat sonrasında burnun alacağı şekli belirleyen en önemli faktörler kişinin kemik, kıkırdak ve yumuşak doku özelliklerinin yanı sıra iyileşme özellikleridir. Burnun alacağı son şekil tüm bu değişkenlerin bir araya gelmesiyle belirlenir. Bunun yanında kişinin ameliyat öncesinde belirttiği istekleri de burnun kalkıklığını ve şeklini belirlemektedir. Bazı kişiler daha doğal ve düz bir burnu tercih ederken bazı kişiler daha kalkık ve gösterişli bir burnu tercih etmektedir.

- Ameliyat sonrası ne kadar ağrı oluyor?
Ameliyat sonrasında sadece hafif bir ağrı beklenmektedir. Şişkinlik ve özellikle gözlerin altında morluk olması normaldir, ancak bu bölgelerde ağrı fazla hissedilmez. Göz ve çevresinde şişlik ve morluğu azaltmak amacıyla soğuk kompres uygulanabilir. Nefes almayı kolaylaştırmak için buhar uygulaması yapılabilir. Ameliyattan sonraki birkaç gün boyunca burundan biraz kan gelmesi normaldir.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Beğendiğiniz erkeğin ilgisini çekmek için

Hoşlandığınız erkeğin sizinle ilgilenmesini sağlamak için size tam 5 yol öneriyoruz. Bu yöntemleri uygulamak çok kolay ama işe yarıyor!

Hoşlandığınız bir erkeğin ilgisini çekebilmek için nereden başlayacağınızı iyi bilmelisiniz. Biliyoruz, o başlangıç noktasıdır her zaman en zor olan. Ama bazen en zor yol diye düşündüğünüz şey aslında en basit olandır.

Erkeğin ilgisini çekmeye yarayan 5 yöntemi bir araya getirdik. Çok basit görünebilir ama emin olun, işe yarıyor!

Daha yaklaşın
Yakın durmaktan kastımız, iz üstündeki bir avcı gibi olmak ya da daha fazlası değil. Fakat ona sizin ilgi alanınız içinde olduğunu hissettirecek yeterli mesafede yaklaşmanız gerektiğini söylemek istiyoruz.

Örneğin o beğendiğiniz erkek, bulunduğunuz odanın ya da barın diğer tarafındaysa, onun gözünün önüne gelecek şekilde yer değiştirin. Yalnız oturuyorsa yalnızlığına dahil olmak için yanına gidin. Birine yakın durursanız eğer, aranızda kimyanızın uyuşup uyuşmadığını, gidişatla ilgili pozitif bir gelişme olup olamayacağını, aranızda flörtöz bir enerji gelip gelişmediğini anlamanız kolaylaşır.

Daha fazla gülümseyin
Hiç kimse yüzünde tatlı bir tebessüm olmayan biriyle diyalog kurmaz istemez. Gülümseme, sizi yanına yaklaşılabilir biri haline getirir. Gülebilen insanlar, onlarla iyi zaman geçirilebileceğinin de sinyalini verirler karşı tarafa. Yalnız, gülümsemeyi çılgınlar gibi gülmeyle karıştırmayın. Çünkü flört başlangıcında abartılı sırıtmalar çok iticidir. Yüzünüze en doğal, en içten gülümsemeyi yerleştirin.

Kahkaha atın
Okul kızları gibi kıkırdamak her zaman çok çekici olmayabilir ama doğal bir kahkaha atmaya açık olmak korkulacak bir şey değildir. Kahkaha atabilmek, espri anlayışınız olduğunu gösterir ki bu da pek çok erkeğin hoşuna gider. Şakalarına güldüğünüzü görmek, kendisini iyi hissetmesini sağlar. Sizin ilgi alanınızda olduğunu fark etmesine de yardım eder.

Dokunun
Uygunsuz olmayan dokunmaları kast etmiyoruz elbette. Bunun için henüz erken! Ona meyilli durun ve konuşurken zaman zaman koluna, sırtına dokunun. Dokunmak, karşınızdaki erkeğe, görmezden gelemeyeceği kadar onunla ilgilendiğiniz mesajını verir.

Göz kontağı kurun
Eğer birinin gözlerinin içine bakmıyorsanız onunla sağlam bir iletişim kuramazsınız. Şu çok net ki, biriyle flört ya da hoşlanma aşamasındayken kolay kolay onun gözlerinin içine bakamazsınız; gözleriniz yere ya da odanın içindeki başka yerlere odaklanır. Ama elinizden gelenin en iyisini yapın ve onunla konuşurken gözlerinizi gözlerinin içine dikin. Biraz seksi, biraz ateşli bakmak onun ilgisini çekmek için kelimelerden daha fazla işe yarar.

Sağlıklı aşk hayatı için yapmanız gerekenler

Mutlu ve sağlıklı bir ilişki yaşamak yaşam kalitenizi arttırır, hayata bakış açınızı değiştirir...

Sağlıklı ve mutlu bir ilişki nasıl yaşanır? Hayat şartları, zamanın getirdiği ve gerektirdiği prensipler, kişisel egolar... Uzun ve mutlu bir ilişki yaşamanın ilk adımını atın!

Akıllıca bir partner seçin. Birçok nedenle insanlar bizimle ilgilenir ama biz, bize en yakın olan kişiyi seçmeliyiz. İlk önce bir arkadaş olarak potansiyel sevgili adayınızı değerlendirin. Karakterine, kişiliğine, değerlerine, cömertliğine, ruhuna, sözlerine ve eylemlerine bakın. Diğer insanlarla olan ilişkilerini gözlemleyin.

İlişkiler hakkındaki inançlarını, düşüncelerini öğrenin. Farklı insanlarla yaşadığı ilişkiler hakkında sık sık çatışan inançlara mı sahip? Onlar hakkında kötü konuşuyor mu? Onları aldatmış mı?

Seksi, sevgi ile karıştırmayın. Özellikle ilişkinin başında, cinsel cazibe ve keyif sık sık aşk ile karıştırılmaktadır.

Birbirinizin ihtiyaçlarını bilin ve onlar için açıkça konuşun. İlişkiler kişilerin kendilerini tatmin yolu değildir. Bir çok kişi, özellikle de kadınlar ihtiyaçlarını  bildirmekten korkarlar. Bunun sonucu olarak duygularını gizlerler ve maske takarlar. Sonucunda sevgilisinin ne istediğini bilmeyen ve anlamayan bir adam, mutsuz ve mutlu numarası yapan bir kadın. Yakınlık, dürüstlük olmadan oluşmaz.

Saygı, saygı, saygı... Sevgilinizle her zaman saygınızı korumalısınız. Böylece ilişki içinde veya dışında birbirinizi asla kaybetmezseniz. Saygı bir ilişki için şarttır.

Farklı bakış açılarınızı kabul edin. İkinizde eşsiz bireyler olduğunuz için farklılıklar ilişkiye hem güç hem de bir takım değerler kazandıracaktır.

Tartışmaya başlamadan önce keşfedin. İstemediğiniz bir şey yaptığından bunu neden yaptığını sorun. Ve anlamaya çalışın.

Gerçekten karar vermeden birbirinizin kaygılarını ve şikayetlerini dinleyin.

Uzun menzilli bir ilişki görünümü alın. Evlilik, birlikte gelecek geçirmek için bir anlaşmadır. Hayallerinizi sürekli olarak güncelleyin. İlişkinin her döneminde birbirinize ne istediğinizi sorun ve cevapları kabullenin.

Seks yapmayı ihmal etmeyin. İyi ve düzenli seks kişilerin birbirlerine olan bağını pekiştirir. Tarafların birbirlerini tanımasına izin verir.

24 Şubat 2013 Pazar

Çocuk neden altını ıslatır?

Gece uyurken altını ıslatan çocuğunuza kızıp, sorunu onda aramayın. Çünkü bilimsel araştırmalar; genellikle altını ıslatan çocukların anne babalarının da aynı problemi ebeveynlerine yaşatmış olduğu gösteriyor.

Böbrek ve idrar yolu enfeksiyonları, şeker hastalığı gibi etkenler de çocukların alt ıslatmasında önemli rol oynayabiliyor ancak uzmanlar alt ıslatan çocukların takibi ve tedavisi konusunda hassas olunması gerektiği konusunda uyarıyor.

Uz. Dr. Gökhan Mamur, “Çocuklarda alt ıslatma” problemleri hakkında önemli bilgiler verdi.

Çocuğunuz kuru yatağa hasret kaldıysa…

Çocuğunuzun mahcup bakışlarıyla size “günaydın” demesi, her sabah çamaşır makinesinde çarşaf yıkamanız, yatağı havalandırmak için balkona çıkarmanız, bir anne veya baba olarak sizin için olağan bir sabah olabilir; çünkü çocuğunuz yine yatağına altını ıslatmış.

Gece idrar kaçırma (Enuresis nocturna) çocuk sağlığı ve hastalıklarında çok sık rastlanılan çok sık rastlanılan şikâyetlerden biridir. Anne babalar genellikle çocuklarının alt ıslatma sorunundan daha çok ruhsal bir sıkıntılarının olup olmadığından endişe ederler. Halbuki bazen alt ıslatmanın psikolojik bir durum ile ilgisi yoktur. Beş yaşa kadar birçok anne ve baba bu sorunun artık ortadan kalkmış olması gerektiğini ve geçmediği takdirde bir hastalığın söz konusu olduğunu düşünürler. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir.

Çocuğunuz alt ıslatmasının nedeni psikolojik ya da fiziksel olabilir

Gece alt ıslatma iki şekilde görülür:

Birincil: Çocuk doğduğundan beri en az ayda iki kez yatağını geceleri ıslatmaktadır.

İkincil: Çocuk son 6 aydır tamamen kuru olmasına rağmen tekrar ıslatmaya başlamıştır.

İkincil gece alt ıslatmanın arkasında genelde bir neden vardır ve bu neden ortadan kaldırıldığında sonuç alınabilir. Bu sebepler arasında başka bir eve taşınma, boşanma veya okul sorunları gibi ruhsal sorunlar olabilir. Bunların yanı sıra; idrar yolu enfeksiyonu veya şeker hastalığı gibi fiziksel hastalıklar da söz konusu olabilir. Bir de çocuğun yaşantısı içinde düzen değişiklikleri olabilir (Örneğin çok su içmeye başlama, uyku saatlerinin kayması gibi) Neticede doktorunuza başvurduğunuzda olası değişiklikleri onunla paylaşmalı ve sorunun üstesinden gelmeye hep birlikte çalışmalısınız.

Çoğu zaman birincil alt ıslatma ile karşı karşıya kalınmaktadır. Burada stres veya davranışsal sorunlar söz konusu değildir.

Araştırmalara göre gece birincil gece alt ıslatmanın en önemli nedeni kalıtsaldır. Eğer tek ebeveyn çocukken aynı durumu yaşadıysa, çocuğunda olma olasılığı %44; her iki ebeveyn de bu durumu yaşadıysa çocukta olma olasılığı % 77 olarak saptanmıştır. Yani çocuğunuz altını bu şekilde ıslatıyorsa ona kızmayın; çünkü bu durum büyük ihtimalle sizin ona verdiğiniz genlerle ilgilidir. Üstelik ona kızmamak için bir neden daha vardır. Bu genler nedeniyle o da kendi çocuğundan dolayı aynı durumda kalıp, sizin ne yaşadığınızı bire bir öğrenecektir.

Çocuklarda alt ıslatmayı ilgilendiren ENUR 1 ve ENUR 2 adında iki gen tespit edilmiştir. Bu genlerden ilki 13. kromozomda, diğeri de 12. kromozomda bulunmaktadır. Bu genleri taşıyan çocuklarda gece alt ıslatma olasılığını yaşama bu genleri taşımayanlara kıyasla daha çoktur. Anne veya baba çocukken gece altını ıslatmadıysa çocuklarında bunu yaşama olasılıkları %15’dir.

Geceleri çocukların alt ıslatmalarının 3 nedeni vardır:

İdrar kesesi kasları arasında dengesizlik vardır. Yani idrarın dışarı çıkmasını engelleyen kas, mesanenin kasılmasını sağlayan kaslardan daha zayıf olabilir.

Mesane küçük olabilir ve normal miktarda idrar için yetersiz olabilir.

Normal boyuttaki mesanelerinin tutabileceği idrardan daha fazlası üretilebilmektedir. Bunun nedeni:

a. Yatmadan 2 saat önceki dönem içinde çok sıvı tüketiyor olabilir.

b. Çocuk başka bir hastalığı nedeniyle idrar sökücü kullanıyor olabilir.

c. İdrar yolu enfeksiyonu veya şeker hastalığı olabilir.

d. Hormonal dengesizlik olabilir.

Çocuğunuz çok derin uyuyor olabilir

Bazı çocukların anne ve babaları ise ısrarla çocuklarının çok zor uyandığını ve gece uyandırıp tuvalete götürmek istediklerinde bile uyandıramadıklarını ifade ederler. Yıllar boyu araştırmalar bu durumun gece alt ıslatma ile bir ilgisi olmadığını belirtmiştir. Ancak Kanada’da yapılan bilimsel bir çalışmada gece uyuyan çocuklara kulaklıklar takılmış ve ses şiddeti kademe kademe yükseltilerek çocukları uyandırmaya çalışmışlardır. Çok daha yüksek seslere maruz kalmalarına rağmen uyanamayan çocuklarda gece alt ıslatma istatistiksel olarak daha sık görülmüştür.

Sonuç olarak genelde çocuklar babalarının geceleri altını ıslatmayı durdurduğu yaşa kadar altlarını ıslatmaya devam edebilirler. Bu durumun önüne geçmek için kullanılan yöntemler konusunda mutlaka çocuk doktoruna başvurmanız gerekmektedir.

Uzmanlar yüksek topuk konusunda uyarıyor

Yanlış ayakkabı seçiminin tehlikelerine dikkat çekilerek, ayak ve ayak bileği hastalıkları nedeniyle başvuranların yüzde 70′ini kadınların oluşturduğu ifade edildi.

Ayak ve Ayak Bileği Hastalıkları Merkezi yöneticisi Opr. Dr. Umur Aydoğan, yanlış ayakkabı seçimi nedeniyle kadınların erkeklere oranla daha fazla ayak ağrısı çektiğini belirterek, "Şıklık uğruna yaşam kalitenizi bozmayın" görüşünü bildirdi. Aydoğan, yaptığı yazılı açıklamada, yanlış ayakkabı seçiminin tehlikelerine dikkati çekerek, ayak ve ayak bileği hastalıkları nedeniyle başvuranların yüzde 70′ini kadınların oluşturduğunu ifade etti.

İnsanın tüm ağırlığını ayaklarının taşıdığını ve yaşamın yüzde 30′unun ayakta geçtiğini belirten Aydoğan, kadınların en büyük hatasının, dış görünüşüne bakarak ayakkabı satın almak olduğunu belirtti. Aydoğan, şunları kaydetti: "İdeal topuk 2, en fazla 2,5 santimetredir. Yüksek topuklu ayakkabılarda tarak kemiklerine daha fazla yük bindiği için ağrı kaçınılmaz. Hele çalışan kadınların gün boyu dinlenemeyen ayaklarını yüksek topuklara mahkum etmemesi gerekiyor. Ancak tüm sakıncasına rağmen özellikle çalışan kesim buna dikkat etmiyor. Dümdüz ayakkabı da iyi değil, çünkü topuğa binen yükü artırıyor. Sivri burunlu ayakkabılar ise tarak kemiklerini ezerek, sinir sıkışmasına neden oluyor. Yanlış ayakkabı seçimiyle ileride ayakların şekli bozuluyor."

Ayakkabı seçim kriterleri
Amerikan Ortopedik Ayak ve Ayak Bileği Cerrahisi Derneğinin (AOFAS) ayakkabı seçiminde göz önünde bulundurulması gereken kriterleri 'altın kurallar' olarak niteleyen Aydoğan, bu kuralları şöyle sıraladı: "Ayakkabıyı iki saat yürüdükten sonra satın almak gerekiyor. Çünkü bu zaman diliminden sonra ayak şişer ve ayakkabının rahat olup olmadığını daha iyi anlarsınız. Sabah saatlerinde asla ayakkabı almayın. Ayakkabının iki tekini de deneyerek satın alın ve satıcıların 'giydikçe açılır' türünden sözlerine kesinlikle itibar etmeyin. Ayakkabı açılmaz, sadece zamanla deforme olur. Deforme olan ayakkabı ayağınızın şeklini alır. Siz de ayakkabınız açıldı zannedersiniz." Aydoğan, ayakkabı seçiminde ayağın en geniş yeri ile ayakkabının en geniş yerinin ölçülmesi ve ayak genişliğinden bir santimetreden daha fazla dar ayakkabı alınmaması uyarısında bulundu. Aydoğan, ayak hastalıklarının yüzde 70- 80′inin cerrahi müdahale olmadan rahat ayakkabı seçimi, ayakkabı içine konulacak yükseltmeler, alçaltmalar, kişiye özel tabanlıklar gibi basit önlemlerle düzeltilebileceğini, ancak hastaların genellikle son aşamada doktora başvurduğunu ifade etti.

Ayak numaranızı tam tespit edin
Türk ayak yapısının genel olarak taraklı, yayvan ve etli olduğunu belirten Aydoğan, ayakkabı seçiminde markaya ya da pahalı olmasına aldanmamak gerektiğini, kişilerin doğru ayakkabı seçimi için ayak numarasını iyi bilmesi gerektiğinin altını çizdi. Aydoğan, Türkiye'de rahat ayakkabı eksikliği bulunduğunu, insanların 30-40′lı yaşlardan sonra ayak bağlarının ve tarak kemiklerinin genişlemesine paralel olarak ayakkabı numarasının da büyüdüğünü ifade etti.

23 Şubat 2013 Cumartesi

Kilo Verdiren 7 Öneri!...

Yediklerinize ne kadar dikkat etseniz de istediğiniz ölçüde kilo veremiyorsanız mutlaka bir yerlerde hata yapıyorsunuz demektir. 

Uzmanların tavsiyelerini uygulayarak kısa zamanda sağlıklı bir şekilde kilo verebilirsiniz.
Uzman Diyetisyen M. Turgay Köse'nin verdiği bilgilere göre, kilo vermenin püf noktaları şöyle sıralanıyor:

Sık sık, azar azar beslenin: Sık sık beslenmek, daha az yemek yenilmesini beraberinde getirir. Gün içerisinde insanlar 2, 3 bilemediniz 4 öğün şeklinde beslenmektedir. Öte yandan kişi, bu sayıyı 5 hatta 6 öğüne kadar çıkartabilirse çok kısa bir sürede metabolizması bu değişikliğe adaptasyon olarak daha az beslenmeye başlar. Dolayısıyla sindirim sıkıntısı çekiliyorsa, o da hafifler. Buna karşılık kişiler genelde öğün atlar ve bunun zayıflatacağına inanır. Halbuki aç kalmak, öğün atlamak, gazete – dergi – internet gibi kitle iletişim araçlarından temin edilen şok diyetleri uygulamak zayıflatmaz, aksine kilo aldırır! Kişiye özel hazırlanmayan düşük kalorili diyetler, vücudu açlıktan ölme paniğine sürükler ve “kıtlık” moduna geçen metabolizma yavaşlar, yağ yakmak yerine tüketilen her besini yağ şeklinde depolama yoluna gider. Tıpkı, su kesildiğinde bidonlarda depo edilen suyu kullanıp; suyun az da olsa akmasıyla birlikte yeniden depolama işlemine başlamak gibi.

Öğün atlamayın: Öğün atlamak bir sonraki öğünde daha fazla yenilmesinin yanında farkında olunmadan yağ miktarının artmasına, kas ve su kaybının olmasına neden olmaktadır. Aç kalmak, öğün atlamak kan şekerinin düşmesine, dolayısıyla şekerli besinlerin fazla tüketilmesine neden olmaktadır. Başta kahvaltı olmak üzere asla öğün atlanmamalıdır. Akşam en son saat 20:00’de bir şeyler yenildiğini ve kahvaltının ihmal edildiğini düşünelim. Öğlen saat 12:00’ye kadar açlık söz konusu. 16 saatlik bir açlık sonucu ister istemez daha çok ve daha hızlı yemek yenilir. Buna karşılık sabah kahvaltı edilse, hatta 10:30 gibi küçük bir ara öğün tüketilse, bu durum kişiyi öğlen yemeğinde frenlerdi. Çok hızlı yemek yenilmezdi. Ama kişi bir lokma ağzında iken diğer bir lokmayı hazırlar. “Ağzımdaki bitse de, ikinci lokmayı da hemen mideye indirsem” der gibi. Besinlerin ağızda iyice çiğnenmesi gereklidir. Tükürükte bulunan bir enzim karbonhidratların sindirimini besin henüz ağızda iken başlatmaktadır. Aynı zamanda iyice çiğnemek mekanik olarak besinlerin sindirilmesini sağlamaktadır. Midede bir köfte düşünün, bir de aynı miktarda kıyma... Tabi ki kıymayı sindirmek ve emilmesini sağlamak çok daha kolaydır. Unutulmamalıdır ki sindirim ağızda başlar. Tat alma duyusu midede değildir, dildedir. Tokluk merkezi 20 dakikada uyarılır. Yavaş yenildiği taktirde, daha az yemiş olunur.

Sıvı tüketiminizi artırın: Günlük su tüketimi de azalırsa vücutta depolanan yağ miktarı artar. Sonuçta böbrekler fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremediği için yağları enerjiye çeviren karaciğer böbreklerin işini üstlenir ve yağlar vücutta toplanır. Çay, kahve, kola, çorba, sebze, meyve... tüketilmesi de sıvı ihtiyacını karşılar. Ancak en iyi çözücü su olduğu için, ihtiyacın 3/4’ü sudan gelmelidir. O nedenle günde 10 – 14 bardak su içilmelidir. Çay, kahve ve kola diüretik özellikte olduğu için hemen vücuttan atılırlar. Suyun ayrıcalığı burada saklıdır. Günlük tuz alımını da azaltmakta fayda vardır. Sonuçta yemeklere tuz konulmakta. Ayrıca ekmeklerde de tuz bulunmaktadır. O nedende ekstradan sofraya tuzluk getirilmemelidir. En azından yemeğin tadına bakmadan tuz kullanılmamalıdır.

Şekerden uzak durun: Şeker ve şekerli tüm besinlerden uzak durulmalıdır (Çay şekeri, bal, reçel, pekmez, çikolata, pasta, hazır meyve suları, meşrubatlar, kolalı içecekler, tatlılar...). Bu besinler kan şekerinde ani bir dalgalanmaya sebep olur, kan şekerini kısa sürede artırır ve düşürürler. Bu nedenle tatlı yedikten sonra kişinin canı tekrar tatlı çeker. Şekerin fazlası da vücutta yağ olarak depolandığı için mümkün olduğunca az tüketilmesi uygun görülmektedir.

Doymuş yağlardan uzak durun: Margarin, tereyağı gibi katı yağlar yerine bitkisel sıvı yağları tercih edin. Süt, yoğurt ve peynirde de doymuş (kötü) yağlar bulunduğu için yarım yağlı veya yağsız (light) olanlarının tüketilmesi önerilmektedir. En azından süt ve yoğurdun kaymağını ayırın. Kırmızı et yerine beyaz ete daha çok ağırlık verin. Ancak beyaz et de olsa aşırıya kaçmayın. Öte yandan etin görünen yağını ve tavuğun derisini mutlaka ayırın. Yine enerji değeri yüksek, besin değeri düşük; kaymak, krema, mayonez, cipsler, soslar, kuruyemişler gibi aşırı yağlı yiyeceklerden de kaçınılmalıdır.

Kızartmalardan uzak durun: Yiyecekleri kızartmak, kavurmak yerine; haşlama, ızgara yapma, buğulama veya fırında pişirme yöntemlerini kullanarak hazırlayın. Çünkü besinler kızartıldığı veya kavrulduğu esnada % 10 – 15 oranında yağ çekerler. Gerçi fazladan alınan kalori spor yapılarak veya bir sonraki öğünü hafif şeylerle geçiştirerek regüle edilebilir. Yalnız burada tek sorun kalori içeriğinin artması değildir. Aynı zamanda besinler bu işlemler sonucunda kanser yapıcı bazı öğeler içermektedir. İşte vücut bu öğeleri dışarı atamaz ve zamanla birikim söz konusu olur. Genelde mantı, iskender, yayla çorbası gibi yiyeceklerin üzerine ayrı bir kapta kızdırılan yağı ilave edilir. Bu durumda yağlar yine okside olur, yani yanar. Yine kanserojen bazı öğeler içerir. O nedenle yemek yaparken kızartma ve kavurma işlemlerinden kaçınmakta fayda vardır.

Yemeğin suyunu tüketmeyin: Toplumda büyük bir kesimde tabak sıyırmak gibi bir alışkanlık da bulunmaktadır. Bir bezelye veya nohut tanesini düşünecek olursak; besinin üzerinde zar şeklinde çok ince bir tabaka halinde yağ bulunmaktadır. Öte yandan yemeğin bütün yağı dibe çökmekte ve yemeğin suyu ile karışmaktadır. Sonuçta yemeğin suyunu kaşıkla tüketiliyorsa, pilavın üzerine dökülüyorsa veya ekmek banarak tabağı sıyrılıyorsa yemeğin bütün yağını da tüketilmekte. Hatta 2 dilim ekmek yemek varken, bu 3 – 4 dilime çıkıyor.

22 Şubat 2013 Cuma

Tamamen iyileşmesi mümkün mü?

Epilepsi çok dirençli değilse genellikle doğru teşhis ve doğru ilaçla 2-5 yıl arasında tamamen ortadan kaybolabiliyor. Ancak tedavide başarı sağlanması için ilaçların düzenli alınmaları şart!

Halk arasında “sara hastalığı” olarak bilinen epilepside, beyni oluşturan hücrelerin aşırı uyarılmasına bağlı olarak vücutta kasılma, bayılma, idrar kaçırma, el kol atması ve şuur kaybına kadar giden belirtiler yaşam kalitesini oldukça düşürüyor. Epilepsinin bebeklikte, çocuklukta ve gençlikte görülen birçok türü olduğuna değinen Acıbadem Levent Tıp Merkezi’nden Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Serdar Dağ, epilepsi hastalığıyla ilgili merak edilen soruları şöyle yanıtlıyor:

- Epilepsi sık görülen bir hastalık mı? 
Epilepsi hastalığı maalesef sanıldığından çok daha fazla görülen ve insanların kusur olarak gördükleri, bu nedenle çevreden sakladıkları bir hastalık. Klinik deneyimlere göre, saklanma oranları çok yüksek olduğu için gerçek epilepsi hastasının ancak yüzde 20’sinin doktora başvurduğu düşünülüyor. Oysa epilepsi bebek döneminden itibaren kendini belli edebilen bir hastalık. Bebeklikte, çocuklukta, gençlikte görülen birçok tipi var. Genellikle bu yaşlarda ortaya çıkıyor. Ergenlikten sonra gelişen epilepsi nöbetlerinin altında ise başka bir hastalık aramak gerekiyor. Birçok görüş öne sürülse de, primer denilen ve erken dönemde açığa çıkan epilepsinin nedeni tam olarak belli değil. Fakat sekonder denilen epileptik nöbetlerin nedenleri belli; genellik yani kafa travmaların ve felç sonrası, beyin kanamaları ve beyin tümörü operasyonlarına bağlı olarak ortaya çıkıyor.

- Tamamen iyileşmesi mümkün mü?
Genellikle çok dirençli değilse primer tip epilepsiler doğru teşhis ve doğru ilaçla 2 – 5 yıl arasında tamamen ortadan kayboluyor. Fakat herhangi sebebe bağlı olarak meydana gelen epilepsilerde ilacı maalesef ömür boyu kullanmak gerekiyor. Çünkü beynin o bölgesinde hasar olduğu için uyarısı daima bozuk kalıyor.

- Farklı epilepsi tipleri neler? 
Epilepside beyindeki uyarı bozukluğu beynin bir bölgesinde olduğu gibi tamamında da görülebiliyor. Beyindeki uyarıların yerine göre nöbetin tipi ve derecesi de farklı oluyor. Yani hastalar her epileptik nöbette ağızdan köpük çıkararak ve yerde kasılarak bayılmıyor. Epilepsinin basit bir kol atmasından ve başın bir tarafa dönmesinden tutun da duygusal açıdan da farklılık gösterilmesine neden olan birçok nöbet tipi var. Örneğin hasta saldırgan tutumlar sergileyebiliyor, nerede olduğunu bilmeyebiliyor, daha önce yaşamadığı bir şeyi yaşamış gibi algılayabiliyor.

- Epilepsinin tedavisi günümüzde nasıl yapılıyor?
Epilepsi tedavisinde mutlak bir şey var ki o da sürekli ilaç kullanmak. Hastaların doktor kontrolünde nöbetin bittiğine dair bulgular kanıtlanıncaya kadar her gün ilaç almaları gerekiyor, çünkü düzensiz ilaç kullanımı epilepsi tedavisinde başarısızlık yaratıyor. 

Epilepsiden şüphelenilen hastaya öncelikle bir beyin MR’ı ya da beyin tomografisi çekip epilepsiye neden olan bir etkenin olup olmadığını araştırmak gerekiyor. Epilepsi tanısı EEG ya da beyin elektrosuyla konuluyor ve bununla takip ediliyor. Beynin hangi bölgesinde uyarı varsa elektro bunu gösteriyor, hastalığın derecesi ve şiddetini doktorun tespit etmesini sağlıyor. EEG, günümüzde bunu sağlayan tek teşhis cihazı. Ayrıca hasta ilacı kullanırken ilaç dozunun kandaki seviyesinin mutlaka kontrol edilmesi gerekiyor.

- Epilepsi hastalarının günlük yaşamlarında nelere dikkat etmeleri gerekiyor?
Epileptik nöbetler genellikle dikkatin dağıldığı anı yakalıyor. Dolayısıyla epilepsi hastaları ilaç kullansalar bile dikkatlerini dağıtacak kadar yorulmamalı. Uykusuz ve aç kalmamaları, dikkati dağıtacak aşırı alkolden kaçınmaları gerekiyor. Bu durumlarda nöbet geçirme riski mutlaka artıyor. Tedavileri tamamlanmamış epileptik kadınların zihnini kurcalayan en büyük sorun ise hamilelikte nöbetin olup olmaması. Epilepsi hastaları ilacı kontrollü aldıkları takdirde hiçbir sorun yaşamıyorlar.

- Nöbete giren insana müdahale etmek gerekir mi?
Nöbette şuuru kaybolmuşsa hasta nöbeti hatırlamıyor. Ayrıca nöbetlerin  bir iki saniyeden saatlerce uzadığı durumlar söz konusu olabiliyor. Nöbetler sürekli bir hal alabiliyor, hayati bir tehlike bile olabiliyor. Bunun için nöbet geçiren kişiyi görünce zarar vermeyecek bir pozisyona getirmek, kendi haline bırakmak, zarar verecek davranışlarda bulunmamak lazım. Nöbet başladıktan sonra bir sağlık kuruluşundan yardım almak gerekiyor. 

- Epilepsi tedavisinde cerrahinin yeri nedir?
Dirençli bazı vakalarda ve çok özel bazı epilepsi türlerinde epilepsi cerrahisi uygulanıyor. Eğer uyarı beynin tek bölgesinden kaynaklanıyorsa cerrahiyle o bölge etkisiz hale getiriliyor. Epilepsi hastalarının “ameliyat olur ve kurtulurum” şeklinde yanlış bir kanıya kapılmamaları gerekiyor. Çünkü cerrahi sadece belli bir epilepsi türünde başarı sağlıyor. İlaçla kontrol altına alınmayan bir epilepsi türü ilaçla kontrol edilebilir bir hale geldiyse, bu tedavinin başarılı olduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla bu hastalıkta doktor kontrolünde düzenli ilaç tedavisi almak başarı için esastır.

Bozuk moralinizi düzeltme yolları

Sevgiliniz ya da eşiniz canınızı sıktı. Moraliniz feci şekilde bozuk. Bunun yüzünüze yansıttığı etkinin üstesinden gelmek için giysilerinizdeki renklere önem verin.

Yapılan araştırmalar insanların sıcak, parlak renklerle, kendilerini daha mutlu hissettiklerini ortaya çıkardığını söylüyor. Eğer giyecek sarı veya turuncu bir giysiniz yoksa bile en azından masanızı bu renk çiçeklerle süsleyebilirsiniz.

- Can sıkıntısından kurtulmak için giysilerinizde beyaz, pembe veya mavi gibi renkler kullanın.

- Esmer ve soluk tenliyseniz, benzinizin solgunluğunu saklamak için mavimsi beyaz renkleri tercih edin.

- Sarı veya kestane rengi saçlarınız varsa, kırık beyaz renkler kullanabilirsiniz.

- Kendinizi mutlu hissettiğiniz yeri gözünüzde canlandırın. İster tropik bir adadaki plajı, ister çocukluk yatak odanızı gözünüzde canlandırın. Hayal ettiğiniz mekân neresi ise gözlerinizi kapayın ve kendinizi orada hissedin. Thomas, zihninizdeki görüntüyü sevdiğiniz bir manzara ile değiştirmenin sizi mutlu edeceğini söylüyor.

- Seksi anlarınızı düşünün. Sekse vaktiniz yoksa bile zihninizde özel bir anınızı canlandırmak da içinize mutluluk hissi yayılmasını sağlayacak.

- Biraz ara verin, müzik dinleyin ve biraz mola verin.

- Kulaklıklarınızı takıp sevdiğiniz melodilere kendinizi bırakmanızı öneriyor. Yavaş tempo sizi sakinleştirirken, daha güçlü ve ritmik bir melodi, üzerinizdeki sıkıntıyı atmanıza yardımcı olur.

- Kırmızı rujunuzu sürün. Kırmızı dudaklar etrafa güven ve cazibe yayar. Etrafınızdakilerden göreceğiniz olumlu tepkilerle, içinde bulunduğunuz kötü ruh hali yerini, seksi ve kendinden emin bir havaya bırakır.

- Gülmek için interneti kullanın. Gülerken kendinizi kötü hissetmeniz mümkün değildir. Canınız sıkıldığında bir mola vermek için Youtube gibi sitelerden eğlenceli bir video indirebilirsiniz.

- Masa lambanızı yakın. Çalışırken yukarıdan gelen yoğun ışık, stres ve rahatsızlık duygusu yaratabilir. Oysa ki masanızdaki yumuşak ışık kaynağı sizi sakinleştirir.

- Portakal, mandalina atıştırın. Narenciye yemek ruh halinizi düzeltmenize yardımcı olur. Üstelik soymak zaman aldığı için yavaş yenir ve abur cuburla aşırıya kaçmaktan kurtulursunuz.

- Beş saniye boyunca derin ve yavaş bir şekilde nefes alın, sonra nefesinizi yine beş saniyede, yavaşça verin.

- Doğayla bütünlesin. Arada bir öğle yemeğinizi açık havada, örneğin bir parkta yiyin. Çimenlerin üzerine sırtüstü uzanıp doğayı seyredin. Açık havada olmak, kalp atışlarınızı yavaşlatacak ve karamsar ruh halini üzerinizden alacaktır.

Ton balığı yiyin, iyi hissedin

Yapılan araştırmalar, yediğimiz yiyeceklere göre psikolojimizi değiştirebileceğimizi gösteriyor. İşte, ruh dünyamızı etkileyen sihirli yiyecekler ve ne yönde değişikliklere neden oldukları…

Tükettiğimiz besinler, beynimizde bir sinir hücresinden diğer bir sinir hücresine ve oradan da uyarının türüne göre beynimizi ilgilendiren emir merkezine ulaşıyor.

Kimyasal mesajları taşıyan ‘nörotransmiterlerin’ üretiminde veya serbest bırakılmasında yediğimiz besinlerin büyük etkisi var. Bu maddeler beynin emir merkezine vücudun istemleri olan tokluk, açlık, acı, endişe gibi uyarıları iletmekle yükümlü.

Sıcak bir maddeye dokunduğumuz anda nörotransmiterler elimizin yandığını ve daha sonra acı hissedeceğimizi, elimizi o sıcak yerden biran önce çekmemiz gerektiğini beynimizin refleks merkezine iletirler ve beyin de bunu hareket kaslarımıza iletir. Bu mesaj alınır alınmaz hemen elimizi sıcak olan yerden hızla çekeriz.

Balık enerji veriyor

Proteinler sindirim sırasında aminoasitlere parçalanır. Aminoasitlerle oluşan nörotransmiterler bizim uyanık kalmamıza ve enerjimizi artırarak tümüyle kullanmamıza yardımcı olur. Proteini yüksek gıdaların başında balık, et yumurta ve kümes hayvanları geliyor.

Ispanak depresyonu önlüyor

Folik asitin azlığının depresyona neden olduğu klinik araştırmalar sonucu ortaya kondu. Çünkü folik asit azlığı beyinde serotoninin azalmasına yol açıyor. Depresyonlu hastaların diğer insanlara oranla daha az folik asit miktarına sahip oldukları yapılan başka geniş kapsamlı araştırmalarda ispatlandı. Depresyondan korunmayı bir kap pişmiş ıspanak ya da bir bardak portakal suyu sağlayabilir.

Ton balığı iyi hissettiriyor

Vücudunda selenyum miktarı az olanlar, diğerlerine oranla daha çok kaygılı, endişeli, alıngan oluyor. İhtiyacı kadar verilen selenyum kişiyi normal ruh haline döndürüyor. Selenyumun en çok bulunduğu ürünler brezilya fıstığı, ton balığı, ay çekirdeği, tahıllar ve kılıç balığı.

Meyve yemek strese birebir

Karbonhidratlar kan akışını hızlandıran etkiye sahiptir. Kişiye sakinlik verir. Araştırmalar iki hafta süresince karbonhidrat alımı azalan insanlarda diyet sonrası depresyona girme ihtimalinin arttığını ortaya koyuyor. Karbonhidrat içeren yiyecekler arasında ekmek, krakerler, makarna, pirinç, meyve ve tahıllar ilk akla gelenler. Günlük beslenmenizde önce proteini tüketin, kısa bir süre sonra da karbonhidrat alın, bu sizi uyanık tutacaktır.

21 Şubat 2013 Perşembe

Bir Hastadan 25 Kişiye Bulaşıyor!

Bu hastalık günümüzde toplumun her kesiminde görülebiliyor. Tedavi edilmeyen her bir hasta bu bulaşıcı mikrobu 25 kişiye bulaştırıyor!

Türkiye’de tüberküloz, yani verem kontrolündeki en büyük sorunlardan biri, hastalara ulaşmada yaşanan zorluklar nedeniyle tanı konulamamasından kaynaklanıyor. Çünkü tanı konulamadığı için tedavi edilemeyen her verem hastası 2 yıl içinde hastalığı 25 kişiye bulaştırıyor!

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de verem (tüberküloz) kontrolünde en büyük sorun, hastalara ulaşmada yaşanan zorluklar nedeniyle tanı konulamaması ve teşhis konulan hastaların da ilaç tedavisine düzenli olarak devam etmemelerinden kaynaklanıyor. 1 – 7 Ocak Verem Haftası nedeniyle bir açıklama yapan Acıbadem Fulya Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Reha Baran, tanı konulamadığı için tedavi edilemeyen her verem hastasının, 2 yıl içinde hastalığı 25 kişiye bulaştırdığını, bu nedenle sorunun büyüdüğünü belirtiyor. Üstelik eskiden sadece sosyo ekonomik düzeyi düşük kesimlerin hastalığı olarak bilinen tüberküloz, artık sosyo ekonomik seviyesi yüksek kişilerde de görülüyor.

Dünyada Her Yıl 1.7 Milyon Kişi Veremden Hayatını Kaybediyor

Tüberküloz hastalığı yaygınlığındaki artış ve kontrolündeki güçlükler nedeniyle son 15 yıldır yeniden dünyanın gündemine oturdu. “Dünya Sağlık Örgütü 2006 Küresel Tüberküloz Raporu”ndaki verilere göre; dünyada her yıl yaklaşık 9 milyon yeni verem hastası ortaya çıkıyor  ve 1,7 milyon hasta verem sebebiyle ölüyor. Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Daire Başkanlığı her yıl “Türkiye’de Verem Savaşı Raporu” yayınlıyor. Bu rapor kapsamında Türkiye genelindeki verem savaş dispanserlerine kayıtlı her bir hastanın verileri bireysel olarak toplanarak analizi yapılıyor. Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı 2011 yılı Verem Savaş Raporu verilerine göre, ülkemizde 2009 yılı içinde belirlenen yeni verem hastası sayısı ise 17 bin 402. Rapora göre, bu sayının 15 bin 943’ünü (yüzde 91,6) yeni hastalar, 1459’unu (yüzde 8,4) tedavi görmüş hastalar oluşturuyor. Toplam verem hastası sayısının 10.519’unu (yüzde 60,4) erkek hastalar, 6883’ünü de (yüzde 39,6) kadın hastalar oluşturuyor.

Doğrudan Gözetimli Tedavi Şart

Sağlık Bakanlığı elde ettiği verileri düzenli olarak Dünya Sağlık Örgütü ile de paylaşıyor. Dünya Sağlık Örgütü hastalığın kontrolü için, “Doğrudan Gözetimli Tedavi Stratejisi” adı verilen bir dizi önlemleri, tüm gelişmişlik düzeyindeki ülkelere önerdiği için önlemlerin uygulanması büyük önem taşıyor. Bu yaklaşımı uygulayan ülkelerde verem mücadelesinde başarılı sonuçlar alınıyor. Tüberküloz yaygınlığı konusunda Türkiye de, dünyada yaşanan olumsuz gelişmelerden payını aldığı için programı uyguluyor. Uzmanlar hastalığın özellikle genç nüfus arasında yaygınlaşmaya başladığını, eskiden sadece sosyo ekonomik seviyesi düşük kişilerde görülürken, artık sosyo ekonomik refah seviyesi yüksek kişiler için de tehlike olduğunu doğruluyor. “Doğrudan Gözetimli Tedavi” uygulamasında, tüberküloz hastalarının tüm tedavi süresi izleniyor. Bu süreçte hastaların ilaçlarının dozunu denetleyen bir sorumlu kişi veya görevli gözetiminde içmesi sağlanıyor. Hastanın bu şekilde ilacını içtiği bilgisi de kayıt altına alınıyor.

Tedavi Stratejisinin 5 Ayağı Var

Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği kontrol modeli olan “Doğrudan Gözetimli Tedavi” (DGT) ülkemizde 2006 yılından beri uygulanıyor. Doğrudan Gözetimli Tedavi Stratejisi’nin ülke genelinde uygulanması hastalığın kontrolü anlamında önemli bir adım oldu. Günümüzde en etkin tüberküloz kontrol programı olan DGT’nin 5 temel öğesi var:

1- Politik kararlılık.
2- Teşhisin balgamda verem mikrobunun gösterilmesi ile konulması.
3- Doğrudan gözetimli tedavi ile ilaçların içirilmesi.
4- Kesintisiz ilaç temini.
5- Standart kayıt ve bildirim sistemi.

Hastalığı Bulaştıranların Tespit Edilmesi Hedefleniyor

Bu tedavi stratejisinin 2 temel hedefi var: Bulaşıcı nitelikteki hastaların en az yüzde 70’ini saptamak ve bu hastaların yüzde 85’inin tam olarak iyileşmesini sağlamak. “Doğrudan Gözetimli Tedavi” nin başarıyla uygulandığı ülkelerde hastalığın toplum içindeki sıklığı hızla azalırken, tüberküloz giderek sorun niteliğini kaybetmeye başlıyor. Doç. Dr. Reha Baran, toplumun her kesiminde ve her sosyo kültürel çevrede görülebilen tüberküloz hastalığının utanılacak ya da saklanacak bir problem olmadığını söylüyor. Doç. Dr. Reha Baran, “Özel muayenehaneler ve özel hastaneler de dahil olmak üzere, nerede tanı konulursa konulsun tüberküloz hastalar bölgelerindeki Verem Savaş Dispanseri’ne ya da sağlık müdürlüklerine yönlendirilmeli. Ayrıca Doğrudan Gözetimli Tedavi kurallarına göre tedavi edilmesi gerekiyor” diye konuştu.

İlaç Kullanmanın Sürekliliği Sağlanıyor

Tüberküloz basili ancak uzun süreli, çok sayıda ilaçla düzenli bir şekilde tedavi edildiğinde kontrol altına alınabiliyor. Aksi takdirde ilaçlara karşı direnç kazanabiliyor. Doğrudan Gözetimli Tedavi programına alınan hastalara önce kısa bir eğitim veriliyor. Bu eğitimde ilaçları kimin kontrolünde ve ne şekilde kullanacağı anlatılıyor ve gözetmenin kim olacağı belirleniyor. İlaçlar gözetmene teslim ediliyor. Hasta her gün gözetmenin kontrolünde ilaçlarını kullanıyor. Hasta gelmezse gözetmen hastayı arıyor ve ilaç kullanımının sürekliliği sağlanıyor. Son bir yıldır ülkemizde doğrudan gözetimli tedavi uygulandığını belirten Doç. Reha Baran şunları söylüyor:
“Ancak hem toplum bilincinin gelişmesi, hem de başarılı sonuç alınması açısından tüberküloz şüphesi olan herkesin ücretsiz balgam tetkiki yaptırmak için verem savaş dispanserlerine yönlendirilmesi gerekiyor. Bu konuda verem savaş dernekleri gibi sivil toplum örgütlerinin de bu yeni dönemde gönüllü gözetmenlik görevini üstlenmesi ve hastaların ilaç kullanmasına yardımcı olması sorunun çözümüne katkı sağlayacaktır.”

Cinsellikle ilgili daha önce hiç duymadıklarınız

Seksin cildinizi düzelttiğini veya orgazmın uykuyu etkilediğini biliyor muydunuz?

İşte cinsellikle ilgili sizleri şaşırtacak bilgiler…
*Öpüşme sırasında endorfin yükselir, bu da kendinizi mutlu hissetmenizi sağlar.
*Sevgiliniz seks sonrası uykuya mı dalıyor? Bu durumu kişisel almamalısınız. Orgazm, vücudun uyku ve dinlenme mekanizmasıyla ilgili ‘parasempatik sinir sistemi’ni etkiler.
*Bazı kadınlar, aylık adet döngülerinin ortalarında (11-15. günlerde), cinsel anlamda bir hayli istekli olur. Bunun sebebi, salgılanan testosteron ve östrojen hormonları yüzünden daha duyarlı olmalarıdır.
*20 dakikalık bir cinsel ilişkide 200 kalori yakmak mümkün. Bu da takriben yarım saat tenis oynamakla eş değer.
*Hamileliğin libidoyu azalttığınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Pek çok kadın, hamileliğinin yarı dönemine kadar seks hayatlarının gayet hareketli olduğunu söylüyor.
*Klitorisin uç noktasında tam tamına 8000 sinir ucu bulunur. Bu yüzden vücudun en duyarlı bölgesidir. *Buna karşın, erkek cinsel organında yalnızca 4000 sinir ucu yer alır.
*Seks cildinizi parlak yapar! Cinsel performans kan dolaşımını hızlandırıp, cildin daha fazla oksijenle beslenmesini sağlar. Aynı zamanda, terlemenize sebep olduğu için vücuttaki toksinler atılır. İşte bu nedenle seks sonrasında cildiniz pembemsi ve parlak görünür.

Cinsellik beyinde endorfin üretimini arttırır. Bu ise, dopamin ve serotoninle birlikte zevk hormonları olarak sakinlik verir ve tatmin hisleri yaratır. Yani endorfin cinsel ilişkinin keyif maddesidir ve coşku yaratır.

Cinsellik adeti düzenler. Düzgün bir cinsel hayat hormonal dengeyi korur ve adetin düzenli olmasını sağlar. Düzenli orgazm yaşan kadınlar kanlarındaki endorfin miktarından dolayı düzenli ve ağrısız adet görürler.

Cinsellik olumlu düşünmeyi sağlar. Orgazm sonucu serbest kalan enerji, olumsuz düşüncelerin ve takıntıların oluşmasını önleyip olaylara olumlu bir bakış açısıyla yaklaşmayı sağlar.

Cinsellik bağırsakları çalıştırır. Cinsel ilişki sırasında karın kaslarının kasılması, derinlere kadar etkisini gösteren bir masaj gibidir. Bunun bağırsaklar üzerinde laksatif etkisi olur.

Seks stres atmanızı sağlar. Seks sırasında kadın vücudu ‘oksitosin’ denilen bir hormon üretir. Bu hormonun etkisiyle kan basıncı azalır, vücut gevşeme moduna girer. Seksin yatıştırıcı etkisini arttırmak için derin nefes alın ve hareket ederken partnerinizle uyumlu olun.

20 Şubat 2013 Çarşamba

İşsizlik Ruhumuzu Kararttı!

Ekonomik kriz ruh sağlığımızı da bozuyor! Açıklamalara göre işsizliğe bağlı ruhsal sorunlar ikiye katlanıyor. Türkiye Psikiyatri Derneği, Sağlık Bakanlığı’nı ve ilgili tüm kurumları acil önlem almaya çağırıyor.

15-18 Nisan tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirilen 13. Türkiye Psikiyatri Derneği Yıllık Toplantısı ve Bahar Sempozyumu’nda ruh sağlığına dair bütün konular masaya yatırıldı. Güncel konularda yapılan 13 panel, 3 kurs, 14 çalışma grubu toplantısı’ndan oluşan yoğun bilimsel programı 500’ün üzerinde katılımcı takip etti.

Ekonomik kriz, ilaç kullanımının artışı ve diğer ruh sağlığına yönelik güncel konular tartışıldığı sempozyum kapsamında yapılan basın toplantısında söz alan Türkiye Psikiyatri Derneği MYK Üyesi Doç Dr. Burhanettin Kaya, “15 Nisan 2009 tarihinde  TUİK tarafından açıklanan rakamlar işsizlik oranlarının ürkütücü bir düzeye ulaştığını gösteriyor. Aralık ayında işsizlik oranlarının ortalaması yüzde 13.6 ile rekor düzeye çıkmış ve basında yoğun bir biçimde tartışılmıştı. Kayıtlı işsiz sayısının 3.2 milyona ulaştığı, Türkiye’nin işsizlikte dünya dördüncüsü olarak tarihteki yerini aldığının altı çizilmişti.  Bu verilere göre kent işsizliği 15.4’e ulaşırken, tarımda bu oran yüzde 27.3 olmuştu. Asıl dramatik tablo genç nüfustaydı. 18.7 olan genç işsizliği yaklaşık 7 puan artarak yüzde 25.6’ya çıkmıştı. İşsizlerin büyük oranının da son 6 ayda işini yitirenler oluşturduğunu biliyoruz” diye konuştu.

Bugün Tablo Daha da Ürkütücü

Açıklanan rakamların durumun daha ürkütücü, acı verici olduğunu gösterdiğini vurgulayan Doç Dr. Kaya, “Geçen yılın ocak ayında yüzde 11.6 olan resmi işsizlik oranı, bu yılın ocak ayında yüzde 15.5'e ulaşmış durumdadır. TUİK’in açıkladığı bu  rakamlar rekorun kırılmaya devam edeceği izlenimi veriyor. 3 milyon 650 bin kişi yeni işsizler ordusunu oluşturuyor. Bu genç nüfusta ve kent nüfusundaki işsizlik oranlarının daha da arttığını gösteriyor. Kentlerdeki işsizlik oranının yüzde 13'ten yüzde 17.2'ye çıktığını, kayıt dışı çalışmanın da arttığını, yüzde 40’ları aştığını görüyoruz. Ayrıca var olan istihdam biçiminin ucuz emek sömürüsünü içeren güvencesiz bir çalışma biçimine dönüştüğünü, bunun artarak süreceğini gösteriyor. Özellikle üretken dönemdeki genç işsizliğin artışı çok ürkütücüdür. Bu artış yeniden iş bulacağına ilişkin umutlarının yitirenlerin sayısını daha artıracaktır” dedi.

Eşleri İşşiz Olan Kadınlar da Depresyona Giriyor

Doç. Dr. Burhanettin Kaya, tüm bu verilerin işsizliğe bağlı ruhsal sorunların da giderek artacağını, ikiye katlanacağını gösterdiğini vurguladı. Doç Dr. Kaya, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu verilerden depresyon ve anksiyete bozukluklarının yaygınlığının artacağını, davranış sorunlarının ortaya çıkacağını, insanların yaşadıkları sıkıntı ile başa çıkabilmek için alkol ve madde kullanımına yöneleceğini, öfkenin dışa vurumu ile ilgili sorunların artacağını, her ortamda şiddet davranışlarının ortaya çıkma riskinin artacağını söyleyebiliriz. Çalışabilecek durumdayken çalışamamak, çalışırken işini kaybetmek ya da çalışma sırasında olumsuz deneyimlere maruz kalmak hem doğrudan hem de dolaylı karmaşık mekanizmalarla uzun süreli stres yanıtının ortaya çıkmasına yol açarak akıl ve ruh sağlığını derinden etkileyen, bozan bir etkendir İşsizliğin ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin genel olarak iş kaybından hemen sonraki ilk dönemde hızla arttığı bilinmektedir” diye sözlerini devam etti.  Eşleri işsiz olan kadınlarda da depresyon geliştirme riskinin daha da artmakta olduğunu ifade eden Doç. Dr. Kaya, “Yaşanan bu süreç aile ilişkilerini, ebeveyn çocuk ilişkisini bozarak, çocukların ruhsal gelişimleri üzerinde iz bırakma riskini içermekte, bu etki gücünü taşımaktadır. Ayrıca halen işini sürdürenlerin artan işsizliğe bağlı iş yükünün artacağını, güvencesiz, güvensiz ve riskli çalışmanın süreceğini, yıldırmayı da içeren işyerinde baskı ve şiddetin artacağını belirtmeliyiz. Her an işin kaybetme beklentisinin yarattığı kayıp ve onun bireyin üretken gücünde yaratacağı bozulma ise aynı derecede önemli başka bir tartışma alanıdır.”

Acilen Alınması Talep Edilen Önlemler

Türkiye Psikiyatri Derneği adına açıklama yapan Genel Başkan Dr. Şeref Özer ise, Aralık ayından bu yana yaşanan krizin ortaya çıkardığı işsizliğin yaratacağı ruhsal sorunlar ile ilgili olarak Sağlık Bakanlığı’nı ve ilgili tüm kurumları uyardıklarını ve uyarmaya da devam edeceklerini vurguladı. Ancak tüm uyarılarına karşın bugüne dek ilgili kurumlardan bu yönde bir girişim olmadığını üzülerek gördüklerini belirten Dr. Özer, “Sorunların daha acı sonuçlara yol açmadan çözülmesine adım atmak daha önce de vurguladığımız önerilerin gecikmeden yaşama geçirilmesi ile başlayacaktır. Kapitalizmin yaşadığı bu finansal krizin yaratıcısı olan sermayenin değil, bu krizin mağduru olan çalışanların, üretenlerin, işini kaybedenlerin, halkın gereksinimlerini karşılayan, sıkıntılarını ortadan kaldıran çözümlere imza atılmalıdır” dedi.
Dr, Özer, çözüm önerilerini ise şöyle sıraladı:

1. İşsizlik ve yoksullukla mücadelede ciddi  ve etkili politikalar geliştirilmeli ve hızla yaşama geçirilmelidir.
2. İssizlik yardımının miktarı artırılmalıdır, kapsamı genişletilmeli ve süresi uzatılmalıdır .
3. Sağlık hizmetleri ve ruh sağlığı hizmetleri ücretsiz ve kolay ulaşılabilir olmalı, işsizlerin sağlık hizmetlerimden ücretsiz ve herhangi bir katkı payı ödemeksizin yararlanmaları sağlanmalıdır.
4. Özellikle işsiz kesimdeki ailelerin temel yaşam gereksinimleri sağlanmalı, çocukları beslenme, vitamin desteği, viral ve enfeksiyon hastalıkları açısından düzenli aralıklarla ve tamamen ücretsiz olarak izlenmeleri ve gerekli tedavi ve beslenmeleri olanaklı kılınmalıdır.
5. Çalışan kesimlerden her türlü sağlık hizmetlerinden alınan katkı payları ve ilaç yüzdeleri kaldırılmalıdır.
6. Her düzeyde eğitim kurumlarında/okullarda ruhsal ve bedensel rahatsızlıklara karşı eğitim programları hazırlanmalıdır.
7. Risk gruplarına yönelik, görsel ve yazılı kitle iletişim aralarının da etkin olarak kullandığı eğitimlere ağırlık verilmeli, yaygınlık kazandırılmalıdır.
8. Altını çizmek istediğimiz en önemli çözüm yollarından biri işsizlere yönelik Sağlık Bakanlığı ve diğer sağlık kurumları kapsamında oluşturulmuş, ücretsiz, ulaşılabilir ve gereksinimleri karşılayacak nitelikte ruhsal destek üniteleri kurulmasıdır.  Bu gecikmeden yaşama geçirilmelidir.

İşsizlere Ruhsal Destek Projesi

Türkiye Psikiyatri Derneği teğet geçtiği sanılan ama on ikiden vurduğu her geçen gün daha da anlaşılan krizin yarattığı etkileri göstermek, bu konuya yöneticilerin, ilgili tüm kurum ve kuruluşların ve  kamuoyunun dikkatini çekmek amacıyla “Krize Ruhsal Destek” sloganıyla iki günlük bir sosyal sorumluluk projesini yaşama geçirmek amacında ve hazırlığında. Dernek MYK Üyesi Doç. Dr. Burhanettin Kaya, bu çalışma kapsamında işsizliğin yoğun olduğu, işsizlerin sayısını her geçen gün arttığı, krizden en çok etkilenmiş olan bölgelerde, öncelikli olarak bir kentsel alanda iki günlük bir etkinlik düzenlenmesi planladıklarını açıkladı. Doç. Dr. Kaya, “TPD Bölge halkı, işsizleri, risk grupları, kriz mağduru işsiz ve yoksullarla yoğun biçimde karşılaşan sağlık çalışanlarını kapsayan kapsamlı bir eğitim programı gerçekleştirecek, bilimsel etkinlikler düzenleyecek, eş zamanlı olarak 1,5 gün süreyle işsizlere TPD üyelerinin gönüllü katılımı ve başta “Halk Sağlığı” olmak üzere farklı disiplinlerin işbirliğiyle işsizlere 'Ruhsal danışma ve destek' verecek, ruhsal yardıma gereksinimi olanların sağlık birimlerine ulaşmasına çalışacaktır” dedi.

Başarının Anahtarı: Duygusal Zeka!...

Duyguların farkına varmak, duyguları yönetebilmek ve özdenetim yapabilmek gibi yetilerle belirlenen duygusal zeka, hayatta başarılı olmanın anahtarı... 

Bazı kişilerin, özellikle heyecanlandıkları ve beklemedikleri bir olayla karşılaştıkları zaman verdikleri tepkileri hatırlamadıklarını belirten uzmanlara göre, herhangi ani bir uyarıcı ile karşılaşınca, beynin heyecan merkezi kişiye "düşün, değerlendir, eyleme geç" emrini veriyor. Duygusal zekası gelişmeyenlerde, ilkel tepki denilen ilk tepki düşünmeden veriliyor. Bu nedenle ani verilen ilk tepkilere genelde anlam verilemiyor ve olumsuz sonuçlar ortaya çıkabiliyor.

Duygusal Zekanın Özellikleri    

Uzmanlar duygusal zekanın özelliklerini şöyle sıralıyor:

- Duyguların farkında olma ve tanıma,
- Duyguları yönetebilme,
- Güdülenme,
- Empati,
- İyi ilişkiler kurabilme yetenekleri.

Duygusal Zekayı Duygusallıkla Karıştırmayın   

EQ denilen duygusal zekanın, akademik zeka olan IQ ile karıştırılmaması gerekiyor.  EQ ve IQ herkeste doğuştan potansiyel olarak oluşsa da, EQ’nun seviyesinin yükselişe ve gelişime daha açık olduğunu belirtiliyor. Duygusal zekanın, akademik zekanın destekleyicisi, yani yakıtı olduğunu belirten uzmanlar, duyarlı insanların duygusal zekalarının çok gelişmiş sanıldığını ancak, bu kavramların birbirinden oldukça farklı olduğunu da vurguluyor. Uzmanlar, kişisel başarıda, yüzde 20 akademik zekanın, yüzde 80 duygusal zekanın etkili olduğu kaydediyorlar.

Problemleri Ertelemeyin

- Ne olursa olsun başınızı kuma gömmeyin, problemleri ertelemeyin. Üstüne gidin.
- Bir mucize beklemeyin. Sabırlı olun, yılmayın.
- İçinizdeki gücü fark edin.

19 Şubat 2013 Salı

Menopoz Gözyaşını Azaltıyor!

Menopoz döneminin gözyaşını azaltıp göz kuruluğuna neden olabileceğini biliyor muydunuz? 

Göz kuruluğu tedavisi gören 10 kişiden 6'sının kadın olduğunu söyleyen Dünyagöz Etiler Hastanesi’nden Op. Dr. Melike Gedar, gözyaşı azlığı sorununa erken müdahale edilmediği takdirde kalıcı görme bozuklukları ve ciddi enfeksiyonlara neden olabileceği konusunda uyardı

Kadınların korkulu rüyası menopoz, gözyaşını azaltarak, gözde kuruluğa neden oluyor. Gözyaşı bezlerinin androjen ve ostrojen hormonlarından direkt olarak etkilendiğini söyleyen Dünyagöz Etiler Hastanesi’nden Op. Dr. Melike Gedar, göz kuruluğu yaşayan 10 hastadan 6’sının kadın olduğunu belirtti. Op. Dr. Gedar, “Kadınlarda bulunan erkeklik hormonu androjen, gözyaşı bezlerinin çalışmasında ve gözyaşı üretiminde önemli bir rol oynuyor.  Androjen de menopoz döneminde kadınlık hormonu ostrojen gibi azalıyor. Bu durum ise gözyaşı bezlerinin çalışmasını ve gözyaşı üretiminin yavaşlamasına neden oluyor” dedi.

Menopoza giren kadınların yüzde 10’unun göz kuruluğu tedavisi gördüğünü, ancak pek çok kadının ise farkında olmadan bu sorunu yaşadığını ifade eden Op. Dr. Gedar, menopoz tedavisinde kullanılan ilaçların da göz kuruluğunu tedavi edemeyeceğini dile getirdi. Op. Dr. Gedar, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Menopoz tedavisinde kullanılan ilaçların içerisinde ostrojen oluyor, ancak androjen hormonu bulunmuyor. Bu nedenle bu tip tedavilerin göz kuruluğunun tedavisinde hiçbir etkisi olmuyor.”

Kalıcı Görme Sorunlarına Neden Oluyor

Gözde yanma, batma, kızarıklık gibi belirtilerin gözyaşı azalmasının habercisi olabileceği konusunda uyarıda bulunan Op. Dr. Gedar,  göz kuruluğu sorununun erken tedavi edilmediği durumlarda kalıcı görme bozukluklarına ve sık göz enfeksiyonuna neden olabileceğini anlattı.  Artrit gibi romatizmal hastalığı olan, tiroid hastalığı olan, antidepresan ve hipertansiyon ilaçları kullanan, lazer göz operasyonu geçiren kadınların özellikle menopoz döneminde göz kuruluğu sorununu artabileceğini açıklayan Op. Dr. Gedar, “ Bu tedavileri gören hastalarımızı, ilgili branştaki hekimlerinin de kontrolünde göz kuruluğu yapmayan ilaçları tavsiye etmelerini öneriyoruz’ dedi.

Sık Sık Göz Kırpın

Göz kuruluğunun, çoğu zaman suni gözyaşı damlası ve omega 3 içeren vitamin desteği ile çözülebileceğini ancak eğer kuruluk sorunu ilerlemişse gözyaşı kanallarını silikon tıkaçlarla tıkadıklarını dile getiren Op. Gedar, gözyaşı azalması sorunu yaşayan kişilerin kırmızı et ve kurutulmuş yiyecekleri azaltmalarını; omega 3 içeren somon, ceviz gibi yiyecekleri tüketmelerini önerdi. Op. Dr. Gedar sözlerine şöyle devam etti:

“Gözyaşı kuruluğu yaşayan kişilerin ilaçlarının yanı sıra koruyucu gözlük kullanmaları gerekebilir. Suni gözyaşı damlası ve vitamin desteğinin tedavide yeterli olmadığı hastalarda siklosporin içeren ilaçlarla bir ya da iki yıllık bir tedavi ile sorun çözülebilir.  Göz kuruluğu sorunu yaşayan kişilerin bol su içmeleri, gözlerini ovalamamaları, ağır makyaj yapmamaları, sigara ve dumandan uzak durmaları gerekiyor. Bunun yanında bilgisayar kullanımını sınırlamak ve gözleri sık kırpmak önemli.”

BESLENME KANSERİ NASIL ETKİLER?


Toplumda beslenme konusu olduğunda hep akla zayıflama gelir oldu. Ancak uzmanlar doğru ve sağlıklı beslenme üzerinde durulması gerektiği konusunda uyarıyor. Besinlerin doğru tüketiminin kanseri nasıl etkilediği hakkında bilgi veren Uzman Diyetisyen Banu Topalakçı, besin çeşitleri ve kansere etkisi üzerine Med-Index'e konuştu.

Pek çok hastalıkta olduğu gibi kanserde de tedaviden çok hastalığa yakalanmama yani korunma çok daha önemli vez ahmetsizdir. Her durumda hemen ilaçlara başvurmak yerine meyve, sebze ve her baharatın birer ilaç olduğunu unutmamak gerekiyor. Hastalıklardan korunmada en önemli basamağın beslenme ve yaşam biçimi olduğunu belirten Uzman Diyetisyen Banu Topalakçı konu hakkında şu bilgileri verdi: “Kanserde beslenme daha da önem kazanmakta çünkü beslenme ve özellikle bazı besinler kanser için bir panzehir adetaki biz bunlara “antioksidant” lar diyoruz.

Obezite Kanser İlişkisi
Özellikle meme, kalın bağırsak-rektum ve kan kanserleri obez bireylerde normal ağırlıktakilere göre daha fazla görülmektedir. Yağ tüketiminin yüksek olması obeziteye neden olmaktadır. Yağlı besinler ve bozulmuş yağ tüketimi, kanser yapıcı ve ilerletici maddelerin de alımının artmasına neden olmaktadır.
Posa Alımı Kalın Bağırsak – Rektum Kanserlerinin Önlenmesinde Etkili
Karbonhidratlar başlıca enerji kaynağımızdır. Gereksinimin üzerinde alınması obeziteye neden olur. Bunun yanı sıra, kepekli tahıl ürünleri, kuru baklagiller, taze sebze ve meyvelerin fazla tüketilmesi, posa alımını arttırıp bağırsakların düzenli çalışmasını sağlayarak kalın bağırsak-rektum kanserinin önlenmesinde etkindir.
 “Yağın Fazla Alımı Bazı Hormonların Çalışma Düzenini Bozar”
Her türlü yağın fazla alınması özellikle meme, prostat, testis, rahim, yumurtalık ve kalın bağırsak-rektum kanserlerinin oluşum riskini arttırmaktadır.Kanserojen maddeler (kanser yapıcı) canlı organizmalarda yağ içinde birikir ve özellikle hayvansal kaynaklı fazla yağ alımı bu maddelerin vücuda girişini artırır.Cinsiyet hormonları yapısal olarak yağa benzerler.Yağın fazla alımı bu hormonların çalışma düzenini bozar.Özellikle kalın bağırsak-rektum kanserlerini ilerletici safra tuzları gibi maddelerin yapımı yağ alımı arttıkça artar. Yağın yakılmasıyla oluşan oksidasyon sonucu oluşan öğeler bağışıklık hücrelerinin yıpranmasına neden olarak kanser riskini arttırırlar.
“Bazı Kanser Türleri Hayvansal Proteini Çok Tüketen Ülkelerde, Hayvansal Proteini Az Tüketen Ülkelerden Daha Fazla Görülmektedir”
Aşırı et, dolayısı ile hayvansal proteini çok tüketen ülkelerde meme, rahim, prostat, kalın bağırsak-rektum, pankreas ve böbrek kanserleri, hayvansal proteini az tüketen ülkelerden daha fazla görülmektedir.Yağsız hayvansal protein tüketiminin kanserle ilişkili olmadığı bilinmektedir. Yağsız et, süt ve benzeri besinlerin tüketimi kanser riskini arttırmaz.
Vitaminler ve Kanser İlişkisi
 A vitamini :Yeşil ve sarı sebze ve meyvelerde, A vitamininin ön maddeleri karotenoidler bulunur. Bunlar güçlü antioksidan özelliği taşırlar ve vücutta A vitaminine dönüşürler. Hayvansal besinlerde de(karaciğer, süt yağı, yumurta sarısı gibi ) A vitamini bulunur. A vitamini ve özellikle A vitamininin ön maddesi karotenoidler kanserejen maddelerin etkisini azaltarak kanserin önlenmesinde etkindirler.
C vitamini :En fazla taze sebze ve meyvelerde bulunur. En çok C vitamini içeren besinler; kuşburnu, maydanoz, tere, roka ve diğer yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar, yeşilsivri biber, turunçgiller, domates, çilek ve patates’tir. C vitamini vücuda alınan kanserojenleri etkisiz hale getirir.

 E vitamini :Başta bitkisel yağlar, yeşil yapraklı sebzeler, özü alınmamış tahıllar, fındık, fıstık gibi kuruyemişler, kuru baklagiller olmak üzere çeşitli yiyeceklerde bulunur. Bazı toksik maddelerin etkilerini azalır, güçlü bir antioksidan olduğu için yağların ve hücrelerin oksidasyonunu (bozulmasını) önler.

 D vitamini :Karaciğer, yumurta sarısı, süt ve süt ürünlerinde az miktarda bulunur. Günlük beslenme ile D vitamini gereksinmesi karşılanmaz. En iyi kaynağı güneştir.
Düzenli güneşle temas ile derideki ön maddeden D vitamini oluşur ve gereksinmeyi karşılar. Düzenli güneşten yararlanarak vücutta yeterli D vitamini oluşumunun sağlanması ve yeterli kalsiyum alımı kemik kanseri riskini azaltır.

Kanser Oluşumuna Neden Olan Mineraller

Nikel :Hava ve suda bulunur. Aşırı alımı kansere neden olabilir.

Kurşun : Taşıtların egzozları, fabrika atıkları, boyalar en önemli kaynaklarıdır. Çevre kirliliği ile su ve besinlere geçerek vücuda alınır. En önemli kanserojenlerdendir.

Kadmiyum :Kentlerin kirli havasından ve fabrika atıklarından sulara ve besinlere karışarak vücuda alınır. Fazla alımı kanser oluşumuna neden olmaktadır.

Arsenik : Ani zehirlenmeler yaptığı gibi, az miktarlarda sürekli alımı deri ve akciğer kanser riskini arttırır. Fabrika atıkları ile hava, su ve besinlere karışarak vücuda alınır.

Asbest :Gemi, bina, taşıt, ev aletleri kaplamalarında önemli miktarda bulunur. Kaplamaların dökülmesiyle havaya yayılmakta, bu havanın solunmasıyla akciğer kanser riskini arttırmaktadır.

Kanserden Koruyucu Mineraller

 Selenyum : En çok su ürünlerinde ve kepeği ayrılmamış tahıl ürünlerinde bulunur. Dilyetle yeterli miktarda tüketimi kanserojenlere karşı ko- ruyucudur.

Çinko : En zengin kaynakları, ay çekirdeği, su ürünleri, etler, mantar, yumurta ve kuru baklagillerdir. Yeterli düzeyde çinko alımı, A vitamininin etkisini ve savunma sistemini güçlendirerek kansere karşı koruyucudur.

İyot : En iyi kaynağı iyotlu tuzdur. İyot yönünden zengin besinler; balıklar ve mantardır. İyot eksikliği tiroit bezinde kanser oluşturma riskini de arttırabilir.

Molibden : Vücudun gereksinimi çok düşüktür. En zengin kaynakları; kurubaklagiller, kepekli tahıl ürünleri ve koyu yeşil yapraklı sebzelerdir.

Bakır : En zengin kaynakları; etler, su ürünleri, kuru baklagiller, yağlı tohumlar, pekmezdir. Yetersizliğinde deride, beyin işlevlerinde ve kan hücrelerinin yapımında bozukluklar olur. Aşırı bakır alımı toksik olduğundan, kanserden korunmak için ek bakır alınması önerilmez.

Demir : Demirden zengin besinler; etler, su ürünleri, yumurta, yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, susam, pekmez, kuru meyvelerdir. Demir bazı kimyasal kanserojenlerin etkisini azaltır. Fazla alımı zararlı olabileceği için uygun miktarlarda alınması önerilir.

Kalsiyum : Kemik gelişimi ve sağlığı için en önemli besin ögesidir. Kalsiyumun en iyi kaynağı süt, yoğurt, peynir, dondurma, yeşil yapraklı sebzeler ve kuru baklagillerdir. Kalsiyum, kemik ve kalın bağırsak kanser riskini azaltır.

“Fazla Bira İçenlerde Kalın Bağırsak-Rektum Kanseri Daha Fazla Görülür”
Fazla bira içenlerde kalın bağırsak-rektum kanseri daha fazla görülür.Sert içkileri fazla tüketenlerde, ağız, baş ve boyun kanserleri sık görülür.Alkol tüketimi fazla olanlarda karaciğer kanseri sık görülür.Sigara ile birlikte alkol alışkanlığı kanser riskini daha da fazla arttırır. Alkol beslenme durumunu da olumsuz yönde etkilediğinden kanser riskini arttırıcı faktörler arasında yer alır.
Kanser Riskini Arttıran Besinler
Çevredeki  zararlı kimyasallar besinlerin yağlı kısımlarında birikir. Eğer yağlı kısım iyice ayrıldıktan sonra yenilirse, zararlı kimyasalların vücuda girişi azalır. Et ve peynirler ne kadar yağlıysa kanser yapıcı madde de okadar çoktur içinde.
·         Yağda kızartılmış besinler
·         Tuzlanmış besinler
·         Tütsülenmiş besinler
·         Nitrit, nitrat eklenmiş besinler(Salam, sosis vb.işlenmiş et ürünleri)
·         Ateşe çok yakın pişirilmiş kebaplar
·         Hamburger
·         Domuz eti ve yağlı tüm etler
·         Terayağı, içyağı
Kanser Riskini Azaltan Besinler Nelerdir?
Kanser Riskini Azaltan Sebzeler
·         Soğan, sarımsak
·         Lahana
·         Havuç, ıspanak
·         Marul, kıvırcık, salatalık
·         Pazı, asma yaprağı
·         Karnabahar, pırasa, şalgam, turp
·         Maydanoz, tere, nane, roka
·         Biber
·         Taze-kuru fasulye, bezelye
·         Bakla, mantar, patlıcan, enginar
·         Kabak
·         Domates, pancar, bamya
Kanser Riskini Azaltan Meyveler
·         Portakal, greyfurt, limon
·         Kuşburnu, böğürtlen, kızılcık
·         Elma, armut, ayva, erik
·         Kiraz, vişne, çilek
·         Kavun, karpuz
·         Üzüm, incir, nar,dut
·         Muz, hurma, yeni dünya
Kanser Riskini Azaltan Kuru yemişler
• Leblebi, kestane, badem, fındık, fıstık, ceviz ( dozunda tüketildiği taktirde.. )
Kanser Riskini Azaltan Tahıllar
• Kepekli ekmek
• Çavdar ekmeği
• Bulgur, yarma
Kanser Riskini Azaltan Hayvansal besinler
• Yumurta
• Yağsız peynir, çökelek, yoğurt

Kaynaklar:

  • 1.      Chemopreventive Effects of Tea in Prostate Cancer: Green Tea vs. Black Tea   :MolNutr Food Res. 2011 June ; 55(6): 905–920. doi:10.1002/mnfr.201000648.
  • 2.      Diet and breast cancer, Isabelle Romieu, MD, MPH, ScD :SaludPublicaMex 2011;53:430-439.
  • 3.      Nutrigenomics, Vitamin D and Cancer Prevention :J NutrigenetNutrigenomics 2011;4:1–11
  • 4.      GurungR.L , Lim S.N, Khaw A.K ; Thymoquinone ınduces telomere shortening, DNA damage and apoptosis in human glioblastoma cells, PLoS one. 12;5(8):e12124(2010).
  • 5.      Elif G. , KansereKarşıSavunmasızDeğilsiniz, PostigoYayınları, 2011


Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!