29 Ağustos 2013 Perşembe

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ÇAĞRI MERKEZİ KURULDU

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde muayene olmak isteyen hastaların çağrı merkezini arayarak sıra alınabileceğini söyleyen Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, hem randevu kapasitemiz hem hizmet kalitemiz hem de hasta memnuniyeti oranlarının arttığını belirtti. 

Üniversite hastanelerinde muayene olmak isteyen hastaların sabah erkenden uzun kuyruklar oluşturduğu dönemler Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde artık sonra eriyor. Randevu almak isteyen hastalara çağrı merkezi hizmeti başlattıklarını belirten Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, “Hastanelerimizde çağrı merkezi oluşturduk. Çağrı merkezi ile artık çok rahat randevu alınması mümkün. 508 3 508 numaralı telefon sayesinde, insanlar artık sabah 5’te gelip sıraya girmiyorlar, böylece sabah saatlerindeki yoğunluk yaşanmıyor. Öte yandan bu sistem sayesinde randevu kapasitemiz, hasta memnuniyetimiz ve hizmet kalitemiz arttı” dedi. 

Üniversite Mensuplarına “440 5 946” Çağrı Merkezi
Üniversitenin de çağrı merkezini oluşturduklarını kaydeden Prof. Dr. Erkan İbiş, “440 5 946 numaralı telefon, üniversite mensuplarına ve halka yönlendirme anlamında hizmet veriyor. Acil bir durum olduğunda, öğretim görevlisine merkezimiz yardım ediyor” diye konuştu.

Med-Index

28 Ağustos 2013 Çarşamba

GAZİ TIPTA AKILCI İLAÇ KULLANIMI STAJI VERİLİYOR

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde 5. Sınıf öğrencileri, “Akılcı İlaç” stajı alarak, doğru reçete yazmayı ve ilaç seçiminde dikkat edilmesi gereken kuralların eğitimini alıyor.

Gazi Üniversitesi Tıp fakültesinde 5. sınıf öğrencileri akılcı ilaç kullanımı eğitimi alıyorlar. Simüle hastaların üzerinde hastalıklar ve tedaviler hakkında verilen bilgileri yer alıyor. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zafer Güney, bir hafta süren stajda öğrencilere, ilk derste reçete yazma sınavı yapıldığını söyledi. Hastalıklar ve uygun ilaç seçimi hakkında bilgi verildiği ve bitirme sınavı ile stajın tamamlandığını kaydeden Güney, “Bu zamana kadar 600 öğrenciye verilen eğitimde, Dünya Sağlık Örgütünün yayınlamış olduğu akılcı ilaç kullanımı ile ilgili prensipleri ve bunların reçetede nasıl uygulanması gerektiğini anlatılıyor. Reçete yazarken nelere dikkat ediliyor. Öğrencilere mezun oldukları zaman sık karşılaşacakları hastalıklarla ilgili bilgi veriliyor. Hipertansiyon, sistit ve osteoartrit gibi sık karşılaşılan hastalıkların tedavi sürecinde doğru ilaç seçimini anlatıyoruz.” 

Reçete yazma yetkisinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Güney, “Yeni düzenlemeleri izlemek gerekiyor. Hangi ilaçların birinci, ikinci ve üçüncü basamak ilaçları olduğunu bilmek durumundayız” dedi. 

“Eğitimin Planlanmasında Görev Alan Bir Kurulumuz Var”
Bu kurulda yer alan tüm hocalar Akılcı İlaç Kullanımı konusunda çok deneyimli ve çok emekleri geçti. Kurulda yer alan tüm hocalara ve staj eğitiminde değerli desteklerini esirgemeyen herkese çok teşekkür ederim. 

“Kanıtı ve Kaynakları Kullanarak İlaç Verirken Nelere Dikkat Etmesi Gerektiğini Anlatıyoruz”
2006 -2007 eğitim öğretim yılından beri klinisyenlerle ortak eğitim verdiklerini belirten Güney, “Olgular veriyoruz, tanısı belli olan hastaya hangi ilaçları yazacaklarını soruyoruz. Kanıtı ve kaynakları kullanarak ilaç verirken nelere dikkat etmesi gerektiğini anlatıyoruz.” 

“Hangi Uzmanlık Alanında Olursanız Olun, Mutlaka Farmakokinetik Özelliklerini Bilmelisiniz”
Hastayı doğru bilgilendirmek çok önemlidir. Hastanın o anda kullandığı ilaçların listesini edinmek, ilaç etkileşimleri açısından son derece dikkat edilmesi gereken bir konudur. Hangi uzmanlık alanında olursanız olun, mutlaka ilacın farmakokinetik özelliklerini bilmelisiniz. İlaç nerede emildiğini ve nerede dağıldığını ilaç yazarken düşünmelisiniz” diye konuştu. 

Med-Index

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Dr. Mehmet Öz'den Dümdüz bir karın için 7 yol

1. Acı biber salçasıyla

Metabolizmanızı yeniden canlandırın Göbek yağlarınızı yok etmenin ilk adımı metabolizmanızı yeniden canlandırmak. Bedeninizin yağ yakma motorlarını acı biber salçası yiyerek ateşleyebilirsiniz. Bu çeşni, biberlerin acısına sebep olan ve yedikten sonraki 30 dakika boyunca metabolizmayı yüzde 20 hızlandıran bir kimyasal olan capsaicin içeriyor. Her sabah iki yemek kaşığı acı biber salçası yiyerek bu etkiden siz de yararlanabilirsiniz.


2. Yağ hücrelerinizi yeşil çayla küçültün


Organlarınızı kaplayan yağa omentum denir. Bu en tehlikeli yağdır çünkü tüm bedeninizde yanma yaratabilir. Omentumu oluşturan yağ hücreleri bedeninize daha fazla yağ girdikçe çoğalmazlar, bunun yerine genişler ve büyürler. Bu hücrelerin içindeki yağı boşaltarak büyümeleriyle mücadele edebilir ve göbeğinizi küçültebilirsiniz. Catechin ve CLA bir arada çalışarak bu aşamayı tetikler. CLA, bileşik linoleik asit anlamına gelir. Yağı azalttığı ve ince vücut ağırlığını arttırdığı görülmüştür. CLA, hücrelerinizin yağ bırakma işlemini düzenleyerek çalışır. Ek olarak, catechinler bedeninizin yağ yakmasını sağlar. Birlikte çalıştıklarında bu kimyasallar göbeğinizdeki yağı hedef almaya yardımcı oluyor. Catechinler yeşil çaydan alınabilir. Azami fayda sağlamak için her sabah iki fincan yeterli. Çayın 20 dakika demlenmesini bekleyin ve ılık için. Acı tadını sevmiyorsanız doğal tatlandırıcı katabilirsiniz. CLA, yemeklere ilave edilebilecek şekilde bulunabilir. Günlük 3 bin 400 mg yeterli.

3. Akasya tozuyla açlığınızı öldürün

Bu, göbek eritici kimyasalsız bir diyet hapına benziyor! Toz akasya ağacının kabuğunda bulunuyor ve aslında sallayıp dökebileceğiniz bir fiber. Yemeklerinizin üzerine serpin ve sizi tok tutmaya yardımcı olacak ve siz de daha az yiyeceksiniz. Yemeğiniz yanında büyük bir bardak su içmeyi unutmayın.

 



4. Sindirim yolunuzu turşuyla arındırın

Bağırsaklarınızda birçok çeşit bakteri bulunur. Bazı tipleri iyi ve sindirimimize yardım ediyor. Bazılarıysa kötü tipli. İyi ve kötü bakteri miktarı yediklerinize bağlı. Yanlış çeşit yemekler yemek bağırsakta kötü bakterilerin fazla büyümesine izin vererek bağırsak duvarlarınızda yanma yapabilir ve şişmeye yol açar. Yeni araştırmalar bakterilerin karın yağlarını da etkilediğini gösteriyor. Salatalık turşusu atıştırarak kötü bakterilerle mücadele edebilirsiniz. Bu gıdada bağırsaktaki zararlı büyümeleri önleyen ve yanmaları azaltan probiyotikler var. Düşük-tuzlu seçtiğinizden emin olun. Salatalık turşusu sevmiyorsanız aynı yararları lahana turşusundan da sağlayabilirsiniz.


5. Stresi azaltın

Vücudunuzun strese tepkilerinden biri de ekstra kalori depolamak. Özellikle de karnınızda. Günde 110 gram kırmızı şarap içerek stres hormonu olan kortizolu azaltabilirsiniz. Araştırmalar günün sonunda içilen bir kadehin gevşemenize yardımcı olarak stres seviyelerinizi düşürdüğünü gösteriyor. Ayrıca, yanmayı azaltan antioksidanlarla dolu.

 

6. Karın egzersizi yapın 

Karın egzersizi yaparken unutmamanız gereken bir şey var: Yüzünüz morarana kadar mekik yapabilir ama yine de istediğiniz sonuçları göremeyebilirsiniz. Karnınızı gerçekten sıkılaştırmanın tek yolu bu çabaları kardiyoyla birleştirmek.

 

 

7. Sulu gıdalar yiyin

Şişmeyle mücadelede diyetinize ıslak gıdaları katmak için aşağıdaki yemek planını kullanın:


* Kahvaltı

Acı biber salçası kahvaltınızı göbek eritici suyla birleştirin. Bir sürahi suya başlayın ve limon, kavun, nane ve böğürtlen ekleyin. Bu içecekten gün boyu yudumlayabilirsiniz


* Öğle yemeği

Doğranmış beyaz lahana ya da büyük marul yaprakları arasında salsa sosla hazırlanmış bir ıslak fasulye burrito yapın.

 

* Akşam yemeği

Sulu gıdalar yanlızca meyve ve sebzeler değil! Akşam yemeğinde bir hindi burger fena fikir değil. Tatlı olarak da portakalın tadını çıkartın.

 

23 Ağustos 2013 Cuma

EVİNİZDEKİ TERAPİST

Psikoterapistlerin terapi seansında danışanlarına Kognitif Terapi Modeli’nin nasıl uygulanacağını öğreten Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı, ülkemizde farklı bölge ve şehirlerde çalışan klinisyenlerin rahatlıkla terapilerine adapte edebilecekleri bir kaynak.

Evinizdeki Terapist, dünyanın her yanındaki okuyucuların kendi sorunlarını anlamaları ve çözmeleri, aynı zamanda da rahatsızlıklarının tekrarını önlemeleri için yazılmış bir psikoloji kitabı. Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı ise, ülkemizde farklı bölge ve şehirlerde, farklı ortam ve koşullarda çalışan klinisyenlerin rahatlıkla terapilerine adapte edebilecekleri bir kitap. Dr. Christine A. Padesky ve Dr. Dennis Greenberger tarafından yazılan “Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı” Dr. Emel Stroup tarafından dilimize kazandırıldı. 

Psikoterapistlerin terapi seansında danışanlarına Kognitif Terapi Modeli’nin nasıl uygulanacağını öğreten kitap, etkin dili sayesinde, teorik bilgi ile terapi odası arasındaki boşlukta köprü görevi görüyor. 

Dr. Emel Stroup çevirisini yaptığı “Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı” hakkında Med-Index’in sorularını yanıtladı. 

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Dr. Emel Stroup, American Board of Professional Psychology (ABPP) tarafından belgeli klinik psikoloğum. Bunun yanında Academy of Cognitive Therapy (ACT) uluslararası değerlendirme komitesinde yer almaktayım. Aynı zamanda European Federation of Psychologists’ Associations (EFPA) psikoterapi uzmanıyım. 2013 yılında yayınlanması planlanan DSM-5 Tanı Ölçütleri El Kitabı’nın dünya çapında test edilmesi projesinde tanı ve teşhise yönelik alan çalışmaları yapan klinisyenlerden biriyim. Humanite Psikiyatri Tıp Kliniği: Kognitif Terapi Birimi kurucusu ve başkanıyım. Aynı zamanda Humanite Psikiyatri Tıp Kliniği’nde klinisyen olarak hasta görmekteyim. CBTiSTANBUL'un kurucusu olarak, klinik psikoloji ve Beck yönelimli Kognitif Terapi alanında süpervizyon, eğitim, seminer ve konsültasyon vermeye devam ediyorum. Aynı zamanda, Okan Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı’nda öğretim üyesiyim.

Kitabın proje editörlüğünü üstelenerek Türkiye'ye getirmenizdeki etken nedir?
Öncelikle bu projenin çevirilmesini üstlendiğim için mutluluk duyuyorum ve bu projenin ruh sağlığı alanında çalışan tüm klinisyen ve terapistlere yararlı olacağını düşünüyorum. Evinizdeki Terapist'i, hastaların iyileşme sürecinden sonra kendi kendilerinin terapisti olmalarını sağlayarak nükslerini azaltmak amacıyla kullanıyorum. Hastalara yönelik olan Evinizdeki Terapist ile bütünleşen bu klinisyen elkitabı, terapistin kendi becerilerini geliştirerek hastalarına daha yararlı olması amacıyla Türkçe'ye adapte edildi. Ayrıca Türkiye'de ruh sağılığı alanında çalışan kişilerin kendi dilleriyle ve kendi kültürlerine uygun olarak böyle bir kitabı okuyabilmelerini sağlamak amacıyla Türkçe'ye çevirildi.


Kitabın çevirilmesinde amaç nedir? 
Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı, teorik bilgi ile terapi odası arasındaki boşlukta köprü görevi görmektedir. Ayrıca, Evinizdeki Terapist'i nasıl daha etkin kullanabileceğinizi öğretir.

Okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Evinizdeki Terapist ve Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı, tekrar tekrar kullanılabilecek ve okunabilecek kitaplardır. İki kitabın da, her klinisyenin kitaplığında olması gerektiğini düşünüyorum. Klinisyenler ve terapistler, hastalarıyla birlikte bu iki kitabı terapilerine paralel olarak götürebilirlerse, hastaların iyileşme süreçlerine büyük katkı sağlayacak ve nüks risklerini azaltacaktır. Bu şekilde hastalar, seans aralarında boş kalmayacak, öğretilerini pekiştirecek ve öğrenme süreçlerini terapi seanslarının dışında da devam ettirebileceklerdir. 

Kitabınızla ilgili nasıl geri bildirimler aldınız?
Birçok meslektaşım, terapi seanslarında da Evinizdeki Terapist'i kullanmayı tercih ettiklerini bildirdiler. Bu kitabın, danışanın terapi dışındaki süreçte de terapisini devam ettirmesini sağlarken, klinisyen elkitabının da psikoterapistlerin mesleki gelişimini devam ettirdiğini paylaştılar. Ayrıca, Evinizdeki Terapist'in danışanlar tarafından Türkiye ve Türkçe'ye diğer psikoloji gelişim kitaplarından daha yakın bulunduğunu belirttiler.

Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, müzik ve film sizce hangisi? 
David Burns'un yazmış olduğu 'İyi Hissetmek' kitabı, herkesin okuması gereken bir kitap. Bunun dışında, klinik psikoloji alanındaki tüm klinisyenlerin ve terapistlerin okuması gereken kitapların arasında, Judith Beck'in 'Bilişsel Terapi Temel İlkeler ve Ötesi' kitabını rahatlıkla önerebilirim.

Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
Ülkemizde sağlık haberciliğinin gittikçe popülerleşmekte olduğunu düşünüyorum. Bu bir yandan sevindirici bir haberken bir yandan da işinde ehil olmayan kişilerin yazdığı ve yaptığı bilgilendirmeler beni korkutmakta. Alanında uzmanlaşmış kişilerin yaptığı haberler çok bilgilendirici. Bu kendi alanım için de geçerli bir durum. Gün geçtikçe doğru ve bilimsel bilginin uzman meslektaşlarım tarafından haberleştirilmesi sevindirici. Sağlık haberlerinde haberi yapan kişinin mesleki yeterliliği bence çok önemli. En çok bilimsel bilgi olmasına dikkat ediyorum açıkçası. 

Türkiye’deki çalıştığınız alandaki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Klinik psikolojinin olduğu kadar, psikolojinin diğer alanlarının da önemli olduğu bir gerçek. Çok kıymetli hocaların yetiştirdiği, etik ve bilimselliği en öne koyan meslektaşlarım olduğu kadar, etiği ve bilimselliği bir kenara koyan klinisyenler de bulunmakta. Bu durum korkutucu bir tabloyu göz önüne koysa da, gelecek nesil klinik psikologların bu bilimsel ve etik çerçeveyi koruyacaklarını umuyorum.

Med-Index

22 Ağustos 2013 Perşembe

ANKARA'DA KRİMİNAL TEKNOLOJİ GELİŞTİRİLECEK ÜNİVERSİTE AÇILIYOR

Prof. Dr. Hamit Hancı ve Dr. Mehmet Hakan Sağlam
Anka Teknoloji Üniversitesinin adli tıp alanında kriminal teknolojiler ile siber güvenlik ve savunma sanayi alanında üç temel bölüm ile açılması planlanıyor.


İstanbul Adli Bilimler Eğitim ve Araştırma Vakfı tarafından Ankara'da kurulmasına karar verilen Anka Teknoloji Üniversitesi farklı ihtisas alanı, fakülte ve bölümleri ile diğer birçok üniversiteden ayrılıyor. 
Ankara'da kurulacak olan bu üniversite bir konsept üniversitesi olarak planlandığını belirten İstanbul Adli Bilimler Eğitim ve Araştırma Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. İ.Hamit Hancı konu ile ilgili şu bilgileri verdi: “Üniversite özellikle kriminal teknolojiler, siber güvenlik, savunma sanayi olarak üç ana bilimsel araştırma ve hizmet alanına hizmet verecek şekilde tasarlanıyor. Bu üç alanda da Türkiye'de gerek lisans düzeyinde gerekse Ar-Ge düzeyinde yeterli fakülteler bulunmuyor. Gelişen teknoloji ile birlikte kriminal teknolojiler de büyük değişiklikler gösteriyor, yeni alanlarda araştırma ihtiyacı ve kalifiye eleman ihtiyacı üst seviyelere çıkıyor. 

Üst Düzeyde Kriminal Uzman Yetişecek
Günümüzde işlenen suçlar arasında bilişim suçları önemli bir yer tutuyor. Yakın gelecekte ise işlenen toplam suçların yarısını bilişim suçları oluşturacak. Anka Teknoloji Üniversitesi, bu açığı kapatmak üzere üst düzeyde kriminal uzman yetiştirmeyi, bu konuda yine üst düzeyde araştırma geliştirme faaliyetinde bulunmayı hedefliyor. Ülkemizde inceleme yetersizliğinden dolayı en basit davalar yıllarca sürüyor. İnsanlar basit hatalardan ve inceleme yetersizliklerinden dolayı haksız cezalara maruz kalıyor.

“Ülkemizin Kriminal Teknolojileri Konusundaki Üst Düzey İhtiyacını Bilimsel Olarak Karşılayacak”
Anka Teknoloji Üniversitesi, ülkemizde bulunmayan, Avrupa ve Dünya üniversitelerine dahi sadece ihtisas üniversitelerinde bulunan adli bilimler fakültesi ile ülkemizin kriminal teknolojileri konusundaki üst düzey ihtiyacını bilimsel olarak karşılayacak. Bu özelliği ile de sadece Türkiye'den değil, tüm dünyadan öğrenci gelecek. 

Adli Tıp Kurumunun Yükünün Azaltılacak
Anka Teknoloji Üniversitesi, özellikle adli bilimler, adli bilişim teknolojileri ve adli mühendislik konularında gelişmiş ülkelerde var olan ileri teknolojilerin ülkemize adapte edilmesine katkıda bulunacaktır. Ayrıca, kurulacak AR-GE laboratuvarlarıyla şu an için sadece adli kurumlara hizmet veren Adli Tıp Kurumunun yükünün azaltılmasına, adliyelerde inceleme eksikliği nedeniyle karara bağlanamayan davaların hızla sonuçlanmasına önemli katkılarda bulunacak ve hemen her konuda adli bilimler uzmanları yetiştirecek.

Yazılım ve Yapay Zekâ Mühendisliği Bölümü Kurulacak
Siber âlemdeki güvenlik, ciddi bir ülke meselesi hâline geldi. Yeterli denetlemeler yapılamadığından, akıllı cep telefonları dâhil, bilgisayarlarımıza yapılan siber saldırılar önemli sorun oluşturuyor. Özellikle ülke güvenliği açısından sadece kamu kurumları değil, özel şirketler dahi ciddi seviyede siber güvenlik sorunları yaşıyor. Kurulacak olan yazılım ve yapay zekâ mühendisliği bölümü, ülkemizde daha önce hiç olmayan bu alanlardaki AR-GE faaliyetleri için tamamlayıcı bir bölüm olacak.”

Med-Index

20 Ağustos 2013 Salı

SAĞLIKTA MOBİL NEREYE GİDİYOR?

Sektörün en yenilikçi zirvesi olma özelliğini taşıyan Digital Health Summit Turkey’in Eylül ayında ikincisi gerçekleştirilecek. Zirvede, dijital kanalların günümüzde hızla öne çıkan "mobil” ve sağlık konusu ele alınarak, gelecek yıllarda bu alanda ne gibi gelişmeler olacağı üzerinde durulacak.

Dijital dünya hayatımızın bir parçası haline geldi. Artık her işimizi online çözer olduk. Hatta mobil telefonlar, bilgisayarların yerini alırken, bu alanda tüm sektörler firmaları kendilerini geliştirmeye başladı. Peki sağlık? Sağlıkta, mobil yenilikler neler sağlayacak? Akut ve kronik hastalık yönetiminde, doktor-hasta iletişiminde dijital kanallar ve mobil uygulamaların etkileri nelerdir? Hastaneler, ilaç ve medikal sektör ne gibi yenilikler sunacak? Gelecekte insanları mobil sağlık alanında, neler bekliyor?

Türkiye'nin ilk Dijital Sağlık Zirvesi’sinin geçen yıl yapılmasının ardından bu alandaki yenilikleri sunmak adına bu sene “mobil” konusu ele alınarak, 18-19 Eylül 2013 tarihinde ikincisi gerçekleştirilecek. Digital Health Summit Turkey 2013 toplantısında, mobil sağlık konusuna ve mobil sağlık ile kronik hastalıkların yönetimi, ilaç firmalarının stratejileri, hasta-hasta yakını deneyimleri gibi konular ele alınacak. Dijital uygulamaların ilaç ve sağlık sektörüne, pazarlama alanında sağladığı kolaylıklar, hukuki boyutu ve sektörün başarı hikâyeleri ile dijital yaklaşımın tüm boyutları interaktif şekilde anlatılacak. 

Türkiye ve dünyadan sağlık ve bilişim sektörünün önde gelen üst düzey yetkililerin katılacakları zirve hakkında moderatörlükleri üstlenen Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Elgiz Yılmaz ve Dr. Cenk Tezcan ile etkinliği düzenleyen PTMS Kurucusu Dr. Kıvılcım Kayabalı, Med-Index’in sorularını yanıtladı. 

İlk ve farklı toplantılar yapmak risk almaktır. Bu toplantıları yapmaya nasıl karar verdiniz?
PTMS (Pharma Tailor Made Services), aslında son 3 yıldır sağlık sektörüne yönelik dijital konular ile ilgili toplantılar düzenliyor. Bunlardan ilki 2010 yılında gerçekleşen ‘İlaç Sektörü Sosyal Ağlarda’ toplantısıydı. 

Geçtiğimiz yıl ise ‘Digital Health Summit Turkey’ markası oluştu ve uluslararası bir marka olma yolunda ilerliyor. Tabii her karar kendi içinde bir riskte taşır, ama risk almadan başarılı olmak ve aynı zamanda inovasyon mümkün değil. Robin Sharma’nın dediği gibi “En büyük risk, risk almamaktır.” Bu toplantı konsepti her zamanki gibi gelişen trendler doğrultusunda öne çıktı. Dijital sağlık, mobil sağlık önümüzdeki 5 yıl içerisinde Türkiye’de giderek önem kazanacak. Bu alandaki değerlendirmemiz ve yatırımlar bugünkünden çok farklı olacak. Toplantıdaki paylaşımların bir çok kişiye yeni bir vizyon kazandırdığını düşünüyorum.

İlk toplantınızda nelere değindiniz? Bu sene geçen yıldan farklılıklarınız neler?
Bu yıl geçtiğimiz yıldan farklı olarak mobil sağlık konusuna ve mobil sağlık ile kronik hastalıkların yönetimine ağırlık vereceğiz. Ayrıca hastaların sosyal ağlardaki deneyimlerini aktardıkları bir oturumumuz olacak. 

Son bir yıl içerisinde ilaç sektöründe çok sayıda başarılı proje gerçekleşti, dijital projeler kurum içerisinde etkili kullanılmaya başlandı. Bu konularda neler yapılacağına da ağırlık verilecek . Yine sektör dışından vizyoner konuşmacılarımız olacak.

Bu sene temanızı Mobil, olarak seçtiniz. Neden? Mobilin sağlık sektörüne ne gibi etkisi olacak? 
Mobilite, hemen her sektörde son 10 yılın yükselen değeri oldu. Gittikçe kişiselleşen bir sağlık sisteminde internetin, tabletlerin ve akıllı telefonların sağlığın sürdürülmesinde, hastalıkların uzaktan yönetilmesinde ve kronik durumlarla baş edilmesinde anlamlı bir yarar ve katma değer kazandırıyor.

Tıbbi cihazların cepte taşınabilecek kadar küçülmesi, internet hızının doktor-hasta görüşmelerine izin verecek kadar hızlanması ve interaktif medya cihazlarının ucuzlaması, doğru bir şekilde kullanıldığı zaman mobilitenin tamamlayıcı bir sağlık argümanı olarak karşımıza çıkmasını sağlıyor.

Gittikçe yaygınlaşan cep telefonu sağlık uygulamaları, hastanın hastalıkla ilgili verilerini düzenli bir şekilde sisteme girebilmesini, doktorun hastasını 7/24 kesintisiz izleyebilmesini, hasta okur yazarlığının artırılmasını ve en önemlisi kişilerin sağlıkları ile ilgili farkındalıklarının artırılmasını sağlayacak. Bu etkinlikte, uygulamalar ve uygulamaların yaygınlaştırılması için gerekli legal, teknolojik ve eğitim gereksinimleri konuşulacak. 

Bu toplantıya kimler katılmalı? Neden?
Digital Health Summit 2013 (DHS 2013) etkinliğine, sağlık dünyasındaki yenilikleri ve gelecek beklentilerini, mobil uygulamaların sağlık dünyasına katacağı katma değeri, sağlığın kronik sorunlarına teknolojinin sağlayacağı yeni çözümleri duymak isteyen; sağlık hizmet sunumunda sunumcu veya tedarikçi olarak yer alan tüm kurumlar, geri ödeme kurumları, ilaç dünyası, sağlık ile ilgili tüm sivil toplum örgütleri, hastaneler, sağlıkla ilgili meslek grupları, doktorlar, sağlık yöneticileri, kamu yöneticileri katılmalıdır. 

Toplantıyı Online izleme imkanı olacak mı? Olacaksa, sosyal medyadan soru alacak mısınız?
Dijital markalı ve mobil temalı bir sektör konferansı olduğumuz için geçen yıl olduğu gibi bu yıl da tabii ki online kanallardan soru, öneri, eleştiri, katkı almak istiyoruz. 

WEB ve sosyal medya adresleri: 
www.dhsturkey.com 
twitter.com/DHSTurkey 
www.facebook.com/DHSTurkey
www.linkedin.com/groups?gid=4226683

Med-Index

16 Ağustos 2013 Cuma

TÜRKİYE'NİN KANAYAN YARASI HEMATOLOJİ

Kemik iliği nakli için donör havuzlarının oluşturulması için ciddi yatırımlar yapılması gerektiği ancak Türkiye’de bu konu için yeteri kadar yatırım yapılmadığını söylen Hematoloji Uzmanlık Derneği Başkanı Prof. Dr. Süleyman Dinçer, “Türkiye için bunun kanayan bir yara olduğunu düşünüyorum. Halen donör havuzunun yeterince oluşturulamaması ve yeterli yatırım yapılmaması bir hüsran diye düşünüyorum. Yıllardır bir türlü bu konu için yatırım yapılmadı” şeklinde konuştu.

Türkiye’de 200 civarında hematoloji uzmanı olduğunu söyleyen Hematoloji Uzmanlık Derneği Başkanı Prof. Dr. Süleyman Dinçer, “Türkiye’de hematoloji ne yazık ki gelişmiyor çünkü yeterli personel ve doktor yok. 200 civarında hekimimiz var. Yeni hekim yetişmemesinin sebebi de hematoloji gibi zor bir branşın yeterince karşılığının olamaması ve her şeyin performansa bağlanması” dedi. 

“1 Ay Süre ile Yapılan Tedaviden Bahsediyoruz Birde Günde 10 Tane Yapabileceğiniz Bir Tedaviden”
Hematoloji için özellikle SGK ve Sağlık Bakanlığı’na çok iş düştüğünü belirten Dinçer şunları söyledi: “Şimdi bir miktar değişti ama bir zamanlar kemik iliği naklinin performans değeri 500 puandı, prostat ameliyatının 600, katarak ameliyatının ise 800’dü. Dengesiz bir performans ölçümü var. Şimdi çok fazla değişmedi, biraz arttırıldı ama 1 ay süre ile yapılan tedaviden bahsediyoruz birde günde 10 tane yapabileceğiniz bir tedaviden bahsediyoruz. Oranlarda ciddi farklılık vardı, biraz tersine dönmüş gibi oldu ama yeterli değil. Yapılan iş basit değil çok riskli iş.” 

“Donör Konusu Kanayan Bir Yara”
Kemik iliği nakli için donör havuzlarının oluşturulmasının önemli olduğunu Türkiye’de ise bu konu için yeteri kadar yatırım yapılmadığını söylen Dinçer, “Donör bulma zorluğu halen devam ediyor. Çünkü donör bulma işi yatırım işidir. Asgari, bir dönor testinin de 80 Euro gibi bir maliyeti var, bu 80 Euro’luk maliyeti birisinin karşılaması lazım, donörden alacak değiliz. Bu maliyet karşılanacak ki ortalama milyon düzeyinde bir donör havuzumuz olacak o zaman yaptığınız taramalarla kazanç sağlar ve yeni testler yapabilir hale gelirsiniz. Türkiye için bunun kanayan bir yara olduğunu düşünüyorum. Halen donör havuzunun yeterince oluşturulamaması ve yeterli yatırım yapılmaması bir hüsran diye düşünüyorum. Yıllardır bir türlü bu konu için yatırım yapılmadı” şeklinde konuştu. 

“Performans Geldi Bilimsel Yayınlar Geriledi”
Performans Sistemi’nden sonra özellikle bilimsel çalışmalarda gerilemeler yaşandığını belirten Dinçer, “Performans işin içine girdikten sonra her şeyde gerileme yaşandı. İnsanlar okuldan mezun oldukları zaman ne amacı vardır?  Tıp fakültesinden mezun olduktan sonra para kazanması için iki yöntem vardır, ya taşraya gidip muayenehane açacaklar ya da hoca olacaklar. 20 yıl bekleyecekler profesör olacaklar ve bir şekilde para kazanacaklar. Şimdi ikisi de kalktı. Taşraya giderlerse de bir şey kalmadı hoca olsalar da bir şey kalmadı. Üniversitede rahat çalışamaz oldular. Şimdi herkes duruyor. Özellikle İstanbul’da herkes oturdu hiçbir şey yapmıyor. Onun için de bilimsel yayınlarda da gerileme var” dedi. 

Med-Index

14 Ağustos 2013 Çarşamba

DÜNYA'DA VE TÜRKİYE’DE ECZACILIK NE DURUMDA?

Dünya'da ve Türkiye’de eczacılık alanında yapılan değişiklikler hakkında değerlendirmelerde bulunan Türk Eczacıları Birliği (TEB) Genel Sekreteri Harun Kızılay, ülkemizde eczaneler arasındaki gelir adaletsizliğinin bir an önce son bulması gerektiğini söyledi.


Sağlık alanında birçok sistem oluşturulmadan önce, hep yurt dışından örnek alınarak yapılır. Peki eczacılık açısında bakıldığında durum ne? Türk Eczacıları Birliği (TEB) Genel Sekreteri Harun Kızılay, yurt dışındaki eczacılık sistemleri ve ülkemizde yaşanan sorunlar hakkında Med-Index’e değerlendirmelerde bulundu. 

Türkiye’de eczacılık sisteminin yurt dışı ile karşılaştırılmadığını kaydeden Kızılay, “Avrupa’da ve birçok yerde uygulanan referans ilaç fiyatlandırması, Türkiye’nin bulduğu bir durum değil. Avrupa’da bu sistem yaklaşık 15-20 yıl önce başladı ve referans fiyat sistemi içerisinde kar oranları belli. Ülkemizde ise, ilaç fiyatları düştüğü anda eczacılık kar oranları da düşüyor. 

İlaç fiyatının yükselmesine dair bir talebimiz olamaz. Burada hibrit bir sistem uygulanıyor. AB ülkelerinde eczacıların kar oranları yüzde 20. İlaç fiyatları düştüğünde bu kar oranına ekstra bir ekleme yapılıyor. Fransa’da bu oran, kutu başı 53 Euro olarak belirlenmiş, Almanya ve İngiltere’de de buna benzer fiyatlandırma sistemleri var. Buna “hibrit karlılık” diyoruz. Türkiye’de de bu sisteme geçilmeli” dedi. 

“Eczacılık Bir Sanattır”
İlaç fiyatının belli bir oranının eczacılık hizmeti olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyen Kızılay, “Eczacılık, artık bu sistemle işlemiyor. Bunun yanında kutu başı kar oranı olmalı. Eczacılar ilaç fiyatlarının düşmesinden ya da yükselmesinden etkilenmemeli. 
Eczacılık, çok kar eden bir meslek grubu değil. Hayatımızı idame ettirecek, sosyal seviyemize uygun bir gelir elde edecek kadar, gelir istiyoruz. Zaten eczacılık bir sanattır. Sermaye odaklı değil mesleki bilgi ile yapılan bir iştir. Dolayısıyla eczacılar arasında gelir adaletsizliğinden kaynaklı bir uçurum oluşması, bizim açımızdan olumsuz karşılanıyor” diye konuştu. 

Med-Index

13 Ağustos 2013 Salı

Doğum Kontrol Yönteminde Sıra Erkeklerin

Ülkemizde gebelik istemeyen çiftler, doğum kontrol yöntemi için kadının korunmasına ağırlık verirken, yurtdışında erkeklerin tüplerinin bağlanması yöntemi gün geçtikçe yaygınlaşıyor. 

Bu yöntem, kadını psikolojik açıdan rahatlatırken, azalan gebe kalma korkusu çiftlerin cinsel yaşam kalitesini de artırıyor.

Avrupa Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi doktorlarından Op. Dr. Serhat Partalcı; erkeklerde doğum kontrolü yöntemi olan vazektominin (erkeklerin tüplerinin bağlanması) çocuk istemeyen çiftler için çok etkili bir yöntem olduğunu belirtiyor. Erkekte tüplerin bağlanmasının doğum kontrolü açısından faydalı ve azalan gebe kalma korkusu ile cinselliğin kalitesini artıran bir yöntem olduğunu vurguluyan Dr. Partalcı, aile planlaması çerçevesinde birçok doğum kontrol yöntemi kullanıldığını, geleneksel ve modern yöntemler olarak iki gruba ayrıldığını belirtiyor. Partalcı, ülkemizde modern yöntemlerden geri dönüşümlü, geri dönüşümsüz, hormonlu, hormonsuz olarak spiral (rahim içi araç), prezervatif, doğum kontrol haplarının, geleneksel yöntemlerden ise geri çekme ve takvim uygulamasının yaygın olduğunu dile getiriyor.

Nasıl Uygulanıyor?

Op. Dr. Serhat Partalcı; erkeklerde tüplerin bağlanmasının diğer yöntemlere göre çok avantajlı olduğunu, uzun süre ilaç kullanmayı gerektirmediğini ve kadınlarda tüplerin bağlanmasında uygulanan genel anestezi yerine lokal anestezi kullanıldığını söylüyor. Hastanede yatmayı ve istirahatı gerektirmeyen ameliyatta erkeklerin tüplerin bağlanmasının sperm kanalının sperm geçmesine engel olacak şekilde kesildiğini ve bağlandığını belirten Partalcı, tüplerin bağlatılması operasyonunun çok basit bir işlem olduğunu ancak çok dikkatli ellerde ve hijyenik bir ortamda yapılması gerektiğini vurguluyor. Op. Dr. Serhat Partalcı, işlemi yaptırmaya karar verirken bu işin sıklıkla yapıldığı yerlerin tercih edilmesi gerektiğini vurgularken enfeksiyon riskinin çok önemli olduğuna dikkat çekiyor. Kalıcı ve ömür boyu süren bir doğum kontrol yöntemi olduğunun altını çizen Partalcı, tedavinin etkisi hemen başlamayacağı için işlem yapıldıktan sonraki ilk 20 cinsel aktivite sonrası boşalma süresince (yaklaşık 3 ay) ek bir yöntemle korunmanın önemine değiniyor.

Türk Erkekleri Tüplerini Bağlatıyor mu?

Op. Dr. Serhat Partalcı; Avrupa’da ve Amerika'da yaygın olan bu yöntemin, ülkemizde çok fazla bilinmediğini, cinsel yaşamı olumsuz etkileyeceği düşüncesinin hakim olduğunu belirtiyor ve genellikle bu yöntemi 2-3 çocuk sahibi 40 yaş üzeri erkeklerin tercih ettiğini sözlerine ekliyor.

Kadınlar Sağlığına Ne Kadar Önem Veriyor?

Türkiye'deki kadınların çoğunluğu fiziksel sağlık durumundan genel olarak memnun. Buna karşın, kadınların üçte biri hayatında hiç jinekoloğa gitmemiş...

Sağlık ve iyi yaşam alanının lider şirketi Philips, kadın sağlığı üzerine Türkiye genelinde yaptığı yeni araştırma ile geçtiğimiz yıl açıkladığı “Sağlık ve İyi Yaşam Haritası”nı geliştirdi. 400’den fazla kadının katılımı ile 12 şehirde yapılan yeni araştırma; kadınların mevcut sağlık durumlarının ve meme kanserine yönelik farkındalık düzeylerinin tespit edilmesi amacıyla gerçekleştirildi.

Araştırma hakkında bilgi veren Türk Philips CEO’su ve Philips Sağlık Türkiye Genel Müdürü Willem Rozenberg, “Günümüzde kadınlar sağlık hizmetleriyle ilgili kararlarda ve harcamalarda çok büyük etki sahibidir, sağduyulu ve seçici müşterilerdir. Kadınlar sağlık hizmetlerinin esas müşterileridir, bunun nedeni sadece karmaşık sağlık yapılarına sahip olmaları değil, aynı zamanda genellikle aile fertlerinin sağlık durumlarını da yönetmeleridir. Kadınlar erkeklere göre daha uzun yaşar, dünya nüfusundaki oranları daha yüksektir ve hayatları boyunca sağlık kaynaklarını daha fazla tüketir.

Biz de bu bilgilerden yola çıkarak, toplumların sağlık ve yaşam kalitesini geliştirmeyi misyon edinmiş bir firma olarak, geçtiğimiz yıl Türkiye genelinde yaptığımız araştırma sonucunda açıkladığımız 'Sağlık ve İyi Yaşam Haritası'nı bu yıl da sağlık kadın sağlığı üzerine yaptığımız yeni araştırma ile geliştirdik. Türkiye’de yaşayan kadınların mevcut sağlık durumlarının ve meme kanserine yönelik farkındalık düzeylerinin tespit edilmesi amacıyla yaptığımız bu yeni araştırma; kadınların sağlık alanında yaşadığı sorunları ve beklentilerini anlamamıza ve bu doğrultuda ihtiyaçlarını doğru biçimde tespit etmemize fayda sağlayacaktır” dedi.

Kadınların Çoğu Sağlık Durumundan Memnun

Yapılan araştırmaya göre kadınların çoğunluğu (yüzde 62) fiziksel sağlık durumundan genel olarak memnun. Buna karşın, kadınların üzde 65’i yeterli düzeyde fiziksel egzersiz yapmıyor. Yüksek tansiyon, jinekolojik hastalıklar, eklem ağrıları ve meme kanseri görüşülen kişilerin önümüzdeki 5 yıl içerisinde sağlığı için tehdit oluşturacağından endişe ettikleri hastalıkların başında geliyor. Türkiye’deki kadınların yarıdan fazlası sağlık hizmetlerini kadınların ihtiyaçlarını karşılamada yeterli bulmuyor. Devletin kadın sağlığına yönelik olarak öncelik vermesi ve kaynak ayırması gerektiği düşünülen hastalıkların başında kanser geliyor, kanseri jinekolojik hastalıklar takip ediyor.

3 Kadından 1'i Hayatında Hiç Jinekoloğa Gitmemiş

Görüşülen kişilerin sadece üçte biri Türkiye’deki kanser teşhis ve tedavisine yönelik teknik ekipmanları yeterli buluyor. Kadınların yarıdan fazlası kanserden korunmak için hiçbir şey yapmıyor. Kadınların üçte biri hayatında hiç jinekoloğa gitmediğini söylüyor. Türkiye’deki kadınların yarıdan fazlası bugüne kadar meme kanseri taraması yaptırmak ve kontrol amacıyla bir doktora ya da sağlık kurumuna gitmediğini belirtiyor. Görüşülen kişilerin %38’i ilk mamografi için önerilen yaşı bilmiyor. Kadınların yüzde 78’i her yıl düzenli olarak mamografi çektirmenin meme kanseri teşhisine etkisinin büyük olduğunu düşünüyor. Benzer biçimde, erken teşhisin tedavi edilebilirlik üzerindeki önemine yönelik farkındalığın da yüksek olduğu görülüyor (yüzde 85).

Kadınların Yaklaşık Yarısı Meme Kanseriyle Tanışmış

Araştırma kapsamında görüşülen kişilerin yüzde 41’i daha önce kendisine veya bir yakınına meme kanseri teşhisi konduğunu söylüyor. “Üzüntü”, bu haber karşısında ilk hissedilen duyguların başında geliyor. Eşler kişiye kanser teşhisi konması durumunda bu durumun ilk paylaşılacağı kişi olarak belirtiliyor. Meme kanseri konusunda etkili bilgi kaynakları incelendiğinde, televizyon programları ve uzman doktorların bilgi alınan kaynakların başında geldiği görülüyor. Görüşülen kadınların yüzde 20’si ise meme kanseri hakkında hiçbir kaynaktan bilgi almadığını söylüyor.

Araştırma Notları

- Kadınların %62'si fiziksel sağlık durumundan genel olarak memnun.
- Kadınların %65’i yeterli düzeyde fiziksel egzersiz yapmıyor.
- Türkiye’deki kadınların yarıdan fazlası sağlık hizmetlerini ihtiyaçlarını karşılamada yeterli bulmuyor.
- Kadınların üçte biri hayatında hiç jinekoloğa gitmemiş.
- Türkiye’deki kadınların %78’i her yıl düzenli olarak mamografi çektirmenin meme kanseri teşhisine etkisinin büyük olduğunu düşünüyor.
- Kadınların %41’i daha önce kendisine veya bir yakınına meme kanseri teşhisi konduğunu belirtiyor.
- Kadınların yarıdan fazlası kanserden korunmak için hiçbir şey yapmıyor.

Stresi Doğru Beslenmeyle Atlatın

Stresi doğuran nedenlerden birinin de içinde bulunduğumuz yoğun çalışma temposu olduğu belirtiliyor. Uzmanlar, iş hayatında yoğun olarak hissedilen stresi beslenme programımızla yenebileceğimizi vurguluyor...

Beslenme ve Diyet Uzmanı Aylin Yılmaz, “Vücudun karşılaştığı herhangi bir tehdit karşısında savunma mekanizmasının gösterdiği tepki “savaş veya kaç” şeklindedir. Böylece herhangi bir tehdit veya stres unsuru karşısında, vücudun bir dizi faaliyeti olur” diyor. Solunum sayısının artarak, bedene daha fazla oksijen sağlandığını, kanda alyuvarların arttığını, beyne ve kaslara daha fazla oksijen taşındığını, kalp vurum sayısının artarak kan basıncının yükseldiğini ve bedenin gereken bölümlerine gerekli kan takviyesinin yapıldığını belirten Aylin Yılmaz, stresle başa çıkmanın yollarını şöyle anlatıyor:

Stresle ve stresin vücuda verdiği zararlarla başa çıkmada yediğiniz yiyeceklerin önemli rolü vardır. Eğer ağır stres altındayım diyorsanız sürekli stresle karşı karşıyaysanız beslenme alışkanlıklarınızı düzenleyerek enerji düzeyinizi, strese gösterdiğiniz tepkilerinizi ve genel sağlığınız üzerindeki kontrolünüzü arttırabilirsiniz.

Stresten Kurtulmak İçin Tüyolar

Stresten kurtulmak için hangi yiyecekleri tercih etmeli, hangilerinden uzak durmalısınız?

• Alkol, çay, kahve, gazlı içecekler yerine, su ve meyve suyu tercih edilmelidir.

• Beyaz ekmek, beyaz makarna ve beyaz pirinç yerine, kepekli veya tam buğday ekmeği, kahverengi pirinç kullanılmalı.

• Özel işlemden geçmiş ve hazır yiyeceklerden uzak durulmalı.

• Bisküvi, kraker, cips gibi abur cubur besinler yerine fındık, ceviz, badem gibi besin değeri yüksek kuru yemişler tercih edilmeli.

• Aşırı kırmızı et yerine tavuk ve balık tercih edilmeli.

• Tüm meyve ve sebzeler her gün tüketilmesi gereken besinlerdir.

• Şekerden ve tatlıdan uzak durulmalı bunun yerine meyve tercih edilmeli.

• Sigara ve alkol, düşünülenin tam aksine stresi gideren değil stresi daha da arttıran ve sağlığınızı tehdit eden en önemli unsurlardandır. Her ikisinden de mümkün olduğunca uzak durmak ve hatta hiç kullanmamak sağlınız için çok önemlidir.

• Beslenme alışkanlıklarınızı değiştirmenin yanı sıra doğru egzersizle de stresinizi azaltmayı başarabilir doğru nefes teknikleri ile stresinizi azaltabilir ve rahatlayabilirsiniz. Uzakdoğu’da benimsenen  “İnsanı tanımak için nefesini dinle” felsefesi de bu durumun bir kanıtı olarak düşünülebilir. Sakin insanlar ağır ve dengeli, sinirli insanlar yoğun ve yüzeysel, huzursuz ve endişeli insanlar yüzeysel ve kesik kesik, hırslı insanlar ise, dengesiz ve düzensiz nefes alırlar. Stres durumunu hissettiğinizde, siz de derin nefes egzersizleri yaparak, ağır ve dengeli nefes almaya çalışarak stresinizden kurtulabilir daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşama sahip olabilirsiniz.

Hamileyken Cinsellikten Korkmayın...

Kadınların pek çoğu bebeklerine zarar vereceği endişesiyle hamilelikte cinsellikten korkar. Ancak gebelik döneminde de sağlıklı bir cinsel yaşamın söz konusu olduğunu belirten uzmanlar, "Doğru seks, düşük riski getirmez, erken doğumu da tetiklemez" diyorlar.

Gebelikteki yanlış inanışlar veya çiftlerin korkularının hamilelikte seksüel yaşamı olumsuz etkilediğini belirten Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cem Fıçıcıoğlu, "Hekim tarafından aksi söylenmedikçe gebelikte normal yaşantıdan uzaklaşmamak ve ciddi kısıtlamalara girmemek gerekir" diyor.

Cinsel İstek Azalabilir

Gebelik sırasında anne adayında yaşanan fiziksel ve ruhsal değişimlerden cinsel isteğin de etkilenebildiğini söyleyen Prof. Dr. Fıçıcıoğlu, bu etkileşimin, gebeliğin bazı dönemlerinde azalırken bazı dönemlerde artış gösterebildiğini kaydediyor. Cinsel istekteki bu değişikliklerin anne adayında oldukça belirgin olduğunu anlatan Prof. Dr. Cem Fıçıcıoğlu, şu bilgileri veriyor:

"Düşük riski veya erken doğumu tetikleyeceğine olan inanç gebelikte cinsel yaşamın olumsuz etkilenmesine neden oluyor' diyor. Gebeliğe özgü kilo alma, çatlaklar, şişlikler, gebelik maskesi gibi bazı değişimler anne adayında ruhsal çöküntüye neden oluyor. Eşlerin tutumunun da bazen bu inancı tetiklediğini anlatan Prof. Dr. Cem Fıçıcıoğlu, konuyla ilgili şunları söylüyor: 'Unutulmaması gereken şey bu değişimlerin çoğunun doğum sonrası geçeceğidir. Aslında yapılan bazı çalışmalar daha önce hiç orgazm olamamış kadınları gebelikteki birlikteliklerinde orgazm olabildikleri gösterilmiştir. Bu nedenle eğer hekim tarafından kısıtlama getirilmemişse gebelerin cinsel yaşamlarını yumuşak bir şekilde yaşamalarında bir sakınca yoktur."

Bu Durum Erkekleri de Etkiliyor

Baba adaylarında da durumun benzer olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Fıçıcıoğlu, erkeklerdeki değişimi şöyle anlatıyor:

"Baba adaylarının bazılarında cinsel istek artarken, bazılarında ciddi azalma olur. Bu durum, kişinin hayata bakışıyla da paralellik gösterir. Yanlış inanışlar da bu durumu tetikleyebilir. Özellikle gebeliğin ilk üç ayında annede görülen bulantı, kusma ve halsizlik eşte üzüntü, acıma ve strese yol açar. Bu da cinsel yaşamın ikinci plana atılmasına neden olur. Gebeliğin son üç ayında ise hem annede oluşan fiziksel değişimler, hem de ilişkinin olası bir erken doğumu tetikleme ihtimalinden dolayı erkekte, ilişkiden kaçınma duygusu uyandırır. Gebelikte erkekte beklenen şey mantıklı ve şefkatli olmasıdır. Daha önceki gebeliklerde tekrarlayan düşük, erken doğum ya da düşük öyküsü olan kişiler ise gebelik sırasında ilişki konusunda dikkatli davranmak zorundadır."

Arko Nem, Facebook Sayfasında Ayça Şen'i Ağırlıyor!


Arko Nem, Facebook’taki takipçilerine keyifli bir yaz yaşatmak amacıyla yürüttüğü 1 Konu 1 Konuk projesinde bu hafta “Yaza devam” diyen Ayça Şen’i ağırlıyor.

Sosyal medyanın sevilen isimlerini Facebook sayfasında ağırlayarak takipçilerinin daha keyifli bir yaz yaşamalarına yardımcı olan Arko Nem, blog yazarı Alışveriş Cini’nden sonra yoluna Ayça Şen ile devam ediyor. 12-18 Ağustos tarihleri arasında 1 Konu 1 Konuk projesi kapsamında Arko Nem sayfasını yönetecek olan Ayça Şen, “Yaza devam” diyor ve kendi deneyimlerinden de yola çıkarak eğlenceli konulara değiniyor. Ayça Şen ayrıca, takipçilerden gelen soruları da bizzat çektiği eğlenceli video ile yanıtlıyor.

Siz de ünlüleri ağırlayan 1 Konu 1 Konuk Projesi’ni yakından izlemek ve 1 hafta boyunca Ayça Şen ile keyifli vakit geçirmek istiyorsanız Arko Nem Facebook sayfasını takip edebilirsiniz.

arkonem-aycasen

Bir bumads advertorial içeriğidir.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

TİMOKİNON KANSER HÜCRELERİNİ NASIL ETKİLİYOR?

Timokinon’un kanser hücrelerine ve bağışıklık sistemine etkisi üzerine yapılan araştırma sonuçları hakkında bilgi veren Uzman Diyetisyen Banu Topalakçı, çörekotunda bulunan Timokinon’un etki  mekanizması hakkında Med-Index'e konuştu.   

Bilim insanları, normal koşullarda, eğer sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahipsek, kolay kolay kanser olunmayacağını söylüyor. Kilit noktanın, sağlıklı bir bağışıklık sistemi olduğunun üzerinde duruluyor. Çörekotu tohumlarının bağışıklık sistemi üzerindeki olumlu etkileriyle ilgili bilimsel çalışmalar hakkında bilgi veren Uzman Diyetisyen Banu Topalakçı, şunları söyledi: “Birkaç kontrollü hayvan deneyinde, çörekotu tohum özütü verilen hayvanların çeşitli kanser yapıcı kimyasal maddelere karşı korunduğu ortaya konuldu. Çörekotu yağındaki doymamış yağ asitlerinin kombinasyonu da mükemmel, kan damarlarını oksitlenmeden korumak için formülünde neredeyse her şey var. Sağlıklı kan damarları ise sağlıklı kan akımı, o da sağlıklı bir beden anlamına gelir. Çörekotunda bulunan Timokinon, kanser hücrelerini ‘programlanmış hücre ölümüne’ yani hücre intiharına sürükleyip kanser kitlesinin büyümesini yavaşlatıyor.

‘Anticancer Research- Kanserden Korunmaya Yönelik Araştırmalar’ adlı dergide ABD kaynaklı bir araştırmanın makalesi şu başlıkla sunuldu: “Çörekotu tohumlarının hem işlenmemiş formu hem de ayrıştırılmış aktif maddeleri deneysel olarak tümör karşıtı etki gösteriyor!”

“Çörekotunun Üç Temel Mekanizmayla Anti-Tümör Etki Gösterdiği Ortaya Konuldu”
2010 yılında ‘Nutrition and Cancer- Beslenme ve Kanser’ adlı bilimsel dergide çörekotu tohumlarının esas etken maddesi olan ‘Timokinon’un hangi etki mekanizmaları ile kansere karşı savaştığını ortaya koyan bir review (bilimsel yayınların özeti) yayınlandı. Birçok çalışmanın özeti anlamını taşıyan bu reviewde, çörekotunun üç temel mekanizmayla anti-tümör etki gösterdiği ortaya konuldu. Birincisi ve en meşhuru, tümör hücrelerini ‘apopitoza’ yani ‘hücre intiharına’ zorlamasıydı. Patolojide buna ‘programlanmış hücre ölümü’ denir ve vücudun kansere karşı en önemli doğal savunma mekanizmasıdır. İkinci yol ‘anjiogenez inhibisyonu’ yani tümörün beslenmesini sağlayan yeni damarların oluşumunun engellenmesi. Tümör, büyümek için beslenmek, kanlanmak zorundadır ve bunu kendine yeni damarlar oluşturarak yapar, işte çörekotundaki bazı aktif maddeler bu oluşumu engeller. Üçüncü yol ise ‘hücre döngüsü arresti’, yani ‘hücre üremesinin durması’. Bununda anlamı şu: tümör büyürken, her bir hücre, özel bir büyüme döngüsüne girer ve bir hücre olarak girdiği o döngüden iki hücre olarak çıkar, bu şekilde de tüm tümör kitlesi büyür. Çörekotundaki Timokinon, bu döngüyü engelliyor ki bu yolak birçok kemoterapi ajanının da etki mekanizması aynı zamanda. 

Bu konuda yapılmış çok daha çarpıcı bir çalışma var ki bu araştırma sonuçlarına göre de; çörekotu Timokinon’un kemoterapi ilaçlarının en önemlilerinden bile daha etkili olduğu öne sürülüyor. Malezya Putra Üniversitesi’nde yürütülen bu hücre deneyi, insan rahim ağzı kanseri hücreleri üzerinde yapılmış.

“Timokinon Kanser Hücrelerini İntihara Sürüklüyor”
Bir yeni çalışmada Suudi Arabistan Riyad’da İnsan Kanserleri Genomik Araştırma Merkezi’nde yürütülen çalışmada; Timokinon’un, özel bir lenf kanseri türü olan ‘primer effüzyon lenfoması’ isimli, akciğer zarında fazla miktarda sıvı birikimiyle seyreden bir lenfoma türünün üremesini baskıladığı sonucuna varılmış.

Timokinon’un kanser hücrelerini intihara sürükleyip kanser kitlesinin büyümesini engellediği bir diğer insan kanseri türü ise ‘Multiple Miyeloma’ ismini verdiğimiz kemik iliği kanseri türü. 
Singapur’da, Ulusal Singapur Üniversitesi, Yong Loon Lin Tıp Fakültesi’nde 2010 yılında yapılan araştırma sonucunda; ‘Kemoterapi ilaçlarındaki en kaygı verici durum, ilaçların seçiciliği olmaması nedeniyle normal hücrelere de verdikleri zararlara bağlı yan etkiler. Normal hücrelere minimum toksik etki gösterecek yeni bileşkelerin keşfine daha fazla önem verilmesi gerekiyor.’ Sözünü ettikleri bu yeni bileşik ise, çörekotu tohumlarındaki Timokinon.

“Çörekotu, Yan Etki Göstermeden Kalın Bağırsaktaki Kanserleşme Sürecini Yavaşlatıyor”
Beyrut Amerikan Üniversitesi Biyoloji Departmanında yapılıp 2005 yılında ‘İnternational Journal of Oncology’ adlı yayında sunulan çalışmada; çörekotu Timokinonu’nun insan kalın bağırsak kanseri hücrelerinde kanserli hücre intiharının tetiğini çektiği ortaya konmuş. Yapılan çalışmalar istatiksel olarak değerlendirildiğinde görülüyor ki; çörekotu, yan etki göstermeden kalın bağırsaktaki kanserleşme sürecini yavaşlatıyor hatta engelliyor.

“Timokinon, Pankreas Kanseri Hücrelerinin Kemoterapi İlaçlarına Hassasiyetini Artırıyor”
Kemoterapi ilaçlarının bazıları kalpte olumsuz yan etkiler oluşturabiliyor. Yapılan bazı çalışmalarla, bu ilaçların kalbe toksik etkisine karşı çörekotu yağındaki Timokinon’un koruyucu olduğunu ortaya konulmuş. Timokinon’un, son birkaç yılın en korkulan kanser türlerinden olan pankreas kanserine karşı da etkili olduğuna dair bilimsel ipuçları var. ABD Wayne Eyalet Üniversitesi Patoloji Departmanı’nda yürütülen bu çalışmada, çörekotu Timokinon’un, pankreas kanseri hücrelerinin kemoterapi ilaçlarına hassasiyetini artırdığı gözlemlenmiş.

Çörekotunda bulunan Timokinon’un kanser tedavisindeki etkisi kanser tedavisinde en yaygın olarak kullanılan kemoterapi ilaçlarından biri ile bir çok çalışmada eş değer çıkmış. Aynı etkiyi yeşil çayda bulunan bileşikler de göstermekte.”

7 Ağustos 2013 Çarşamba

KAYARAK ÖZGÜRLÜĞÜ VE DİNGİNLİĞİ YAKALAYAN PSİKOLOG

Kayarak yoğun iş temposunun yarattığı stresten kurtulduğunu anlatan Fatih Üniversitesi Psikoloji bölümü öğretim görevlisi Yrd. Doç. Nalan Linda Fraim, farklı hobileri sayesinde kendini özgür ve dingin hissettiğini söylüyor.

İnsanların sorunlarını dinleyerek sorunlara çözüm getiren psikologlar, stresten uzaklaşmak için farklı hobiler ediniyorlar. Çocukluğundan beri  kayan, ata binen ve tenis oynayan psikolog Yrd. Doç. Nalan Linda Fraim, “Kaymak, stresle baş etmek için inanılmaz bir şekilde fayda sağlıyor” diyor. 

Hobisinin mesleğine ve hayatına olan katkısını anlatan Yrd. Doç. Nalan Linda Fraim, Med-Index’in sorularını yanıtladı.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Fatih Üniversitesi Psikoloji bölümünde Yardımcı Doçentim. Sağlık Psikoloğu, Evlilik ve Aile Terapistiyim. Çalışma alanlarım genç meme kanseri hastaları, HIV/AIDS, obezite, travma, domestik şiddet ve cinsel şiddet.

Hobiniz nedir ve ne kadar süredir yapıyorsunuz? 
Hobim kayak yapmak, hem kar hem de su kayağı. 8 yaşımdan bu yana kayıyorum. Kayak dışında binicilik de yapıyorum, aileden gelen bir atçılık kültürü olması sebebiyle biniciliğe ilgim var. Bunun dışında tenis oynamak ve balık tutmak da hobilerim arasında diyebiliriz. Kitap okumak, müzik dinlemek, sinemaya gitmek, artık hobi olmaktan çıkıp günlük sosyo-kültürel faaliyetler olduğundan dolayı, bunları  hobi olarak görmüyorum. 

Hobinizin mesleğinize katkısı oluyor mu?
Hobilerim, mesleğime katkıdan ziyade kalabalık kozmopolit bir şehirde yaşamaya katkı sağlıyor! Stresle baş etmek için inanılmaz faydası var. Örneğin, geçtiğimiz günlerde Makedonya'da Mavrovo bölgesinde kayak yapmaya gittim. Temiz hava sayesinde, kalabalık, trafik sorunları ve akademik yüklerimden kurtulmuş hissettim.  


Neden bu hobiyi seçtiniz?
Aslında kayağı bilinçli seçmedim. İlkokuldayken okulumuz tarafından düzenlenen Noel tatili için Uludağ'a gittim. Bu sayede kayak yapmak hoşuma gitti ve o gün bu gündür her fırsatta kayarım. Hatta yazları da kayaktan ziyade artık Wakeboarding yapmak çok daha keyifli geliyor. Kışın ise pistlerden inerken kendimi ve dünyayı unutuyorum. Kaymak ruhumu dinlendiriyor.

Yaptığınız hobi size ne hissettiriyor?
Özgür ve dingin hissediyorum. 


Tavsiye edeceğiniz kitap ve film nedir?
Demet Altınyeleklioğlu'nun "Hürrem: Moskof Cariye" adlı kitapla başlayan serisini okuyorum ve şu anda Hatice ile Pargalı'yı okuyorum. En son Taş Mektep'i seyrettim. Bu aralar tarihimize merak salmış durumdayım.

Tiyatro oyunu olarak Levent Ülgen ve Sedef Avcı'nın oynadığı, "Yatakodası Diyalogları", ikili ilişkilerde kadın ve erkek farklılıklarını, beklentilerini ve iletişimlerindeki sıkıntılarını dile getiren çok keyifli bir tiyatro oyunuydu.

6 Ağustos 2013 Salı

“TIP FAKÜLTELERİNE SAĞLIK İLETİŞİMİ DERSİ EKLENMELİ”

Tıp Fakültelerinde halen “İletişim dersi” okutulmadığına dikkat çeken “66 Soruda Sağlıkta İletişimin Gücü” adlı kitabın yazarı Yrd. Doç. Dr. Zülfikar Özkan, “Oysa tıp, insan ilişikleri üzerine kurulmuştur. Tüm sağlık personelinin iletişim becerilerini sürekli olarak geliştirmesi gerekir” diyor.

Sağlık iletişimi alanında yeterli çalışma yapılmadığını, tıpta iletişim konularının gerektiği kadar üzerinde durulmadığını kaydeden Üsküdar Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Zülfikar Özkan, “Sağlıkta İletişim Teknikleri” dersini verirken, sağlıkta iletişimin ne kadar önemli olduğunu fark ettiğini ve bu konuda çalışmalarının süreceğini belirtti. 
Yrd. Doç. Dr. Zülfikar Özkan , “66 Soruda Sağlıkta İletişimin Gücü” isimli kitabı hakkında Med-Index’in sorularını yanıtladı.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Gümüşhane'de doğdum. 1969 yılında Gümüşhane Lisesi’nden, 1972 yılında Erzurum Eğitim Enstitüsünden, 1978 yılında İstanbul Üniversitesi (İ.Ü.) Hukuk Fakültesinden, 1980 yılında İktisat Fakültesi Sosyal Siyaset Yüksek Lisans programından, 1989 yılında da İ.Ü. İktisat Fakültesi Doktora Programından "Doktor ( Ph.D)" unvanı ile mezun oldum. 1995 yılında Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu Spor Yöneticiliği Bölümünde Öğretim görevlisi olarak atanarak, bu görevde 2002 yılına kadar çalıştım. 
Birçok gönüllü kuruluşta yönetici olarak görev yaptım. Fen Bilgisi, Fizik, Hukuk, Sosyoloji ve İktisat tahsili yapmama rağmen ilgimi en çok iletişim ve psiko-sosyal alanlar çekti. Bu yüzden çalışmalarımı daha çok bu konularda sürdürdüm. Sürekli gelişme ve geliştirmeyi kendime misyon edindim. Kişisel ve sosyal gelişim konularında birçok konferans verdim ve halen bu faaliyetlerim sürdürüyorum. 

"Mutluluk ve Başarı Yolları", "Bilgeliğe Yöneliş -Kişisel Gelişimin Dinamikleri", “ Bilincin Gücü” “NLP Teknikleriyle Aile İçi İletişim”, “NLP Teknikleriyle Aile Sorunlarına çözüm Önerileri ve “Mutlu Yuva-Mutlu Yaşam” “Kazandıran Beden Dili” “İletişimde Kalp Köprüsü” ve “66 Soruda Sağlıkta iletişimin Gücü” olmak üzere yayınlanmış 9 kitabım var. “Sosyal İlişkilerle Terapi” adlı kitabım yakın zamanda yayınlanacak. Halen Üsküdar Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı olarak çalışmalarımı sürdürmekteyim. 



Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir?
Bu kitabımın temel amacı, doktorların, hemşirelerin, hasta yakınlarının ve hastaların dikkatini, sağlıkta iletişim konusuna çekmek. Çalışmamın hedefi, bu konuda daha fazla merak uyandırmak ve sağlık eğitimine katkıda bulunmak. 
Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde doktor ve hemşirelerden oluşan öğrencilerime “Sağlıkta İletişim Teknikleri” dersini verirken, sağlıkta iletişimin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Bu alanda yeterli çalışmaların yapılmadığını, tıpta iletişim konularının gerektiği kadar üzerinde durulmadığını öğrencilerimle konuşup tartıştım. Ne gariptir ki Tıp Fakültelerinde halen “İletişim dersi” okutulmuyor. Oysa tıp, insan ilişikleri üzerine kurulmuştur. Tüm sağlık personelinin iletişim becerilerini sürekli olarak geliştirmesi gerekir.

Devam kitabı yazmayı düşünüyor musunuz?
Evet, “Sağlıkta Sosyal İlişkilerle Terapi” isimli bir kitap daha hazırladım. Şu an basım aşamasında. Bu çalışmanın amacı, hastalıkların tedavisinde sosyal faktörlere dikkat çekmek ve merak uyandırmayı hedefliyorum. Ana hedefimiz, sosyal temas ile terâpi konusunda bir farkındalık oluşturmak. Terapilerde her zaman amaç, insanı anlamaktır. Terapi sonucunda kişinin hayatında sorun olarak gördüğü konularda kalıcı bir düzelme sağlanır. Bireyin sorunlara bakış açısı değişir.

Kitapta vermek istediğiniz mesaj nedir?
Sağlık personelinin başarısı, iletişim becerilerine bağlıdır. İletişimin önemi, hastalıkta başkalarına bağımlılık durumunun yaşanması nedeniyle, hasta açısından da artar. Bu sebeple, hastalara ve hastanın bakım ve tedavisi ile yükümlü olan meslek üyelerine, iletişime uygun çevrenin oluşturulması için yardımcı olmak istedim. Hasta ile etkili iletişimin kurulmasının çok önemli olduğunu vurguladım. 
Günümüzde artık, tıp ve hemşirelik mesleklerinde hastalarla ilişkileri geliştirmeye yönelik eğitimlere ilginin her geçen gün arttığını biliyoruz. Ayrıca hasta yakınları da iletişim becerilerini geliştirmek istiyor. Hastanın yakınları, çoğu zaman hastalık karşısında şaşkınlığa düşüyor; korku, acı, yalnızlık, umutsuzluk, kaygı, kızgınlık gibi çeşitli duyguları yaşıyor ve depresyona giriyorlar. İşte onların da güçlenmesi ve ihtiyaçlarına cevap verebilmek için bu çalışma yapıldı. 

Okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), sağlığın tanımını şu şekilde yapıyor: ”Sağlık, yalnızca hasta veya sakat olmamak değil, bedenen, ruhen ve sosyal yönlerden tam bir iyilik halidir.” 
O halde, kişinin tam sağlıklı olabilmesi için bedenen hasta veya sakat olmaması yetmiyor. Tanımda yer alan, sosyal iyilik, nerede, nasıl davranacağını ve sorumluluklarını bilen, insanlarla iyi ilişkiler içinde olup büyüğünü küçüğünü severek hoşgörülü davranabilen, çevresiyle barışık olma halidir. Sağlıklı insan çevresindeki tüm canlılarla iyi ilişkiler içindedir. Kısaca sosyal iyilik, kişinin toplumsal uyumudur. İnsanın sosyal yönden iyilik hali içinde olması da iletişim becerilerinin güçlü olmasına bağlıdır. 


Kitabınızla ilgili nasıl tepkiler aldınız?
Kitabımız beklediğimiz ilgiyi gördü. Bu anlamlı geri bildirimlere kitabımızın arka kapağında ve son kısmında yer verdik. Bu takdirler bizi yeni kitaplar yazmaya yönlendiriyor. Bu vesile ile okuyucularıma teşekkür ediyorum.

Kitabınız yazar olarak size neler kazandırdı?
Bu çalışma, önemsediğim ve sevdiğim sağlık personeli ile iletişim kurma yolunu açtı. Akademik etkinlilere katılma şansını yakaladım. Marmara Üniversitesi doktora ve lisan programında ilk defa “Sağlık İletişimi” dersini verdim. Ayrıca pek çok hasta ile kaliteli sohbet etme ve onlara yardımcı olma olanağına kavuştum.

Mutlaka herkesin okuması gereken kitap ve film sizce hangisi? 
Kitap olarak, Victor Frankl’ın, İnsanın Anlam Arayışı kitabını tavsiye ederim. Mitch Albom’un, Öğretmenin Mori’yle Salı Buluşmaları ve “Patch Adams” ı izlemelerini öneririm. 

Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
Sağlık haberleri çok seçilerek verilmelidir. İnsanlar çok çabuk bu haberlerin etkisinde kalıyor. Haberler insanın sağlığını olumlu da etkileyebiliyor olumsuzda. Bu sebeple olumlu ve moral verici sağlık haberlerine her zaman öncelik verilmeli. 

Sağlıklı iletişiminin olmazsa olmazı size göre nedir?
Sağlık iletişimi, başta tıp ve iletişim fakültesi olmak üzere okullara ders eklenmeli. Sağlık personeli şu hususlara mutlaka özen göstermeli : 
Hasta ile göz teması kurmalı 
Hasta ile yumuşak ses tonu ile konuşmalı
Hastaları eleştirmemeli
İstenilen bilgiyi vermeli
Güler yüz ifadesi sergilemeli
Hastalara sevgiyle ve sıcak bir şekilde davranmalı
Olması gerektiği kadar hastalarla görüşmeli ve temasta bulunmalılar.

Med-Index