31 Ekim 2013 Perşembe

Kalp ritminiz sağlığınızı ele veriyor

Fitness uzmanları sağlıklı bir kalbe sahip olmak için dakika/nabız sayısının kontrolüne dikkat çekiyor.

Sigara içmek, obezite ve “iyi” kolesterol olarak da bilinen HDL’in düşük seviyede olması en ölümcül hastalıklardan biri olan kalp hastalıklarının nedenlerinden sadece birkaçı. Bu nedenle bilmeliyiz ki, konu kalple ilgili olduğunda hayatımızdaki neredeyse bütün seçimler kalbimizin çalışma kalitesini etkileyecektir.

Amerikan Kalp Derneği'ne göre, dinlenir durumunda olan bir yetişkinin kalp atış hızının dakikada 60 ile 80 arasında olması gerekir. Bu kalp atış hızı yaşla beraber hızlanır, ancak fiziksel olarak zinde olan insanlarda veya atletlerde bu oran dakikada yaklaşık 50-60'a kadar düşer. Yağ yakımı ve kondisyon gibi hedeflere ulaşmak isteyenler; tam verim almak için nabız sayılarını hedeflenen bir aralıkta tutmalıdır.

Life Fitness  Akademi uzmanları daha sağlıklı bir kalbe sahip olabilmek için şunları öneriyor:
Bilgi Toplayın: İyi bir uykudan sonra, sabahki kalp atış hızınızı ölçün.Amerikan Kalp Derneği'ne göre teorik maksimum kalp atışını ölçmenin en kolay yolu 220'den yaşınızı çıkartmak. Bu maksimum değerin %60-80'i egzersiz sırasında olması gereken ideal kalp atış hızıdır. Egzersiz sonrasında yapılması gereken akıllıca bir şey ise kalp atış hızının egzersiz bittikten sonra ne kadar sürede normale döndüğünü ölçmek. Sağlıklı bir kalbin atış hızı bir dakika dinlenmeden sonra en az 30 atış düşmelidir.

Egzersiz: Kalp atışı hızlanıp, bireyin ideal kalp atış hızı oranında kaldığı sürece koşmak, yürümek veya bisiklet çevirmek gibi egzersizlerin herhangi bir kombinasyonu kalp için yararlıdır. Önemli olan ise devamlı olarak kalp atış hızını kontrol edip, kalbin çok hızlı ya da çok yavaş çalışmadığından emin olmak. Life Fitness kardiyo  cihazlarında bulunan Dünyanın tek digital kalp ölçüm sistemi 'Life Pulse' gerçeğe en yakın kalp ölçüm sonuçları sağlayarak egzersiz verimliliğinizi garanti altına alır. Diğer kardiyo aletlerinde de dokunmatik kalp atış hızı sensörleri mevcuttur ve Life Pulse kalitesinde olmasa da nabız kontrolünüzde size yardımcı olacaktır. Egzersizlerinizde Kalp ritminizi mutlaka bu ölçüm sistemleriyle kontrol altında tutun. Hedefinizden fazla çalışıp kalbinizi yormanızı ya da verimsiz egzersizle zaman kaybınızı nabız ölçüm sistemi engelleyecektir.

Rahatlayın: Araştırmalara göre stres; kalbe zarar veren yüksek tansiyon, aşırı yeme, egzersizden kaçınma ve diğer sağlıksız yaşama koşullarına yol açıyor. Yeterli uyumak, düzenli olarak spor yapmak ve başka sağlıklı hobiler edinmekle beyninizi ve vücudunuzu rahatlatabilir ve stres seviyenizi kontrol altına alabilirsiniz.

Doğru Beslenin: Vücudumuzun ihtiyacı olandan daha fazla kolesterol içeren lezzetli, ancak yağlı yiyeceklerle çevriliyiz. Amerikan Kalp Derneği, toplam yağ (özellikle trans yağlar), kolesterol ve sodyum alımını kısıtlayan ve önemli miktarda meyve, sebze, lifli ve tam tahıllı gıdaların alımını vurgulayan kalp için sağlıklı diyet öneriyor.

Parlak bir cilt için yapılması gerekenler

Doğal ışıltının kaynağını gıdalarda, sporda ve vitaminlerde arayın…

Sağlıklı, canlı ve parlak bir cilt hepimizin hayalidir öyle değil mi? Dergi karıştırırken, internette oyalanırken, televizyon seyrederken karşımıza çıkan ünlülerde ilk fark ettiğimiz genelde sağlık fışkıran güzel yüzleri, pasparlak, belirgin elmacık kemikleri ve aydınlık taşıyan bakışları oluyor. Güzel görünen bir cilde kavuşmak aslında hayal değil… Bunun için yaşam tarzınızda yapacağınız birkaç değişiklik ve doğru ürünleri kullanmak yeterli!

Tabii içten gelen bir ışıltı için en başta cildin sağlıklı olması gerekiyor. Çünkü sağlıklı cilt kendini hemen belli ediyor. Unutmayın ki insanın mutlu olması ve kendine güvenmesi de güzel görünmesinin altında yatan etkenlerden. Öyleyse haydi, gülümseyin, mutluluğunuz yüzünüze yansısın…

Doğru beslenme
Dengeli beslenmek ve bir takım gıdalardan uzak durmak cildiniz için büyük önem taşıyor. Yağlı yemekler, gazlı içecekler yasak! Tamam, arada kendinize müsaade edebilir, aşırıya kaçmadan size çok çekici gelen o patates kızartmalarından atıştırabilirsiniz. Ama aklınızın bir köşesinde bebek gibi bir cilde kavuşma hayalleriniz olsun… Peki, o zaman hangi gıdalara yönelmeliyiz? Sebze ve meyveler listenin üst sıralarında. Özellikle böğürtlenin içindeki antioksidanların cildi yaşlılığa karşı koruduğu iddia ediliyor. Havuç malum, içinde bol miktarda A vitamini var ve cilde çok iyi geliyor. Somon balığı da zengin bir Omega 3 kaynağı… Hücreleri sağlıklı ve formda tutuyor. İçeceklere değinecek olursak bitki çayları ama özellikle de yeşil çay cilt kanserine yol açan serbest radikallerin ortadan kaldırılmasında büyük rol oynuyor. Ayrıca cilt hücrelerinin sağlığı açısından da faydalı bir içecek.

Su, su ve yine su!
Su içmenin önemi hakkında yorum yapmaya gerek var mı? Günde en az sekiz bardak su içmek hem sindirim sisteminiz için çok faydalı hem de cildin nem kazanması, kurumaması için şart. Yeteri kadar su içip içmediğinize çok basit bir gözlemle karar verebilirsiniz. İdrarınız rengine bakın. Eğer koyu renkse yeteri kadar içmiyorsunuz demektir.

Vitamin takviyesi 
Eğer düzenli besleniyorsanız normal şartlarda vitamin takviyesine ihtiyacınız yoktur. Kışın bazen kendimizi güçsüz hissederiz veya hastalık sonrası toparlanmak için biraz takviye almayı tercih edebiliriz. Cilt problemleri söz konusu olduğunda da dermatologlar vücudun vitamine ihtiyacı olduğunu saptayabiliyorlar. Mesela A vitamini eksikliği (havuçta olduğunu söylemiştik) yüzünüzde siyah ve beyaz noktaların çıkmasına yol açabiliyor. Işıltı eksikliği de demir gibi (tüm kadınların problemi değil midir, demir eksikliği?) bir takım vitaminlerin eksikliğine işaret eder. B vitaminlerinin de cilde olan pozitif etkilerinden bahsedilir hep. Unutmayın, vitamin almadan önce mutlaka doktorunuza danışmanız gerekir.

Cilt bakımı ve spor
Yeni spor yapmış insanların ne kadar sağlıklı göründüklerini hiç fark ettiniz mi? Fiziksel aktivite vücudu çalıştırıyor, kalp atışlarının hızlanmasıyla yüzümüz de renk alıyor. Ancak, spor hayatımızın önemli bir parçasıysa cilt bakımı rutinimizi de ona göre düzenlemeliyiz. Yüzümüzü günde iki kez bol suyla yıkamalı, gözenekleri kapayan ter damlacıklarından kurtulmalıyız mutlaka. Arada bir duş almak da cildinizin parlamasını sağlar. Yeter ki cildi nemli tutun ve duş sonrası hemen nemlendirin. Ilık suyla yıkamaya ve cilt tipinize uygun bir temizleyici ürün kullanmaya gayret gösterin. Ayrıca, yüzünüzü yıkarken cildinizin temizlik ürününden tamamen arındığından, hiçbir kalıntı kalmadığından emin olun.

Hayatınızda uygulayacağınız bu değişikliklere hemen alışacak, kendinizi daha sağlıklı ve zinde hissedeceksiniz. Sonuçları sizi mutlu edecek çünkü hem ışıl ışıl gülümseyecek, hem de güzelliğinizle büyüleyeceksiniz!

Sağlıklı bir cilt için beslenme tüyoları

Sağlıklı cilt, güçlü saçlar gibi birçok özelliğe sahip olmanın yolu sağlıklı beslenmeden geçiyor.

Beslenme uzmanı Nil Şahin Gürhan, “Sağlıklı saçlar, güzel tırnaklar, canlı bir cilt, enerjik bakışlar ancak yeterli beslenmeyle mümkün olur” diyor ve ekliyor: “Beslenme şekliniz cildinizin, saçınızın, tırnaklarınızın güzelliğini belirler.” Gürhan, bunları söylemekle kalmıyor sağlıklı bir cilt, parlak gözler için müthiş beslenme tüyoları da veriyor. Tabii bunları düzenli uygulamanız şartıyla...

*Her sabah kahvaltıda bir adet yumurta tüketin.

*1-2 tatlı kaşığı tahinpekmez karışımı etkili ve parlak bakışlar için ilk adım.

*Her gün bir adet taze havuç yiyin.

*Yemeklerde, çayda, salatada gün içinde bir adet limonun suyunu kullanın.

*Öğlen akşam öğünlerinin en az birinde salata olsun. Ve salatalarınıza mutlaka zeytinyağı ilave edin.

*Her gün bir fincan Türk kahvesi günü dinç ve enerjik geçirmeniz için keyifli bir yardımcıdır.

*Öğleden sonra; öğlen ile akşam yemeği arasında bir su bardağı süt veya yoğurt tüketmek, günün en yoğun ve yorgunluğun en çok hissedildiği bu zaman diliminin rotasını değiştirir.

*Haftada 2-3 gün balık güzelliğinizi desteklediği ölçüde dimağınızı da güçlendirir. Akıllı ve güzel olmayı kim istemez!

NORMAL HÜCRELERİN KANSER KÖK HÜCRESİNE ŞAŞIRTICI DÖNÜŞÜMÜ

Vücudumuzdaki bazı hücrelerin, henüz bilinmeyen nedenlerle kök hücrelere çok benzeyen özellikler kazanarak, hem kanser oluşumunda hem de kanserin vücuda yayılmasında (metastaz) rol oynadığını belirten Dr. Albert Donnenberg, bu araştırmaları klinikte uygulanabilir hale getirmeye çalıştıklarını ve kanser oluşumunda kök hücre transformasyonunu araştırmaya devam ettiklerini kaydetti.

Hematoloji Uzmanlık Derneği tarafından 9-13 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen 4. Uluslararası Avrasya Hematoloji Kongresi'nde; hematoloji, onkoloji ve kemik iliği nakli (kök hücre nakli) konusunda tüm yenilikler tartışıldı. 

Temel uzmanlık alanları hücresel tedaviler ve kök hücre biyolojisi olan Prof. Dr. Albert D. Donnenberg, kongreye katılarak kanser kök hücreleri üzerine çalışmaları ve deneyimleri hakkındabir sunum yaptı. Konuşmasından sonra gerçekleştirdiğimiz söyleşide Dr. Donnenberg, bilim insanlarının halen kök hücre ve kanser arasındaki bağlantıyı tam olarak anlamaya çalıştıklarını ve bu ilişkinin başlangıçta düşünüldüğünden çok daha karmaşık olabileceğini belirtti. 
Kök hücre olmayan bazı hücrelerin, çeşitli mekanizmalarla kök hücreye transforme olabildiklerine dair kanıtlar olduğunu kaydeden Dr. Donnenberg, “Bu önemli olabilir, çünkü vücutta çeşitli bölgelere seyahat edebilen bu hücreler daha sonra kök hücreden epitelyal kanserlere dönüşebilen ve metastaza neden olan hücreler olabilir” dedi.

Kök hücre ile kanser ilişkisi üzerindeki araştırmaların yoğun bir şekilde sürdüğünü ve bu araştırmalardan elde edilen verilerin, kanser tedavisinde yeni yaklaşımların geliştirilmesinde kullanıldığını dile getiren Donnenberg, şu bilgileri verdi: “Bir hücre var ve bu hücre bazı mekanizmalarla kök hücreye benzeyen bir yapı ve özellikler kazanıyor, vücutta geziyor ve sonra bir şekilde tümörü başlatan bir hücreye dönüşerek kansere neden oluyor. İşte tam olarak, bu hücrenin önce kök hücreye sonra bir kanser hücresine transforme olmasına neden olan süreci anlamaya çalışıyoruz. Sürecin başlangıç aşamalarını tam olarak çözersek, ikinci adım olarak bu süreci bloke edebileceğimiz, yani müdahale edebileceğimiz bir nokta bulmak gerekiyor. Dolayısıyla burada tedaviden bahsediyoruz ve elbette bu tedavinin kesinlikle en az toksisite, yani hastaya en az zararla sonuçlanması gerekiyor.

Elimizdeki ipuçlarından bir taneside, bu süreçte enflamasyonun (yangı) rol oynadığına dair bilgiler. Bu konuda kesin bir kanıt henüzyok, sadece çeşitli araştırmalardan biriken bazı veriler var. Belki, enflamasyonu konrol altına alarak, epitel hücresininkök hücreye ve ardından kanseri başlatan hücreyedönüşümüne neden olan süreciengelleyebiliriz diye düşünüyorum."

Zhou C ve ark. (Oral Oncol, 2012) ve Shigdar S ve ark.’nın (Cancer Lett, 2013) çalışmaları, bu konudaki güncel yayınlara örnek olarak verilebilir.


Kaynaklar:
1. Oral Oncol. 2012 Nov;48(11):1068-75. 
Inflammation linking EMT and cancer stem cells.
Zhou C, Liu J, Tang Y, Liang X.

State Key Laboratory of Oral Diseases, West China Hospital of Stomatology, Sichuan University, No 14, Sec 3, Renminnan Road, Chengdu Sichuan 610041, People's Republic of China.

Abstract
Similar to actors changing costumes during a performance, cancer cells undergo many rapid changes during the process of tumor metastasis, including epithelial-mesenchymal transition (EMT), acquisition of cancer stem cells (CSCs) properties, and mesenchymal-epithelial transition (MET). Such changes allow the tumor to compete with the normal microenvironment to overcome anti-tumorigenic pressures. Then, once tissue homeostasis is lost, the altered microenvironment, like that accompanying inflammation, can itself become a potent tumor promoter. This review will discuss the changes that cancer cells undergo in converting from EMT to CSCs in an inflammation microenvironment, to understand the mechanisms behind invasion and metastasis and provide insights into prevention of metastasis.

2. Cancer Lett. 2013 Aug 11.
Inflammation and cancer stem cells.
Shigdar S, Li Y, Bhattacharya S, O'Connor M, Pu C, Lin J, Wang T, Xiang D, Kong L, Wei MQ, Zhu Y, Zhou S, Duan W.
School of Medicine, Deakin University, Pigdons Road, Waurn Ponds, Victoria 3217, Australia. Electronic address: sarah.shigdar@deakin.edu.au.

Abstract
Cancer stem cells are becoming recognised as being responsible for metastasis and treatment resistance. The complex cellular and molecular network that regulates cancer stem cells and the role that inflammation plays in cancer progression are slowly being elucidated. Cytokines, secreted by tumour associated immune cells, activate the necessary pathways required by cancer stem cells to facilitate cancer stem cells progressing through the epithelial-mesenchymal transition and migrating to distant sites. Once in situ, these cancer stem cells can secrete their own attractants, thus providing an environment whereby these cells can continue to propagate the tumour in a secondary niche.

29 Ekim 2013 Salı

Hayallerinizin gelinliğini seçmeye başlayın

İşte size hayallerinizi süsleyeceğini düşündüğümüz bir kaç gelinlik modeli...

Hazırsanız; evlilik koşturmasının en keyifli ve heyecan dolu seçimine geldi sıra;

Gelinlik Seçimi…
Daha evlilik teklifini dahi almadan, hatta küçük yaşlardan itibaren gelinlik hayalleri içerisinde olduğunuzu biliyorum. Biz kadınlar böyleyiz. Bazen bir filmde, bazen katılmış olduğumuz bir düğünde, bazen de gazetede gözümüze çarpan bir gelinliğe  “işte bunu istiyorum” cümlesini defalarca kurmuşuzdur. Bu büyük gün için kusursuz olmak her kadının hayali!  İşte şimdi ise hayalleri gerçekleştirme zamanı…

Hayatınızın en özel gününde size eşlik edecek, sizi gecenin prensesi haline getirecek olan gelinliğinizi seçmek göründüğü kadar da kolay değildir.  Tabii ki bu özel gecede rüya gibi bir gelinliğin içinde tüm bakışları üzerinize toplamak isteyeceksiniz.  Öyle olacağınıza hiç şüphe yok! Yalnız gelinlik alışverişinizin kâbusa dönmemesi için bazı hususları sizlerle paylaşmak istiyorum; sonradan pişman olmamak için aşağıdaki tüyoları dikkate almanızı öneririm… Gelinlik alışverişi sizi yoran, strese sokan bir koşturma değil, sizi hayallerinize yaklaştıran, mutluluk veren bir süreç olmalıdır.

Gelinlik modellerinin çeşitliliği ve fiyatlarının değişkenliğini görünce aklınız karışabilir. Peki, bu kadar çok alternatif içinden hangi gelinliği seçecek ve nelere dikkat edeceksiniz?

Her şeyden önce gelinlik için belirlemiş olduğunuz bütçeyi oluşturmalı ve ona sadık kalmalısınız.

Gelinlik araştırmanıza ilk etapta yalnız çıkın! Yani tarzınızı ve hayalinizi keşfedene kadar modaevlerini tek başınıza gezin;  deneyin çıkarın, gene deneyin gene çıkarın…

Ta ki hayalinizdeki tarzı ve modeli hissedene kadar… Gelin adayları genelde kalabalık bir grupla gezmeye başlıyor; her kafadan bir ses çıkması kendi fikrinizi etkiliyor. Sonuçta o gelinliği siz giyeceksiniz, tamamı ile sizin ruhunuzu ve sizin hayallerinizi yansıtmalı!  Siz hayalinizdeki modeli keşfetmeye başlayınca anneniz veya fikrine güvendiğiniz diğer yakınlarınızdan fikir alabilirsiniz. Son kararı hep birlikte vermenin keyfine varın!

Cesur olun! Her gelinliğin askıda farklı, üstünüzde farklı olabileceğini unutmayın. Deneyin… Belki de “hayatta bana yakışmaz!” dediğiniz model sizi hayallerinize kavuşturacak.

Vücudunuzu tanımalı ve vücut kusurlarını kapatan, boyunuza ve kilonuza gidecek bir modeli seçmelisiniz. Böylece daha alımlı ve muhteşem görüneceksiniz.

Gelinliğinizi seçerken kendiniz olmalısınız; tarzınıza uyan, içinde rahat ve mutlu olacağınız bir modele yönelin.

Gelinliğinize karar vermeden önce düğününüzün tarzı ve yeri az–çok belli olmalıdır. Düğünün tarzı gelinlik seçiminizi etkiler. Kır düğününe giyilecek gelinlikle, otelde yapılacak kutlamaya seçilen gelinlik kumaşından süslemesine kadar farklı olacaktır.

Gelinlikte modaya inanır mısınız bilemem ama seçeceğiniz gelinlik modeli sezonun modasını değil sizin tarzınızı ve kişiliğinizi yansıtmalıdır. Normal hayatınızda çok sade giyinen biriyseniz, gelinlik seçiminde ağır ve işlemeli bir model seçmeniz, sizde emanet görüntüsü oluşturur.

Gelinlikte doğru kumaş seçimi de önemlidir. Yaz düğünlerinde rahat hareket edebileceğiniz şifon, ipek, organze, tafta gibi hafif kumaşları, kışın ise mikado, saten düşes, saten, krep gibi daha dolgun ve tok duran kumaşları tercih edebilirsiniz.

Modeller konusunda aklınız karışıyorsa ve ne istediğinize karar veremiyorsanız bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu; farklı tarzda gelinlik mağazalarına gidip değişik modeller denemek olacaktır. Birinde  mutlaka “ işte bu” diyeceksiniz.

Gelinlik mağazalarının birçoğu randevu sistemi ile çalışır; gitmeden önce randevu almayı unutmayın ki modacınız tüm enerjisini ve dikkatini size verebilsin…

Gelinliğinizi düğünden 2 gün önce almanız, olası düzeltmeler için size zaman kazandırır.

Gelinlik modelinizi belirlerken damat adayı ile yan yana olduğunuzdaki fiziki görünüm ve uyumu da dikkate almalısınız.

Gelinliğinizi diktirme haricinde hazır da alabilirsiniz. Belki de birbirinden güzel ve çekici hazır gelinlikler arasından hayalinizdeki gelinliği kolayca bulacaksınız. Hazır gelinlikler sonuçta daha pratik, üstelik üzerinize tam oturmayan kısmını modelde oynama yaparak size uygun hale getirmek kolaylıkla mümkün! Ama tabi ki size özel farklı bir tasarım istiyorsanız Houte Couture tasarımlara da bakmanızı tavsiye ediyorum.

Modacınız provalara giderken gelin iç çamaşırınız ve ayakkabılarınızın yanınızda olmasını isteyecektir. Ayakkabı ve çamaşır modeline karar verme zamanı…

Peki ya aksesuar seçimi? Gelinliğinizi ne tarz aksesuarlarla tamamlamak istiyorsunuz?  Romantik tüylerle süslenmiş bir taç mı, yoksa swaroski taşların ışıltısı mı? Gelinliğinize uygunsa eldiven takarak vintage tarzda yakalayabilirsiniz. Seçim sizin. Bu detaylara karar verirken modacınıza kulak vermeyi unutmayın…

Hazırlayan: Meltem Öksüm

9 olağandışı fobi ve anlamları!

Fobiler genellikle ortak değildir. Hepimizin bildiği Birkaç ortak fobi vardır bunlar arasında; böcek, köpek, balon ve palyaçodan korkanları biliriz. Fakat insanların herşeye karşı korkuları olabilir. İşte az bilinen fobiler...

Limnofobi
Düşünün, sessiz sakin bir yerde göl kenarında oturmuş, rahatlıyorsunuz... Ne kadar huzur verici değil mi? Yalnız göl fobiniz yoksa! Evet, bazı insanların göl fobileri var.

Chirofobi
Tüm fobilerle başa çıkılması gerçekten çok güçtür. Bunlar hayatı oldukça zorlaştırır. Bu fobiye sahip olan insanlar, vücutlarındaki herhangi bir bölümden korkarlar.

Rhytifobi
Bu dünyada en az bilinen fobilerden biridir ve genellikle bu fobi kadınlarda vardır. Evet, bu fobiye sahip olanların korkusu ise, kırışıklıklar...

Barofobi
Bu gerçekten çok nadir ve enteresan olan fobilerden biridir. Bu fobinin korku temeli ise yer çekimidir. Enteresan değil mi? Hem yerçekimi olmayan bir ortamda kalamayız ama yer çekiminden de korkarız...

Logizomechanofobi
Dünya değişiyor, buna bağlı olarak insanoğlu yeni fobiler ediniyor. Bu fobilerden en komiği ise, herşeyin neredeyse teknolojiyle yürüdüğü dünyada bilgisayarlardan korkmak olsa gerek. Bazı insanlar bilgisayarlı ortamlarda geriliyor ve korkularına hakim olamıyorlar.

Theofobi
Hepimiz Ateizm'i az çok biliriz, fakat bu Allah korkumuz olduğundan değildir. Bu fobiye sahip insanların korkusu, Allah.

Peladofobi
Erkeklerin, en çok korktukları şeylerden birini tahmin eder misiniz? Diye sorsam kesinlikle yanıtlarınızı duyar gibiyim; kellik. Evet bu korku genellikle erkeklerde görülüyor ve korkunun diplerinde ise kel kalmak yatıyor.

Chaetofobi
Peladofobinin aksine bu korkuya sahip olanlar enteresan bir şekilde saç ve kıllardan korkuyorlar.

Kleptofobi
Bu fobinin geldiği kökü tahmin edebiliyorsunuzdur. Edemiyor musunuz? Kleptomani desek? Bu fobiye sahip insanların ortak korkuları, hırsızlar. Bir hırsızın kurbanı olmaktan delicesine korkuyorlar.

Hazırlayan: Müge Keçeci

Hayalinizdeki Dudaklara Kavuşun

Rujun en sevilen makyaj malzemesi olmasına şaşırmamak gerek! Çünkü ruju sihirli bir değnek gibi kullanarak dudaklardaki kusurları kapatabilirsiniz.

Dudaklarınızın çok daha dolgun ve ışıltılı görünmesini mi istiyorsunuz? Kozmetiklerinizi hazırlayın ve hayalinizdeki dudaklara kavuşun.

Doğru baz: Fondöteninizi her zaman dudaklarınıza da uygulayın. Nötr renkli bazın üzerinde rujunuzun rengi öne çıkacaktır. Özelikle açık renk rujlarda bu daha önemlidir. Diğer bir getirisi de, kırışıklıkların ortadan kaybolması!

Dudak çevresi: Rujunuzla aynı renk veya bir ton açık dudak kalemiyle dudaklarınızın dış kenarlarını çizin. Böylece rujunuz için bariyer oluşturmuş olacaksınız.

Ruju özenle sürün: Ruju küçük ve sert bir dudak fırçasıyla sürün. Bu şekilde hem daha dikkatli sürmüş olur, hem de rengi daha kolay işleyebilirsiniz. Ayrıca rujunuz daha kalıcı olacaktır. Rujunuzu sürerken kalemle çizdiğiniz dış çevrenin üzerinden taşırmamaya özen gösterin.

Hafifçe sabitleyin: Fazla gelen boyayı alarak kalıcılık sağlayın. İnce bir kağıt mendili dudaklarınıza bastırın, kısa bir süre bekletin ve çekin.

Parlatıcı: Dudaklarınızın tatlı bir ışıltıya sahip olmasını istiyorsanız, kenarlarını çizip içini boyadığınız dudaklarınızın üzerine bir parça parlatıcı sürün.

Tekrar üstünden geçin: Kağıt mendili dudaklarınıza bastırdıktan sonra üzerinden tekrar rujla geçebilirsiniz. Bu işlem rengi güçlü kılacaktır.

Kusurlarınızı Kapatın

Dudaklar çok inceyse: Ruju taşırmış etkisi yaratmadan daha dolgun görünen dudaklar için bazı hileler var: Dudak kalemi ile yumuşak bir hat çizin ve dudaklarınızın köşe kıvrımlarını da boyayın. Sonra ruj fırçası ya da parmağınızla dudağınızın ortasına doğru rengi dağıtın veya daha açık renkte bir rujla üzerinden geçin.

Dudaklar asimetrikse: Üst dudağınız ince ve alt dudağınız dolgunsa, sadece üst dudağınızın kenarlarını çizin. Kalemi dışarı taşırmayın, bu çoğu zaman yapay bir görünüm verir. Alt dudağınızı çerçevelemeyin. Sonra da her zamanki gibi rujunuzu sürün.

Ağzınız büyükse: Ağzınızı biraz daha büyük ya da küçük mü göstermek istiyorsunuz? Bu mümkün, ama abartmayın. Hileye başvururken size yardımcı olacak malzemeler: Dudak kenarına kapatıcı krem ve doğal hatların üzerinden yeni bir çerçeve çizeceğiniz dudak kalemi. Dudaklarınızın daha az dolgun görünmesini istiyorsanız mümkün olduğunca mat, dikkat çekmeyen renkler kullanın. Kalemle dudak çizgilerinizi düzeltip içini boyayın veya dudak pudrası kullanın.

Ruj kalıntıları: Makyajınız bittiğinde rujunuzun diş üzerinde kalıntı bırakmasını istemiyorsanız kağıt mendilinizi parmağınıza dolayın ve ağzınıza sokup dudaklarınızı kapatın. Bu işlem fazla boyayı alacaktır.

Rujunuz pastel tonlarındaysa: Dudak kaleminizin rengi mutlaka açık olmalı. Aksi halde ruj yerine dudaklarınızın çerçevesi ön plana çıkacaktır.

Makyajla aranız yoksa: Hiç olmazsa rujunuzu eksik etmemeye çalışın. Böylece yüzünüze tatlı bir ışıltı gelir.

Erkekleri etkileyen 15 ayrıntı

Sevgilinizin hoşlandığı şeyleri kendi hobiniz haline getirerek erkeğinizin yaşamında daha fazla alana sahip olabilirsiniz. İşte erkek arkadaşınızı ya da kocanızı etkilemek için kulağınıza küpe olması gereken 15 ayrıntı…

Erkek arkadaşınızın ya da kocanızın sizinle birlikte daha fazla vakit geçirmesini istiyorsanız veya ilişkiniz rutine girdikten sonra da sizden sıkılmamasını istiyorsanız

1. Onunla aynı dili konuşabilmeniz için en önemli şey, futbolla ilgilenmeniz. Bunun için yapılacak çok işin var, doğru antrenmana!

- Sabahları gazeteyi tersten okumalısınız. Birden garip geldi, değil mi? Haklısın, ama erkekleri ilgilendiren spor sayfaları son bölümde yer aldığı için. Onlara ayak uydurmanız lazım.

- Onun tuttuğu takım hakkında bilgiye sahip olmalısınız, hatta asla kötü bir şey söylememelisiniz!

- Takımlara yapılan yeni transferleri takip etmeyi unutmayın.

- Hangi futbolcu hangi takımda oynuyor, bilmemek olmaz!

2. Biz kadınlar, nedense erkekler hoşlandıkları kadınlardan bahsederken hemen kulp takarız. Artık bundan vazgeçmelisiniz. Onun size bahsettiği kadından hoşlanmasan bile olumsuz konuşmamalısınız, yoksa çok bozulur!

3. Play Station için çıkan bütün oyunlarını takip etmelisiniz.

4. Tıraş olmamış birine laf etmeyin. Siz her gün tıraş olmak ne demek biliyor musunuz? (Ah, bir de onlar bizim ağda yaparken yaşadıklarımızı bilseler…)

5. Onunla beraber alışverişe çıkmayı aklınızdan bile geçirmeyin. Birlikte sadece Nike, Puma, Adidas gibi spor malzemeleri satan mağazalara gidebilirsiniz. Zaten diğerlerine gitmek istemez.

6. Saçma sapan espriler yaptığında ona gülmelisiniz. Hatta siz de ona katılın!

7. Her gün gömlek ve çorap değiştirmenin ne kadar “gereksiz” olduğunu yoksa bilmiyor musunuz? Hemen öğrenseniz iyi olacak.

8. Bir şey anlattığında anlamadıklarınızı ona sormayın. Sonradan nasılsa anlarsınız.

9. Sizin yanınızdayken arkadaşlarıyla ilgileniyorsa kıskançlık yapmayın. Zamanla sizin varlığınızı kabul edecektir.

10. Onun tarzını yakalayın.

11. Cep telefonlarının markalarını, modellerini bilmenizde fayda var. Böyle önemli bir genel kültür konusunu (!) bilmediğin zaman ortamda bakakalmak islemezsiniz, değil mi?

12. Onun arkadaşlarını asla eleştirmeyin, çünkü bunu kaldıramaz! Arkadaşları yüzünden onunla kavga etmeye değmez…

13. Yanınızdayken kalori hesabı yapmamalısınız. Aldığınız kiloları boş bir zamanınızda nasılsa verirsiniz.

14. 24 saat romantizm olmaz… En azından sinemada aksiyonu tercih etmelisiniz!

15. Onun yanındayken evlilikten bahsetmeyin. Erkekler evlilik hususunda biraz hassastırlar!

Bir hafta spor yapmasam demeyin!

Tembelliğe son! Kilonuzda istikrarı sağlamak için, egzersizlerinizi istikrarlı bir şekilde yapmalısınız!

Yaptığınız egzersizler tutarlı değil. Bir hafta yapmanız gereken günlerde egzersizinizi yapıyorsunuz geri kalan iki hafta spor salonunun önünden bil geçmiyorsunuz. Daha sonra uzun bir aradan sonra spor salonunda alıyorsunuz soluğu. Bu durum biyolojik sisteminizin korumaya çalıştığı kiloyu, daha fazla almasına neden olabilir. İngiltere'de bulunan Hertfordshire Üniversitesinde görevli Sağlık Psikoloğu Ben Fletcher, düzensiz egzersizin, vücudun doğal dengesine zarar verdiğini, böylece kiloda artışa yol açtığını ve kilo vermeyi zorlaştırdığını söylüyor. Bu nedenle sporunuzu, devamlı yapmanız gerekir.

Los Angeles'ta bulunan Kaliforniya Üniversitesi Egzersiz ve Metabolik Hastalıklar Araştırma Labarotuvar'ında görevli uzman Drusilla Rosales, “Düzenli egzersiz yapılmadığında ve bir anda yoğun aktivite yapılmaya başlandığında kalp ve ciğer her zamankinden fazla çalışır. Böylece egzersize adapte olamazlar. Bu tarz egzersizlerin sadece fiziksel etkisi yoktur, aynı zamanda duygusal ve psikolojik olarakta etkiler. Çünkü insanlar hedeflerine ulaşamazlar, daha mutsuz hissederler ve ümitsiziğe kapılırlar. Bu da  yeni bir egzersiz programına başlamak istendiğinde motivasyonunuzu negatif etkiler ” diyor.

Hedeflerinizde kararlı olun! 
Bir sporcu için hedefler koymak iyidir. Çünkü ağır egzersizler sonunda bir amaç olduğu için sporcuların gözünde büyümez. Amaç kilo vermek olduğunda, süreklilik sağlanmaz. Bunun başlıca nedenlerinden biri genellikle “Kilo veremiyorum” ya da “İstediğim kilodayım” düşünceleri olur. Fakat kötü haber; bu düşüncelere sahip olanlar verdikleri kiloları sonradan tekrar alırlar.

Kiloyla ilgili bir hedefiniz olması, sizi istediğiniz kiloya inmenize yardımcı olur. Fakat verdiğiniz kiloları tekrar almak istemiyorsanız, (ki kimsenin istediğini düşünmüyorum), bunun için hedefinizin daha geniş kapsamlı olması gerekir. Bunu en iyi Brown Tıp Okulu bünyesi altında bulunan Kilo Kontrolü ve Diyabet Merkezinde görevli Yardımcı Doçent Dr. J. Graham Thomas açıklıyor “ Egzersizinizi istikrarla yapan ve bunu hayat tarzınızın bir parçası haline getirenler, amacı sadece kilo vermek olanlara göre daha başarılı sonuçlar elde ediyor”.

Bunun için kaç kilo vereceğinizden öte, hayatınıza kaç beden devam etmek istediğinizi düşünün. Spor yaptığınızda kaç kalori yakacağınızdan çok, kas oranınızın ne kadar artacağını düşünmeye çalışın.

Vücudunuzu şaşırtın! 
İnsanların eğilimleri genellikle ilgilerini çeken popüler sporlardan yana olur. Belki de maymun iştahlılığın en çok işe yaradığı yer spor salonlarıdır. Spor istikrarınızı kaybetmeyin fakat farklı sporlarla vücudunuzu şaşırtın. Carrie Underwood ve bir çok ünlünün egzersiz koçluğunu yapan, Tony Greco bu konuda “Sürekli aynı egzersizi yapmak hem sıkıcı olur, hem de vücudunuz egzersize alışır. Sporda farklı branşlara yönelmeniz daha etkili sonuçlar almanıza neden olur. Kaslarınızı sürekli farklı hareketlerle kullanın ve daha fazla kalori yakın. Böylece metabolizmanızda hızlanacaktır. Bu noktada sporları birbiriyle uyumlu şekilde kombinlemelisiniz. Mesela koşuyor ya da bisiklete biniyorsunuz, bu hareketlerden sonra kaslarınızı gevşetmek için yoga yapmalısınız. Amacımız vücudumuzun ve kaslarımızın dengesini bozmadan sağlıklı bir şekilde kilo vermek” diyor.

Sabrın sonu selamet! 
Kendimizi motive eder, güzel günleri düşünürüz ve çabuk sonuç alacağımızı düşünüp olağan gücümüzle ağır bir maratona hazırlanırmışçasına spora asılırız. Fakat bu Hiçbir sonuç getirmeyeceği gibi aynı zamanda sizi hem fiziksel, hem de ruhsal olarak yorar.

Bu konuda Kuzey Karolina Atletik Performans Merkezi'nde görevli fizik tedavi uzmanı Brian Schiff “Spora iki- dört hafta arasında iki veya üç günlük egzersizlerle başlayın. Daha sonra bu sisteme vücudunuzun alıştığını hissettiğinizde günleri artırın. Fakat her ne kadar vücudunuz dayanırsa dayansın kesinlikle her gün spor yapmayın. Haftanın bir günü vücudunuzun dinlenmesi, kendini toparlaması, güç kazanması ve yenilenmesini sağlayın. Böylece daha iyi sonuçlar alırsınız” diyor. Spor Psikoloğu Casey Cooper ise “Kilo vermeyi hedefleyip, spora başladığımızda zihinsel enerjimizi çoğu zaman görmezden geliriz. Fakat önemli olan vücudunuzun tamamiyle bir uyum ve rahatlık içinde olması gerekir”.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Artık estetik operasyonlar daha konforlu

Güzel bir yüzü taşıyan, güzel bir vücut; Yunan heykellerinin karşısında büyülenmemizi sağlayan en büyük etkenlerden biridir. 

Günümüzde bu güzelliğe kavuşmak ya da var olanı korumak isteyenlerin imdadına estetik operasyonlar yetişiyor. Liposuction, meme büyütme, burun (rinoplasti), karın estetiği ve saç ekimi en çok tercih edilen estetik uygulamalarının başında geliyor.

LIPOSUCTION
Klasik Liposuction, başlı başına bir devrim iken, geliştirilen teknolojiler sayesinde bu teknik daha da mükemmel hale geldi. Liposuction’da etkin sonuç için en önemli şartlardan biri kullanılan kanüller. Eskiden Liposuctionda 3-4 mm’likkanüller kullanılırken artık daha da ince mikrokanüller sayesinde operasyon hem daha konforlu hem de daha etkin hale geldi.

MEME BÜYÜTME ESTETİĞİ
Meme büyütme estetiği kadınların en çok tercih ettikleri estetik operasyonların başında geliyor. Gerek daha doğal görünüm yakalanması, gerekse protezlerin daha sağlıklı hale gelmesiyle bu operasyonu tercih edenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor.

BURUN ESTETİĞİ
Günümüzde, geçmişe oranla ideal ve doğal görünümlü bir burun yapısına ulaşmak daha kolay. Ameliyat öncesi yapılan simülasyon çalışmasıyla nasıl bir sonuç ortaya çıkacağı konusunda fikir sahibi olmak mümkün. Burun estetiği, yüz gençleştirme operasyonu ile birlikte uygulanabiliyor. Bazen bazı solunum problemleri ve burun içi yapılarına ilişkin sorunlar da burun estetiği (rinoplasti) ile düzeltilebiliyor.

KARIN GERME
Gebelik veya aşırı kilo alıp vermeler sonrası büyük ölçüde genişleyebilen karın cildi, asla tam toparlanıp doğum öncesi haline dönemez ve az ya da çok bir deri fazlalığı deri katı her hamilelikte geride kalır. Aynı şekilde, uzun süre çok kilolu olan vücutlarda deri yüzeyi o kiloya göre genişler ve fazla kilolar verildiğinde deri sarkması olarak geride kalır. Az miktarda deri sarkması olanlarda hareketli egzersizler karındaki bu sarkmayı toparlayabilir ancak bunun dışında ne kadar spor yapılırsa yapılsın fazla deri yerinde kalır ve yeniden düz bir karına sahip olmanın yolu bir karın germeden geçer. Karın germede karın bölgesinde yerleşmiş yağlı deri katları altlarındaki yağlarla beraber alınmaktadır.

SAÇ EKİMİ
Saç ekimi, erkek tipi dökülme sonucu oluşan saçsız alanda, saç çıkarabilecek etili bir tedavi yöntemdir. Saç ekiminde başlıca iki yöntem kullanılmaktadır. FUT yönteminde, ense bölgesinden cerrahi kesi ile alınan saçlı doku greftlere ayrılarak saçsız alana nakledilmektedir. FUE yöntemi ise saç kökleri dökülmemeye kodlanmış olan ense bölgesinde FUE motoru ile tek tek alınarak saçsız alana nakledilmektedir. Saç ekimi, lokal anestezi altında uygulanmakta ve ekilecek kök sayısına göre yaklaşık 5-7 saat sürümektedir. FUE yönteminde cerrahi bir kesi olmadığı için iyileşme hızlı olmakta ve saç ekimi sonrası süreç daha konforlu geçmektedir.

26 Ekim 2013 Cumartesi

AİLE HEKİMLERİ YENİ YASA İSTİYOR

Aile hekimlerinin yaşadığı sorunları 4. Uluslararası Katılımlı Aile Hekimleri Kongresi'ndeki toplantıda dile getiren AHEF Başkanı Dr. Murat Girginer “Biran önce dünyada evrensel ilkelere uygun aile hekimliği yasası hazırlanmalı. Çünkü, Türkiye'de bizler yasayla değil genelge ve yönetmeliklerle idare ediliyoruz. Asıl ihtiyacımız, doğru bir aile hekimliği yasasının hazırlanmasıdır. Biz de bununla ilgili çalışmalarımızı yürütüyoruz” diye konuştu. 

Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF) tarafından düzenlenen 4. Uluslararası Katılımlı Aile Hekimleri Kongresi'nin basın toplantısında, aile hekimleri için ilk sırada koruyucu hekimliğin, ikinci sırada tedavi edici hekimliğin geldiğini vurgulandı. 

Doğru aile hekimliği uygulamalarının, Türkiye'de kent, köy fark etmeksizin eşit uygulanmasını arzu ettiklerini belirten AHEF Başkanı Dr. Murat Girginer, şunları söyledi: "Aile hekimleri, görev tanımlarında olmayan başka kurumların, başka disiplinlerin işlerini yüklenmekte ve aile hekimlerinin asli görevlerini yapmalarına ve bu ülke insanının layık olduğu koruyucu sağlık hizmetini almalarına engel olunmaktadır. Aile hekimliğinin görevleri olmayan iş yükleri nedeniyle asli görevleri olan koruyucu hekimlik yapmalarına engel olunmakta ve vatandaşın sağlık hakkı engellenmektedir. Üstümüze eklenen ekstra yükleri de kabul etmiyoruz. Aile hekimleri birinci basamakta çalışır, koruyucu hekimlikten sorumludur. Öncelikle 2. ve 3. basamaktaki yoğunluğun sebepleri araştırılmalıdır. Aile hekimlerinin acillerde görevlendirilmesi yerine, acillere gereksiz başvuruları engelleyecek çözümlerin bulunması gerekir. Başka kurumlarda acillerde çalıştırılmamız bizim için angaryadır. Başka kurumlarda görev yapan bir hekimin işinin bize yüklenmesini kabul etmiyoruz. Öte yandan, biran önce dünyada evrensel ilkelere uygun aile hekimliği yasası hazırlanmalı. Çünkü, Türkiye'de bizler yasayla değil genelge ve yönetmeliklerle idare ediliyoruz. Asıl ihtiyacımız, doğru bir aile hekimliği yasasının hazırlanmasıdır. Biz de bununla ilgili çalışmalarımızı yürütüyoruz."

“Aile Hekimlerinin Eğitim Eksikliği Olduğunu Asla Kabul Etmiyoruz”
Aile hekimlerinin asli grevlerini görevlerini yerine getiremediğinin de altını çizen AHEF Başkanı Dr. Murat Girginer, her bireyin sağlıklı yaşama hakkı olduğunu, bunun ancak aile hekimleri aracılığıyla yapılabildiğini söyledi. Dr. Girginer, "Meme kanserine 'dur' demek istiyoruz ama bu görevi yapmamızı bir şekliyle de engelleyen ve üzerimize yüklenen ekstra yükleri de kabul etmediğimizi bir kez daha söylemek istiyorum. Biz meme kanserine 'dur' diyeceğiz. Elimizden geleni yapacağız. Aile hekimlerinin eğitim eksikliği olduğunu asla kabul etmiyoruz. Sahada yıllardır çalışan hekimleriz. Aynı zamanda tıp eğitiminin acillerde yapılmadığını bütün dünya biliyor. Bu gerçekçi bir yaklaşım değil. İkinci üçüncü basamaktaki hasta yoğunluğunun sebeplerini araştırmak lazım. Burada bizim için önemli sebep acile başvuran hastaların aslında acil olmaması. 70 milyon ülkeni acil müracaatı 90 milyon. Aile hekimlerine başvuran hastalardan 3 TL katkı payı alınıyor. Acil servise gidenlerden katkı payı alınmıyor. Katkı paylarını tam tersine çevirmek lazım. Aile hekimlerine gidenlerden katkı payı alınmaması, acile gidenlerden alınması lazım. Bunun böyle önlenebileceğini düşünüyoruz. Başka kurumdaki hekimler yerine bizim yedek kuvvet olarak çalışmamızın doğru olmadığını düşünüyoruz. Acil hizmetler ayrı bir tıp bilim dalıdır. Hastanedeki hekimlerin kendi içlerinde çözmesi gereken bir sorun olarak değerlendiriyoruz" dedi.

“Sözleşmeli Doktor Alınabilir”
Girginer, Sağlık Bakanlığı'nın aile hekimlerine nöbet uygulamasını kabul etmediklerini açıkladı. Hastanelerdeki nöbetçi doktor açığının kapatılması için Kamu Hastaneleri Birliği tarafından hizmet alınabileceği önerisinde bulunan Girginer, "Hastaneler dışında farklı alanlarda görev yapan, genç emekli olan çok sayıda hekim var. Ülke genelindeki 120 bin hekimden acillerde nöbet tutmak isteyenlere burada görev yapma imkanı verilebilir. Sözleşmeli doktorlar alınabilir. İsteyen hekim, aile hekimleri de dahil acilde çalışmak için başvurup buradaki açığı kapatmaya çalışsın. Hastanede çalışan doktorları özendirmek için ise nöbet ücretleri artırılabilir. " şeklinde konuştu.

“Hekime Şiddetin de Sebeplerinden Biridir Bu Anlayış”
Sağlıkta birinci basamak olan aile hekimlerinin yeterli eğitim sahibi olmadığı düşüncesinin kendileri için çok yaralayıcı olduğunun altını çizen Dr. Girginer, "Eğitim eksikliğimiz yok. Aslında hekime şiddetin de sebeplerinden biridir bu anlayış. Halkımız bu haberleri okuyarak hastaların kafasında hekimin itibarıyla ilgili soru işareti oluşturuyor. Bu ülkede tıp doktoru diploması olan herkes, hasta bakma yetkisi ve bilgisine sahiptir. Bunun dışında uzmanlık eğitimini sürekli dile getirilmesi doğrudur. Bütün aile hekimleri bu programlara dahil edilebilir ama bunun zorunlu olarak ortaya konulması çok hatalı" dedi.

“Hastanede Çalışan Doktorları Özendirmek İçin İse Nöbet Ücretleri Artırılabilir”
Hastanelerdeki nöbetçi doktor açığının kapatılması için Kamu Hastaneleri Birliği tarafından hizmet alınabileceğini söyleyen Girginer, "Hastaneler dışında farklı alanlarda görev yapan, genç emekli olan çok sayıda hekim var. İsteyen hekim, aile hekimleri de dahil acilde çalışmak için başvurup buradaki açığı kapatmaya çalışsın. Hastanede çalışan doktorları özendirmek için ise nöbet ücretleri artırılabilir. Oradaki yığılmayı başka hakimlerle kapatmanın, o hekimlerin gerçek hizmetlerini engellemenin bir anlamı yok. Ülke olarak yapmamız gereken, aile hekimliğini beslemek, hastaların birinci basamak başvuru sayısını artırmaktır" diye konuştu. 

“Meme Kanserinde Tanı Algoritmaları AHEF Tarafından Türkiye Genelinde E-Kitap Olarak Yaklaşık 20 Bin Aile Hekimine Ulaştırıldı”
AHEF olarak toplum sağlığı konusunda ve özellikle kanser ile ilgili duyarlı ve sorumlu olduklarını, düzenledikleri kongre ile ortaya koyduklarını hatırlatan AHEF Başkanı Dr. Girginer, şunları söyledi: "Pembe Kurdele Derneği ile yaptığımız ortak çalışma ile aile hekimlerine meme kanseri ile ilgili farkındalığın anlatılması hedefleniyor. Pembe Kurdele Derneği Başkanı Prof. Dr. Ekmel Tezel tarafından hazırlanan 'Meme Kanserinde tanı algoritmaları' AHEF tarafından Türkiye genelinde e-kitap olarak yaklaşık 20 bin aile hekimine ulaştırıldı. AHEF olarak ülkemizin önemli sorunlarından kanser, obezite, hipertansiyon,diyabet, kardiyovasküler hastalıklar gibi konularda halkı bilinçlendirmek ve bilgilendirmek için projeler yapmayı planlamaktayız. Türkiye’nin nüfusu ve artan sağlık harcamaları göz önüne alındığında koruyucu hekimliğin ve dolayısı ile aile hekimliğinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Dünya’da Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere pek çok ülke artan sağlık harcamaları ile başa çıkmakta ciddi zorluklar yaşamaktadır. Koruyucu hekimlik uygulaması sağlık harcamalarının kontrolü ve sınırlandırılmasında çok önemli bir avantaj sağlarken ülkemizde bu uygulamanın baş aktörlerinin aile hekimleridir. Aile hekimleri asli görevleri olan bu koruyucu hekimlik hizmetlerini sunmalıdır. Oysa aile hekimleri görev tanımlarında olmayan başka kurumların başka disiplinlerin işleri yüklenmekte ve aile hekimlerinin asli görevlerini yapmaları ve bu ülke insanının layık olduğu koruyucu sağlık hizmetini almalarına engel olunmaktadır. Bu ülke insanının sağlıklı yaşamaya, sağlıklı yaşlanmaya hakkı vardır. Aile hekimliğinin görevleri olmayan iş yükleri nedeniyle asli görevleri olan koruyucu hekimlik yapmalarına engel olunmakta ve vatandaşın sağlık hakkı engellenmektedir. AHEF ve aile hekimleri bu ülke insanına layık olduğu koruyucu sağlık hizmetlerini sunmaya devam edecektir. En önemlisi koruyucu hekimlik sonra rehabilite edici hizmetler geliyor. Koruyucu hekimlik çok önemli. Aile hekimleri olarak meme kanseri taramasıyla ilgili bazı periyodik muayene programlarına başlanıyor."

Med-Index

25 Ekim 2013 Cuma

GENLER EGZERSİZ İLE DEĞİŞTİRİLEBİLİR Mİ?

EndoBridge 2013 Toplantısı ile ilgili basına bilgi veren Türkiye Endokrinoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Sadi Gündoğdu, “Avrupa Diyabet Kongresinde açıklanan bir çalışmanın sonuçlarına göre, diyabet ve obezite ile ilişkili genlerimiz egzersizle değiştirilebiliyor" dedi.

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği ile Amerikan Endokrin Derneği’nin birlikte düzenlediği "EndoBridge 2013 Toplantısı" Antalya’da gerçekleşti. 2011 yılından bu yana hazırlıkları sürdürülen toplantıda Türkiye ve ABD'nin yanı sıra Avrupa, Ortadoğu, Kafkaslar ve Kuzey Afrika coğrafyasında 16 ülkeden 450 katılımcı buluştu. EndoBridge 2013 için Türkiye ve ABD yanında Avrupa, Ortadoğu, Kafkaslar ve Kuzey Afrika coğrafyasında 16 ülkeden 450 katılımcı buluştu. 

EndoBridge 2013’de her biri kendi alanlarında uluslararası tanı ve tedavi kılavuzlarına katkıda bulunan 30’u aşkın bilim insanı konferanslar ve interaktif olgu tartışmaları ile diyabet ve lipid bozuklukları dahil endokrinolojinin tüm problemlerine güncel yaklaşımları detaylı bir şekilde ele alıyor. Küçük grup tartışmaları farklı ülkelerden gelen hekimlerin endokrin hastalıkların tanı ve tedavisinde yaşadıkları tecrübe ve problemleri tartışmalarına ve fikir alışverişinde bulunmalarına olanak sağlıyor. 

Egzersiz “Diyabet ve Obezite İlişkili Genleri” Değiştiriyor
24-27 Eylül 2013 tarihinde Barcelona’da gerçekleşen Avrupa Diyabet Kongresinde açıklanan bir çalışmanın sonuçları aktaran İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Endokrinoloji Metabolizma ve Diyabet Bölümü Öğretim Üyesi ve Türkiye Endokrinoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Sadi Gündoğdu, şunları söyledi : “Diyabet ve obezite ile ilişkili genlerimizin egzersiz ile değiştirilebileceğini gösterdi. İsveç Malmö Üniversitesinde, altı aylık bir egzersiz programı öncesinde ve sonrasında 23 erkekten alınan cilt altı yağ dokusundan DNA ve RNA ayrıştırılarak hareketsiz yaşam sürdüren sağlıklı kişiler ile karşılaştırıldı. Diyabet ilişkili TCF7L2 geni başta olmak üzere 21 genin metillenmesinde artış ve bu genlerin üçte birinin fonksiyonunda değişiklik gözlendi. Çalışma, genlerimizin vücuttan veya çevreden aldıkları sinyallere yapı ve fonksiyon değişikliği ile (epigenetik mekanizmalarla) yanıt verdiğine işaret ediyor. Bu yanıtlar diyabet ve obezitenin gelecek tedavilerinde klinik olarak önem taşıyabileceği EndoBrigde’te gündeme getirildi.”

“ Endokrinologlar Tıbbi Dedektiflerdir “
Amerikan Endokrin Derneği'nin önceki Başkanı Prof. Dr. William F. Young ise karşılaşılan güçlüklerin bir organla ilgili olmadığını belirterek şunları söyledi: “Sadece kalp, mide ile ilişkili değil. Vücuttaki bütün bezlere odaklanıyoruz. Diyabet, obezite, tiroid hastalıkları, kemik ve kalsiyum bozukluklarıdır. Endokrinler bütün bu bezler üzerinde çalışır. Endokrinologlar tıbbi dedektiflerdir. Bulmaca çözer gibi çalışırlar.”

“Tip 2’yi Artık Çocuklarda da Görüyoruz”
Walter Reed Ulusal Askeri Tıp Merkezi Diyabet Enstitüsü'nden Prof. Dr. Robert A. Vigersky da diyabetin endokrinolojinin alanına giren bir husus olduğunu söyledi. İki çeşit diyabet olduğunu ifade eden Prof.Dr. Vigersky, “Tip 2’yi artık çocuklarda da görüyoruz. Obeziteye bağlı görülür. Son 10 yıl içinde çok önemli gelişmeler görüldü. Yeni ilaçlar geliştirildi, tıp 2 tedavisinde. Bundan önce 1-2 ilaç sınıfından bahsediyorduk. Şimdi 12 sınıf ilaç var. Gelecekte de daha fazla ilaç sınıfı olacak. ABD’de de sadece 26 milyon diyabet hastası vardı.Daha sonra gelişebilecek diyabet 80 milyon civarında, yeni yaklaşımlara ihtiyacımız var, daha agresif bir şekilde bu hastalığı yönetmemiz gerekiyor. 

Diyabet bir çok hastalığa neden oluyor. Körlüğe, böbrek yetmezliği ve sinir hasarına yol açar. En önemli sorunlardan bir tanesi kalp krizine yol açıyor. Aynı zamanda hastalarımızda ağrı görülüyor.Yaşam beklentileri ömürleri kısalıyor.Bizim alanımızda elimizdeki tüm çalışmalarımızı klinik kontrol etmeye harcıyoruz. Eğer bir kişi ilaçlarını, iğnelerini alsa bile kilo kaybedebiliyorsa o ilaçlara bağımlılık oranı azalır. Bu kişiler ilaca bağlı olmayan kişilere geçebilir. Diyet ve egzersizle hayatlarını sürdürebilir anlamına gelir.Hastalarımıza yaşam tarzı değişikliğini ve egzersizi yapmaları konusunda uyarıda bulunuyoruz. Birinci basamaktaki hekimlerin de bu konuda eğitimleri şart” dedi. 

“3 Aylık Doğum Kontrol Hapı Kullanımı PKOS Hastalarında Sonuçları Değiştirmedi”
Dünyada 100 milyondan fazla kadının kullandığı doğum kontrol haplarının iştah ve kilo alımı üzerindeki etkileri net olarak bilinmediğini kaydeden Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bilim Dalında Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız yürüttükleri çalışma hakkında şu bilgileri verdi: “Journal of Endocrinology and Metabolism Dergisi’nde Eylül ayında yayınlanan çalışmanın sonuçlarına göre polikistik over sendromu (PKOS) hastaları ve sağlıklı kadınlarda açlıkta ve standart bir yemek yenildikten sonra bakılan açlık ve tokluk hormonları benzer düzeyde ve PKOS’da doğum kontrol hapı kullanımı bu hormonları etkilemiyor. 18 PKOS’lu hasta yaş ve kilo açısından eşleştirildi, 18 sağlıklı kadının dahil edildiği çalışmada mideden salgılanan ve acıkma hormonu ghrelin ile tokluk hormonları CCK ve PYY ölçümleri yapıldı. Tüm bu hormonlar ve katılımcıların doygunluk hisleri ilaç kullanmadan benzerdi ve 3 aylık doğum kontrol hapı kullanımı PKOS hastalarında sonuçları değiştirmedi.”

“Subklinik Hipotiroidide Acıkma Hormonu Normal Ama Mide Hareketleri Bozuluyor”
Kanda T4 hormonu normalken TSH düzeyinin normalin üzerinde olması durumunun subklinik hipotiroidi olarak adlandırıldığını belirten Yıldız, şunları anlattı: “Eylül ayında Journal of Clinical Endocrinology and Metabolism Dergisi’nde yayınlanan çalışmamızın sonuçlarına göre; subklinik hipotiroidi mide hareketlerini bozuyor. Çalışmaya 18 subklinik hipotiroidili hasta ve 18 yaş ve kilo eşleştirilmiş sağlıklı kadın dahil edildi. Hastalarda açlıkta ve standart bir yemek uyarısına cevap olarak acıkma hormonu ghrelin düzeyi sağlıklılarla benzer iken elektrogastrografi ile değerlendirilen mide hareket ve kasılmasında bozukluk saptandı. Altı aylık tiroid hormon replasman tedavisi ile mide motilitesindeki bu bozukluğun düzeldiği gözlendi. 

“Tiroid Kanseri Kardiyovasküler Ölüm Riskini Artırıyor”
Hollanda’da Groningen Üniversitesi’nde yürütülen ve 254 iyi farklılaşmış tiroid kanseri hastasının 9 yıl süreyle takip edildiği çalışmada kardiyovasküler ölüm riskinde 3.4 kat, tüm nedenlere bağlı ölüm riskinde 4.4 kat artış gözlendi. Diferansiye tiroid kanserlerinde 10 yıllık sağ kalım oranları yüzde 80-95 arasında değişiyor. Sonuçları Journal of Clinical Oncology Dergisi’nde Eylül ayında yayınlanan çalışma ilk kez tiroid kanseri – kardiyovasküler ölüm riskine işaret ediyor.”

Med-Index

24 Ekim 2013 Perşembe

Erkeklik soyu kurtuldu

Erkeği erkek yapan Y kromozomunun sağlam çıktı

Amerikalı araştırmacılar açısından tehlike geçti; Erkeğin soyu tükenmeyecek. Genetik yapı üzerinde yapılan deneylere göre erkeklik cinsiyetini belirleyen Y kromozomu sanıldığından da dayanıklı çıktı. İnsanın atası sayılan yaratıkların milyonlarca yıl boyunca Y kromozomu üzerinde yoğun erozyona uğradıkları kanıtlanmıştı. Son araştırmalar 25 milyon yıldır kromozom yapısında kayda değer değişiklik olmadığını gösterdi.

X kromozomunun aksine, sadece erkekte bulunan Y kromozomu evrim sürecinde dejenerasyona uğrayıp genetik kodlarının önemli bölümünü kaybetmişti. Kadınlık kromozomunda bin 200 gen bulunurken, Y kromozomunda, aralarında sperm üretimini yönlendireninin de bulunduğu 200 kadar gen kalmış.

Bu gözlemlerin ışığında üretilen teoriye göre, Y kromozomunun önümüzdeki on milyon yılda kalan genlerinden de olup tamamen kaybolması gerekiyordu. Mutat beklentilerin aksine araştırmacılar, milyonlarca yıl sonra da cinsiyet ayrımının kalacağını ve erkeklerin taşıdığı Y kromozomunun özelliklerinin yerini cinsiyetleri ayıran başka belirgin farkların alacağını tahmin ediyorlar.

Kaybolan Y kromozomu teorisi, Massachusetts Istitute of Technology öğretim üyelerinden Profesör Jennifer Hughes ve arkadaşları tarafından çürütüldü. Bu ekibin yaptığı çalışma, Y kromozomunun yakın geçmişte sadece evrimsel genç genlerinden kayba uğradığını ortaya çıkardı. Genetik yapının büyük bölümündeki gen kaybı ise 25 milyon yıl önce hemen hemen durma noktasına geldi. “Nature” dergisinde yayımlanan araştırmaya göre Y kromozomundaki bazı genlerin fonksiyonunu tamamen kaybettiği ve belirleyici olmaktan çıktığı da kanıtlanmış bulunuyor.

ŞEMPANZE VE RESUS MAYMUNUYLA KROMOZOM KIYASLAMASI
Araştırmacılar insandaki Y kromozomunu inceledikleri araştırmalarında erkeklerdeki kromozomu şempanze ve resus maymununun aynı kromozomuyla kıyasladı. Amaçları, Y kromozomunun sonunu ilan eden teorideki gibi her üç canlının da aynı gen erozyonuna uğrayıp uğramadığını ortaya çıkarmaktı. Hughes ve çalışma arkadaşları bu teoriyi destekleyen bir bulguya rastlamadı ve ‘kök gen kaybının önce hızla ilerleyip zamanla yavaşlayarak neredeyse durma noktasına geldiğini' belgeledi.

Y kromozomundaki gen yapısının, evrimin insanı resus maymunundan ayırmasından önce ‘istikrara kavuştuğu' ve Y kromozomundaki genlerin sadece yüzde 3'ünün resustan insana geçiş sırasında kaybolduğu, kaybolanların yerine de insanda farklı özelliklere sahip yeni genlerin oluştuğu da, Amerikalı araştırmacılar tarafından ortaya çıkarıldı.

SEKSTE ÇEŞİTLİLİK EVRİMİ HIZLANDIRIYOR
Resusun da dahil olduğu uzun kuyruklularla insan arasındaki evrim farkı 25 milyon yılı buluyor. İnsanla şempanze arasındaki evrim farkı ise 6 milyon yıl. Y kromozomu açısından insanla şempanze arasındaki farklğlk, insanla resus maymunu arasındaki farklılıktan çok daha fazla. Araştırmalarda, resus maymununda saptanan beş kök geninin evrim sürrecinde şempanzede kaybolduğu insanda ise olduğu gibi muhafaza edildiği de ortaya çıkarılmış.

Şempanze çiftleşmede çok sık partner değiştirdiği için sperm rekabetinin arttığı ve çok eşliliğin bu neslin evrimini hızlandırdığı da Hughes'in teoremleri arasında. Bu tahmin, Y kromozomundaki bazı genlerin sperm üretiminde belirleyici olmasına dayandırılıyor.

DW Türkçe

Modernleşme, feminist yaklaşım ve kadının kimliği

Seksenli yılların sonlarına doğru yaşanılan sosyal döngü, modern olmanın batılılaşma gibi bize sunulması, kültürel iletişimin  kültürel değişimi sonucu kadının toplumumuzdaki rolü üzerinde  derin tahribatlara yol açtı. Kadının özgür olma dayatmacılığı, modern olmanın temeli olarak verildi.

Feminizm de kadının duygusal ihtiyaçlarını göz ardı ederek yeni aşılanmaya çalışan bu düzene zemin hazırlamış oldu. Çalışan kadının toplumdaki statüsünün arttığı vurgulanarak kadın evden uzaklaştırıldı. Doğal olarak hem eşiyle hem de çocuklarıyla iletişimi koptu ya da zayıfladı. Burada unutulan bir nokta vardı kadına çalışma statüsü ile ekonomik özgürlük verilirken, bu yeni rolle artan sorumlulukları perde arkası edildi. Aslında kadın eski rollerini tamamen terk edemedi. Eve döndüğü zaman ev hanımı olma ve sorumluluklarını devam ettirme çabası toplumda yorulan  ve stresli mutsuz kadın ve anne sayısını arttırdı.  Geleneksel ve genetiğimize işlene kadın beklentisi bitmedi. Eşler arasında ki  ev düzeninde yardımlaşma beklentilerin artması çatışmalarını haliyle tetikledi.Kadın ve erkek arasında başlayan  kimlik savaşı  ile en çok zararı elbette aileler  aldı ve yaygınlaşan boşanmalar ile de faturaları çocuklar ödedi.

Feminizm kadını,  fıtratındaki duygusallığından sıyırırken kendisini  aslında mutlu eden ihtiyaçlarının da karşılanmasına yine kadının tercihinden dolayı engel olmuştur. Nedir mi bu duygusal ihtiyaçlar? Her kadın  doğasında sevilmek, korunmak ister ve yine bu ihtiyacının karşılanması için kendisini seven,  aitlik duygusunu hissedeceği, kendisini koruyabilen bir erkeğe gereksinim duyar.

Oysa batılılaşmanın bize hediyesi feminizm, kadının erkek gibi olması gerektiği dayatılırken kadının hem duygusal hem cinsel kimliği zarar gördü. Kadının özgürleşmesi hedeflenirken; ideal kadın profili yüksek hedefleri olan, başarılı, hırslı, entelektüel iş kadını olarak çizildi. Bunlar çizilirken yine kadının ruh dünyası duyguları görmezden gelindi örselendi ama kimseye güçlü olma imajı zedelenmesin diye hissettirilmedi. Kadın hayatındaki hızla değişen sosyolojik gelişimine psikolojik değişimi ile ayak uyduramadığı için mutsuzluğu kaçınılmaz oldu.

(Belirtmek isterim ki,  kadınlar zinhar çalışmasın diye algılanmasın paylaştıklarım. Elbette ki ihtiyaçlar  çerçevesinde gerekliyse omuz omuza verilmeli ve herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Fakat bu görev dağılımında cinsel kimlikler göz ardı edilememesi gerektiği gibi aile içinde düzenin devamlılığı için  eşler arasında  dayanışma ve yardımlaşmalar da olmalıdır!)

Evinden koparıldığı için de anne olma rolü de elinden alınmış oldu. Kadın kariyer için ya anne olmayı tercih etmedi ya da kariyerine engel gördü çocuğunu! Aile içindeki bireylerin çatışmaları mutsuz ve birbirinden bağımsız fertlerin sayısını arttırırken mutluluğu arama hedefleri evden dışarıya taştı.
Dilek YAKA

 Sonuç olarak yaradılışları  gereği kadının kadın, erkeğin erkek gibi yaşaması gerekliliği rollerin değiştirilmeye çalışması insanı elbette zaman içinde huzursuzluğa ve mutsuzluğa itmiştir.

Feminizmin insanları evlikten uzaklaştırarak birlikte yaşama tarzının şirin gösterilmesi ve evliliğin özgürlüğe engel olma gibi yansımalarını başka bir yazımla sizlerle paylaşmak istiyorum dostlarım.

Gülümsemenizin aydınlattığı yolunuz açık olsun…

* Dilek YAKA


© Copyright, Yaşam TV özel haberidir, izinsiz kullanılamaz.
Yazarımıza mail atmak için tıklayınız.,


Pırlanta yüzüklerin hikayesi

Çok eski dönemlerinden beri bir takı olarak kullanılır yüzükler. 

Bir süs eşyası olarak da hemen hemen bütün kültürlerde kendisine yer bulur. Bunun yanında yüzüğe sadece bir süs eşyası olarak bakmak yanlış olur. Çünkü tektaş yüzükler bazen kişilerin medeni durumlarını topluma göstermeye bazen de makam ve mevkilerini simgelemeye yararlar. Hepimizin bildiği gibi bizim kültürümüzde evliler, nişanlılar ve bekârlar için yüzüğün hangi parmakta olduğu ayrı bir önem taşır. Ayrıca eski devirlerde krallar ve kraliçeler de ülkenin en üst tabakasında olduklarını göstermek için parmaklarına yüzük takarlardı. İşte bu kadar farklı anlam taşıyan yüzüklerin en değerlisi de pırlanta yüzüklerdir. Çünkü pırlanta dünyanın en eski, en sağlam ve en nadir taşlarının başında gelir.

Ortalama bir pırlantanın 100 milyon ile 1 milyar yaşında olduğunu göz önünde bulundurursak bu maddi değeri çok daha kolay anlarız. Yani parmağınıza takacağınız pırlanta yüzüklerden herhangi biri, dünyamızın en eski zamanlarında oluşmuştur ve tüm insanlık tarihine tanıklık etmiştir. Pırlanta yüzükler, daha insanlık tarihinin başlarından itibaren gücün, sonsuzluğun ve aşkın simgesi olmuşlardır. Eski devirlerde krallar, ordularının başında savaşa katılacakları zaman, en güçlü olduklarını düşmana göstermek için pırlanta takarlardı. Bu aynı zamanda pırlantanın en sert taş olmasına da bir göndermeydi. Yani kral, “ben bu pırlantadan daha sert ve güçlüyüm, rakibimden korkmuyorum” mesajını hem kendi ordusuna hem de düşman orduya iletirdi. Ayrıca kraliçeler de güçlerinin simgesi olarak pırlanta yüzükler takarlardı. Çünkü onlar ülkenin en güçlü ve en erişilmez kadınlarıydılar. Herkes onlara ve parmaklarındaki pırlanta yüzüklere imrenerek bakardı. Krallar yüzüklerini, kendinden sonra kral olacak erkek çocuklarına bırakırken bir bakıma güçlerinin sonsuz olduğunu da vurgulardı. Aynı durum kraliçeler için de geçerliydi. Onlar da kızlarına hediye ederlerdi pırlanta yüzüklerini. Yani prenseslere... Bu yüzden pırlanta yüzükler için “prenses yüzüğü” de denir çoğu kültürde. Pırlanta yüzüklerin diğer anlamı da aşk ve aşkın sonsuzluğudur.

Evlilik tekliflerinde, nişan törenlerinde ve düğünlerde damadın geline pırlanta yüzükler takması neredeyse bütün dünyaya yayılmış, önemli bir gelenektir. Pırlantanın çok eski ve sağlam olması, aşkın da sonsuz olduğu anlamını taşır. Yani pırlanta yüzük hediye eden kişi, aşkının sonsuz ve sarsılmaz olduğunu göstermektedir. Kısacası bir güç göstergesi ve sonsuz aşk sembolü olan pırlanta yüzükler, hediye edilebilecek en anlamlı takılardır.

23 Ekim 2013 Çarşamba

NATİONAL CANCER INSTİTUTE’DE PROSTAT KANSERİ GÖRÜNTÜLEMESİ EŞLİĞİNDE HEDEFLİ BİYOPSİ VE FOKAL TEDAVİLER ÜZERİNE ÇALIŞAN DR. BARIŞ TÜRKBEY

Amerika’nın en saygın kurumlarından biri olan National Cancer İnstitute (NIH)’de prostat kanseri üzerine tedavi odaklı araştırmalarını sürdüren Dr. Barış Türkbey, araştırmaları ve eğitimdeki yaşadıkları ile ilgili meslektaşlarına rehber olacak bilgiler verdi.

Prostat kanseri görüntülemesi, görüntüleme eşliğinde hedefli biyopsi ve fokal tedavi üzerine uzun yıllardır çalışmalarını yürüten Ulusal Kanser Enstitisünde (National Cancer İnstitute) Moleküler Görüntüleme Programı'nda doktor ve araştırmacı olarak çalışan Dr. Barış Türkbey, “Klasik random prostat biyopsilerini, tıbbi GPS sistemiyle çalışan hedefli biyopsi sistemine dönüştürdük. Uygun hastalarda prostat kanseri tedavisini, MRG kılavuzluğunda lazer kullanarak yapıyoruz. Sonuçlarımızı da yakında tıp dünyası ile paylaşacağız” dedi. 

Prostat kanseri görüntülemesi eşliğinde hedefli biyopsi ve fokal tedaviler üzerine çalışmalarını sürdüren Dr. Barış Türkbey, Amerika’daki yaşam şartları, çalışma koşulları ve tıp eğitimi hakkındaki görüşlerini Med-Index’e anlattı.

Ne üzerine çalışıyorsunuz?
Uzmanlık alanım radyoloji, odaklandığım konu ise kanser görüntülemesi. Kullandığımız belli başlı görüntüleme teknikleri arasında multiparametrik manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve pozitron emisyon tomografisi bilgisayarlı tomografi (PET/BT) var. MRG oldukça yüksek uzaysal çözünürlüklü bir yöntem ve bu teknik sayesinde çeşitli organ ve vücut sistemlerinin hem anatomik hem de fonksiyonel değerlendirmesini yapabilmekteyiz. PET/BT tekniğinde ise tümörlerin yapısında bulunan tümöre özgül molekülleri hedefleyen radyofarmasötik ajanlar kullanarak tümör metabolizmasını diğer manada tümör biyolojisini görüntüleyebiliyoruz. Aslında ideal olan yüksek anatomik çözünürlüklü MRG ile oldukça özgül olan PET’i birleştirebilen bir teknik olan MRG/PET’i kullanmak ancak bu teknoloji henüz tam randımanlı olarak kullanımda değil.

Bahsettiğim teknikler artık pek çok hastalığın tanı, tedavi ve takibinde bir kılavuz olarak rol oynamakta hatta ötesinde bu teknikler biyopsi hatta tedavi işlemleri esnasında gerçek zamanlı yol haritası vazifesi görmekte. 

Hangi tip hastaları ve hastalıkları tedavi ediyorsunuz?
Üzerinde çalıştığım başlıca kanser çeşidi prostat kanseri. Prostat kanserinde MRG, PET/BT ile görüntüleme ve görüntüleme yöntemleri kılavuzluğunda biyopsi ve fokal tedavi, bilhassa prostat kanserini daha iyi çözümleyebilmek için yoğun mesai harcamaktayım. Benzer şekilde böbrek kanseri konusunda da hedefe yönelik görüntüleme konusunda çalışmaktayım.

Bu hastalıkların bulguları, belirtileri ve tedavileri hakkında genel bilgiler verebilir misiniz?
Mesaimin önemli bir kısmını prostat kanserine ayırdığım için bilhassa prostat kanseri konusunda bildiklerimi aktarmak istiyorum. Prostat kanseri erkekler arasında en yaygın kanser çeşididir. İstatistiksel veriler uyarınca her 6 erkekten birisi prostat kanserine yakalanmakta ve bunlardan 36'da bir tanesi hayatını kaybetmektedir. Prostat kanseri, çoğunlukla tarama testlerinde ki günümüzde bir laboratuvar kan testi olan prostat spesifik antijen (PSA) ve rektal muayeneden bir veya ikisinde rastlanan anormal bulgular sonucunda gerçekleştirilen biyopsilerle tanı almaktadır. Ancak bazı hastalar üriner sistem bulguları veya hastalıkları çok ileri safha ise tutuluma bağlı bulgularla örneğin, kemik tutulumu varsa ağrılı semptomlarla başvurabilirler.
Bölgesel pratikler arasında farklılıklar olabilmekle birlikte bir genellemeye gidecek olursak ö günümüzde prostat kanseri tedavisinde cerrahi, radyoterapi gibi yöntemler hastalık prostat bezinde sınırlanmış ise uygulanıyor. İleri safhadaki prostat kanserlerinde ise hormon preparatları içeren sistemik tedavi yöntemleri kullanılıyor. Ancak günümüzde hastalığın gidişatına göre bu tedavi yöntemleri birbirleriyle kombine edilebiliyor. Son olarak bu aşamada deneysel olmakla birlikte fokal tedavi (laser, kryoablasyon) veya immünoterapi gibi yöntemler de belli protokoller çerçevesinde uygulanabiliyor.

Bu hastalığın dünyada ve Türkiye'de görülme sıklığı nedir, bu konuda istatistiki bilgileri paylaşabilir misiniz?
Kanser istatistiklerinin en sağlıklı tutulduğu ülke ABD, bu bilgi ışığında 2013 yılında ABD'de yaklaşık 240 bin kişi daha yeni prostat kanseri tanısı alacak ve maalesef 30 bin kişi prostat kanseri yüzünden hayatını kaybedecek.


Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Ben Ankara’da doğdum, ailem Ankaralı. İlkokul, ortaokul ve liseyi Ankara’da okudum. Üniversite sınavında ilk tercihim olan Hacettepe Üniversitesi İngilizce Tıp Bölümünü kazandım. Tıp fakültesi eğitimimi ve radyoloji ihtisasımı Hacettepe Üniversitesi’nde tamamladım. 6 yılı aşkın bir süredir ABD'de Ulusal Kanser Enstitisü (National Institutes of Health - NIH) bünyesindeki Ulusal Kanser Enstitüsünde (National Cancer İnstitute) Moleküler Görüntüleme Programı'nda doktor ve araştırmacı olarak çalışmaktayım. Başlıca ilgi alanım prostat kanseri görüntülemesi, görüntüleme eşliğinde hedefli biyopsi ve fokal tedavi. Hedefli biyopsileri NIH bünyesinde Philips ile ortaklaşa yaptığımız çalışmalar sonucunda geliştirdik, bir nevi tıbbi GPS sistemiyle çalışan bu sistemi bine yakın olguda başarıyla kullandık ve o sistem şu anda ticari kullanıma hazır hale geldi. Fokal tedavi ise MRG kılavuzluğunda lazer kullanarak yapmaktayız ve bu konudaki sonuçlarımızı da yakında tıp dünyası ile paylaşacağız.

Bugüne kadar eğitim aldığınız ve çalıştığınız kurumlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Tıp fakültesini Hacettepe İngilizce grubunda okudum, 2003 mezunuyum. Mezuniyet sonrasındaki ilk TUS'ta Hacettepe Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı'da ihtisasıma başladım. Sonrasında ise NIH maceram başladı. Kısacası Hacettepe ve NIH bugüne kadar çalıştığım kurumlar.

Eğitim aldığınız kurumların halen bulunduğunuz konuma gelmenizdeki katkıları nelerdir, şu anda çalıştığınız kurumu neden seçtiniz?
Radyoloji konusunda bildiklerimi Hacettepe Radyoloji'ye borçluyum, orada uluslararası standartlar denkliğinde bir eğitim aldım. Çalışma ortamı yoğun olmasına karşın hocalarımız eğitimimize oldukça fazla önem verirlerdi. Vaka çeşitliliği, zengin makine parkımız ve hocalarımız avantajlarımızdı. Hacettepe Radyoloji’de ilginç bir başka nokta ise bizden önceki jenerasyonlardaki pekçok hocamızın yurtdışında üst ihtisas düzeyinde eğitim almış olmasıydı. Bu çok önemli bir noktaydı, çünkü o örneklere bakarak neler başarabileceğimizi görebilme fırsatım olmuştu. Yine Hacettepe Radyoloji'de araştırmalar fazlaca teşvik edilirdi, bu konuda yeterli destek ve özgürlük mevcuttu, zaten benim NIH gibi bir kurumu seçmemdeki temel neden de araştırmalarımı daha ileri safhaya taşıyabilmekti. Dışarı çıktığımda Hacettepe Radyoloji'de aldığım eğitim ve nosyonun ABD standartlarına oldukça yakın olduğunu daha iyi fark ettim.

Halen pratiğini yaptığınız branşın Türkiye ve ABD'deki durumunu karşılaştırabilir misiniz?
Bu şekilde bir karşılaştırma ne kadar sağlıklı olabilir bilemem, çünkü NIH AR-GE odaklı kurum, Türkiye'de karşılığı tam olarak yok maalesef. Ancak radyoloji açısından bir karşılaştırma yapmayı denersem, diyebilirim ki pratikte Türkiye'de şu an bazı sorunlar var. En temelinde performans sistemi iş yükünü en üst noktaya çekmiş durumda, buna karşın düşük puanlama nedeniyle görüntüleme tetkik kantitesi artarken, kalitesinde önlenemeyen düşüşler görülüyor. Maalesef bu sistem içerisinde AR-GE'ye yoğunlaşmak sanırım her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bu bağlamda sadece kendi branşımı değerlendirebildiğimi belirtirken maalesef Radyoloji için şartlar Türkiye'de ABD'ye kıyasla daha da zor. Ancak tüm bunlara karşın hemen her kurumdaki meslekdaşım elinden gelenin fazlasıyla çalışmakta, bunu onlarla olan diyaloglarımda çokça duyuyorum.

Türkiye'de halen eğitim almakta olan tıp öğrencilerine ya da genç hekimlere neler önerirsiniz?
Rekabet şartları oldukça çetin, bu nedenle çok çalışmalarını, yurt dışındaki gelişmeleri yakından takip etmelerini öneririm. İnternet ve iletişim olanaklarının artmasıyla bunu yapmaları mümkün. Tıp fakültesi konusunda ana yargı eğitimin ezbere dayalı olduğu şeklinde, ancak ben buna katılmıyorum. Bence her konuda sorgulayıcı olmalılar, verilen bilgiyle yetinmeyip araştırmalılar ve sormalılar ancak bu şekilde iyi bir bilim insanı olmanın temelini atabilirler. Ve elbette kariyer planlamalarını orta uzun vadeleri hedefler doğrultusunda yapmalarını tavsiye ederim.

Hangi bilimsel dergileri takip ediyorsunuz?
Belli başlı tüm radyoloji dergilerini, yanı sıra Science, NEJM gibi ana dergileri takip ederim. Pubmed arama motorunda ilgilendiğim 10 temel konuda çıkan haftalık yayınlar her pazartesi e-maille bana gelir. Bu ücretsiz sunulan bir hizmet ve literatürü takip etmeme çok yardımcı oluyor, kesinlikle tavsiye ederim.

Mesleğinizle ilgili en çok ziyaret ettiğiniz 3 internet sitesi nedir?
Direkt ziyaretten ziyade ben twitter'da takip ediyorum onları, RSNA (Radiologic Society Of North America), AUA (American Urology Association), ACR (American College of Radiology) en sık takip ettiklerim.


 Yurt dışında hekimlik yapmanın sıkıntıları nelerdir?
En önemli sorun olarak, diploma ve eğitim denkliği sıkıntıları ile karşılaşıyorsunuz. Bunu gidermek zaman alıcı olabiliyor. Hastalarla iletişimde bazı farklılıklar doğabiliyor çünkü farklı kültürlerden geliyoruz, bunların dışında bir zorluk yaşanma ihtimali az. Ancak herşeyi zamanla aşıp hedefinize yürümeniz mümkün.

Türkiye'de tıbbın durumu nedir? Ülke dışında tahsil almak gerekli midir? Kimler için daha uygundur?
Türkiye'de tıp alanında olumlu işler yapıldı ve halen de yapılmakta ancak bazı politikalar maalesef tıp çalışanlarını olumsuz etkiliyor. Bir kaç örnek vermek gerekirse, oldukça çok sayıda yeni tıp fakültesi açılıyor. Evet doktor açığı olabilir ama bunun çözümü için başka yollar denenebilir. Yine, performans sistemi nedeniyle AR-GE’ye zaman ayırma konusunda sorunlar yaşanabilir ki bu durum literatüre orijinal katkının ve yeni icat-patentlerin sekteye uğramasına neden olabilir. Elbette sağlık hizmetinin vatandaşlara etkin ve hızlıca ulaştırılması önemlidir. Ancak unutulmaması gereken bir nokta da "her doktorun belli aralıklarla bilgilerini yenilemesi için bilimi, literatürü ve dünyayı takip etme" gerekliliğidir. Sistemdeki düzenlemeler bu gerçeğe göre yapılırsa çok daha iyi olabilir.

ABD'deki kurumların yabancı doktorlara ve özellikle Türklere karşı özel bir tutumu var mıdır?
Hayır, bu konuda hiç bir özel tutumla karşılaşmadım, çünkü bu konuya ABD'de azami dikkat gösterilmektedir.

ABD'deki ünlü tıp kurumlarına ya da hastanelerine eğitim amaçlı olarak girebilmek mümkün müdür?
Bu mümkün, yeter ki bu konuda gerekli araştırmaları zamanında yapın ve gerekli kişilere ulaşın. Bilhassa internet çağında bu tip olanakları daha kolay bulabilirsiniz.

ABD'de Türk hekimler arası dayanışma ne durumdadır?
Türk meslektaşlarımızdan bir kaç tanesiyle ortak çalışmalarımız var. Hatta son iki yıldır bu ve benzeri iletişim olanaklarının oluşması için RSNA (Radiology Society of North America) kongresinde toplanmaya gayret ediyoruz. Ancak, iş yoğunlukları ve farklı iş programları bu tip dayanışmalara engel olabiliyor.

ABD'de Türk hekimlerin diğer yabancı hekimlerle karşılaştırıldığında ne durumdadır?
Belirli bir oran vermekte zorlanırım ama hemen her merkezde bir Türk radyologa rastlamak mümkün.

Halen üzerinde çalışmakta olduğunuz araştırma konular nelerdir?
Şu anda prostat kanserine ilaveten yoğun olarak lenfatik sistem görüntülemesi konusunda araştırmalar yapıyorum. Amacımız kanseri drene eden lenf düğümlerini elimizdeki yeni kontrast maddelerle tespit etmek ve kanserli olgulara ve hekimlerine daha fazla yardım edebilmek.

Bu çalışmaları hangi kurumda yapmaktasınız, ekibinizden bahsedebilir misiniz?
Bu çalışmaları kendi bölümümüzde yapıyoruz. Ekibimizde bir hemşiremiz, bir MRG teknisyenimiz, bir MRG fizikçimiz var. Bakıldığında küçük bir ekip olarak görülebilir ama o kadar uzun zamandır birlikte çalışıyoruz ki, uyumumuz çok iyi. Elbette bize yardımcı olan cerrahlarımız, onkologlarımız da mevcut. Kısacası multi-disipliner bir ekibiz ve gücümüzü çeşitliliğimiz ve uyumumuzdan alıyoruz.

Bize araştırma ekibinizin bir rutin gününü anlatabilir misiniz?
Bizim hastanemizin yapısı diğer hastanelerden belli farklılıklar göstermekte. Hastanemiz tam anlamıyla bir AR-GE hastanesi ve tüm hastalarımız etik kurul onaylı bilimsel protokollerin katılımcıları. Protokollerimiz herkese açık kaynaklarda, bilhassa internette, erişilebilir. Bu bilgilere ulaşan hastalarımız hemşiremizle iletişime geçerek protokol veya protokoller için gerek şartları sağlayıp sağlamadıkları konusunda değerlendirilirler. Bu aşamada hemşiremizin rolü çok büyüktür, çünkü bilimsel protokolü en ince detaylarına kadar bilir ve hastaya aktarır. Şayet hasta uygunsa hemşiremiz bizimle ön görüşme için toplantı tertip eder, bu toplantıda hasta ve yakınlarının tüm sorularını yanıtlamaya gayret ederiz. Ancak bu işlemde objektif olmak ana şartımız, çünkü bazı hastalarımız aşırı motive şekilde çalışmalara dahil olmak isteyebiliyorlar ki o anda hastayı bu durumdan korumak da bizim görevimizdir. Hastamız uygun şartları sağlayıp çalışmaya dahil olmayı kabul ederse gerekli laboratuvar incelemeleri yine hemşiremizin desteğiyle yaparız ve bu sonuçların uygunluğu tasdiklediğini tespit ettikten sonra görüntüleme işlemini kendi MRG ve PET/BT makinamızda kendi teknisyenlerimizle yaparız. Bu nokta çok önemli çünkü kendi makine parkımıza sahip olmamız bizi AR-GE konusunda daha rahat hareket etme özgürlüğünü vermekte. Görüntüleme datası elde olunduktan sonra yoğun bir multidispliner çalışma dönemi başlar. Bu aşamada radyologlar olarak cerrahlar, tıbbi onkologlar, radyasyon onkologları, patologlar, moleküler biyologlar, fizikçiler ve mühendisler ile, ki bunların çoğu farklı bölüm ve birimlerde çalışan ekip arkadaşlarımızdır, birlikte yaptığımız görüntülemenin üzerinde maksimum veriyi toplamak için mesaimizi harcarız. Bu heterojen ekipte her disiplinin önem ve görevleri eşit derecede olmakla birlikte bunlardan bir parçası dahi yanımızda olamazsa çalışmamızda aksama hissedilir. 

Bana bir günümüzü sordunuz ama bunu bir gün şeklinde anlatmak yerine size bir hastanın bizimle olan zamanını özetlemeye gayret ettim. Her hasta bizim için önce klinik anlamda daha sonra ise bilgi ve AR-GE anlamında çok önemlidir, her hastanın hikayesi farklıdır, her hastamızın bizimle ilk görüşmesinden data analizine kadar olan süreçte öğrendiklerimiz bizim için çok fazla önem arzeder.

İlginç olarak çekirdek ekibimiz çok az sayıda kişiden oluşmaktadır ama diğer disiplinlerle olan işbirliği ve uyumumuz başarımızın belki de esas sırrıdır. Eklemek istediğim son nokta ise tüm bunlar olurken ekipler arası diyaloğun maksimum düzeyde olmasıdır. Hemen her aşamada ekipler toplantı yaparlar, bu sayede herkes birbirinin dalı konusunda daha fazla bilgi sahibi olur ve hata, aksilik olasılıkları minimuma indirgenir. 

Med-Index