29 Kasım 2013 Cuma

ORGAN BAĞIŞINDA STRATEJİK DESTEK MEDYADAN

Organ bağışında farkındalığın artırılması için medyanın önemli bir güç olduğuna dikkat çeken Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası, "Yapılacak tüm çalışmalarda medya desteği tam olmalıdır” dedi.


Sağlık Bakanlığı ve Avrupa Komisyonu tarafından düzenlenen "Organ Naklinde Uyum için Teknik Destek Projesi" kapsamında, "Organ Bağışında Stratejik Ortak Olarak Medya Çalıştayı",  Point Otel'de gerçekleştirildi. 

Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi’nin genel hedefi ve amacı Türkiye’de özellikle kadavradan organ bağışının artırılması ve Avrupa Birliği müktesebatının kamu sağlığı alanında uyumluluğu ve uygulanmasına katkıda bulunmak olacak. 
Proje takım lideri Dr. Lajos Kovacs, projenin, Türkiye'de özellikle kadavradan organ bağışının artırılmasına yoğunlaşarak, Avrupa Birliği müktesebatının kamu sağlığı alanında uyumluluğu ve uygulamasına katkıda bulunmayı hedeflediğini söyledi. Kovacs, AB ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilen projenin, Nisan 2015'te son bulacağını belirtti.

Türkiye'de organ nakli bekleyen hasta sayısının, kadavradan elde edilen organ sayısından kat kat fazla olduğuna dikkati çeken Kovacs, "Ulusal organ bekleme listesine eklenen hasta sayısı her geçen gün artıyor. Buna bağlı olarak organ bekleyen hastalar, uygun organ bulunamadığından hayatını kaybediyor.  AB ülkelerinde kadavradan organ bağışı oranı Türkiye'de var olana göre 7-8 kat daha fazla. Türkiye, yeterli yoğun bakım servis yatağına sahip bir ülke olmasına rağmen, potansiyel organ bağış hedeflerine henüz ulaşamamıştır" diye konuştu.

Kovacs, proje ile tıbbi tedavide, organ bağışının kalite ve güvenlik standartlarının geliştirilmesinin amaçlandığını dile getirerek,  “Türkiye’nin yeterli yoğun bakım servis yatağına ve teknik açıdan yeterli donanıma sahip olmasına rağmen, potansiyel organ bağış hedeflerine yeterli bağış gerçekleşmediği için ulaşılamadı. Projede organ bağışı konusunda 160 eğitici eğitimi verilmesi, bin 500 uzman doktor eğitimi verilmesi, 2 uluslararası bilgi şöleni düzenlenmesi, istatistiki veri toplama sisteminde düzenlemeler yapılması da amaçlanıyor. Türkiye’de kadavradan organ bağış oranları çok az. Amacımız bu oranları Avrupa seviyesine getirebilmektir. Şu ana kadar Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı bu konuyla ilgili pek çok çalışma gerçekleştirdi. Hedefimiz bu projeyle birlikte bu çalışmaları daha da pekiştirebilmektir” şeklinde konuştu.


“ Geçen Yıl Listede Beklerken Bin 800 Hasta Hayatını Kaybetti”
Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası da son verilere göre, organ bağışında aile ret oranının yüzde 77 olduğunu belirterek, bu oranla ihtiyacı olan kişilere organ bulma şansının çok zor olduğunu vurguladı. Türkiye'de organ bekleyen hastaların ancak yüzde 16'sına organ bulunabildiğini belirten Kapuağası, geçen yıl listede beklerken bin 800 hastanın hayatını kaybettiğini söyledi.

Türkiye'de Böbrek Nakli için Bekleme Listesindeki Hasta Sayısı 20 bin 830
Kapuağası, Türkiye'de 11 Kasım 2013 itibarıyla böbrek nakli için bekleme listesindeki hasta sayısının 20 bin 830, karaciğer için 2 bin 48, kalp için 404, akciğer için 40 olduğunu belirtti.  Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre, Ocak 2013 ile Kasım 2013 arasında 2 bin 489 hasta için böbrek, bin 71 hasta için karaciğer, 50 hasta için kalp, 27 hasta için akciğer, 3 hasta için pankreas ve 1 hasta için ince bağırsak nakli yapıldığını dile getiren Kapuağası, ancak halen bağış sayısının dünyanın çok gerisinde olduğunu vurguladı.

Farkındalığın artırılmasında medyanın önemli bir güç olduğuna dikkat çeken Kapuağası, "Yapılacak tüm çalışmalarda medya desteği tam olmalıdır. Medyanın da desteğiyle toplumda farkındalık artırılacak, organ bağışına ilişkin kaygılar giderilecek, doğru bilgiye ulaşılabilecektir” dedi.

 “Organ Bağışı Yaşam için Bir Armağan”
AB Türkiye Delegasyonu Sağlık Temsilcisi Figen Tunçkanat da organ bağışında farkındalığın artırılmasında medyanın rolünün büyük olduğunu söyledi. Organ bağışının yaşam için bir armağan olduğunu ifade eden Tunçkanat, nüfusun da yaşlanmasıyla birlikte organa olan ihtiyacın da giderek arttığının altını çizdi.  
Türkiye Organ Nakli Kuruluşları Koordinasyon Derneği'nden Prof. Dr. Uluğ Eldegez de, organ bağışının artırılmasında beyin ölümü bildirimlerinin önemine değindi


“ Belediye Seçimlerinde Özellikle Adaylar, Organ Bağışına İlişkin Mesajlar Vermelidir”
Memorial Şişli Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu , organ naklinin artırılması için siyasilere de görev düştüğünü ifade ederek,  "Belediye seçimlerinde özellikle adaylar, organ bağışına ilişkin mesajlar vermelidir. Çünkü, seçim gezilerinde çok kişiye ulaşıyorlar. Siyasiler, mutlaka organlarını bağışlayıp bağışlamayacaklarını belirtsinler ki ben de oyumu ona göre vereyim" dedi.

“Bağış Oranları Ciddi Şekilde Azaldı”
Proje koordinasyon ekibinden Dr. Eyüp Kahveci de bekleme listeleri üzerindeki yükün çok fazla olduğunu ve bunun genellikle kadavradan yapılan organ nakilleri ile giderilmeye çalışıldığını bildirdi. Bağış olmadığında nakil yapılamayacağına dikkati çeken Kahveci, "Bağış oranları ciddi şekilde azaldı. Beyin ölümü gerçekleşen kişilerin ailesinin şu an için sadece yüzde 22'si onay vermektedir. Bu oran çok düşük. Bu, bir alarmdır, acilen oranların yükseltilmesi gerekmektedir" diye konuştu.


 Hayata Bağış Haberleri Yer Almalı
CNN Türk'ten Ferhat Boratav, 2007 yılında organ bağışına ilişkin kampanya düzenlediklerini belirterek, o yıllarda organ bağışında şehir efsanelerinin egemen olduğunu, genellikle olumsuz ifadelerin yer aldığını anlattı. Organ mafyasına ilişkin çeşitli haberlerin yer aldığını dile getiren Boratav, basında bu şekilde yer bulan haberlerden örnekler verdi. Boratav, "Hayata bağış haberlerinin yer alması, yetkililer üzerinde baskı kurabilir, doktorları cesaretlendirir, organ bağışını meşrulaştırır" dedi.

Medya-İş Genel Başkanı Gürsel Eser de organ bağışı kampanyasına destek vereceklerini belirterek, "Tüm sendika üyelerine kampanya hakkında bilgi vereceğiz ve üyelerimizi bağış yapmaya çağıracağız" diye konuştu. 

Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel de Türkiye'de okuma yazma oranlarının oldukça düşük olduğunu, bu nedenle farkındalığın artırılmasında özellikle televizyon programlarının önemli yer tuttuğunu belirterek, dizilerde, kuşak programlarında ve haberlerde bağış yapılması gerektiğine yönelik mesajların verilmesi gerektiğini ifade etti.

Kalp nakli olmuş kişilerden birisi olan İzmir Gazeteciler Cemiyeti üyesi, gazeteci Çağatay Çağlar da tanı konulmasından nakil gerçekleştirilene kadar olan yaşam hikayesini katılımcılarla paylaştı. Bugün nakil sonrası sağlığına kavuştuğunu anlatan Çağlar, "3 yıldır bir başkasının kalbiyle yaşıyorum. Çok mutluyum. Toprakta çürümesin, canda yeşersin. Bunun için organlarınızı bağışlayın" dedi.

26 Kasım 2013 Salı

Aşkınızı Şansa Bırakmamak için Bayer'den Tavsiyeler

bayer

askisansabirakma.com web sitesi ve i-phone/ipad aplikasyonu; kadın ve erkeklere mutlu bir ilişki için rehberlik ediyor.

Sunduğu yenilikçi çözümlerle alanında lider olan Bayer Kadın Sağlığı Bölümü, cinsel sağlık ve doğum kontrol yöntemi konusuna dikkat çekmek ve gerek kadınları gerekse erkekleri bilgilendirmek amacıyla; askisansabirakma platformunu kurdu. Web sitesi ve i-phone/ipad uygulaması ile kullanıcılara ulaşan platform; yakın zamanda android uygulamasını da kullanıcıların tercihine sunacak.

askisansabirakma.com; kadınların bir ay içinde oluşan hormonal değişimleri konusunda hem kadın hem de erkekleri bilgilendirmenin ve bu konuda tavsiyeler vermenin yanı sıra; karşı cins hakkında yüz yüze sormaya çekinilen soruları yöneltebileceğiniz bir forum da sunuyor. Aynı zamanda Aşkı Şansa Bırakma uygulamasını Iphone ve Ipad’inize yükleyerek istediğiniz her yerde ve her zaman erişim sağlayabiliyorsunuz.

Aşkı Şansa Bırakma iphone/ipad uygulamasında yer alan periyod takibi bölümü, bir ay içindeki hormonal değişimleri ve bunların etkileri konusunda daha fazla bilgi edinmek ve bu konuda gerekli önlemleri almak isteyen kadınlar için ideal bir çözüm sunuyor. Bunun için, adetinizin ilk günü, süresi gibi bilgilerinizi bir kere girmeniz yeterli. Periyod takibi, sizin hormonlarınızdaki değişimlere göre bu süreçte size yol gösteriyor. Hatta dilerseniz partnerinizi bu konuda önceden uyarabiliyorsunuz. Uygulamanın erkek kullanıcıları ise; partnerleri için aynı bilgileri girerek; adet öncesi sendrom, doğurganlığın yüksek seviyede olduğu, cinsel isteğin arttığı günler gibi konularda uyarılabiliyorlar.

Aşkı Şansa Bırakma, “acaba bugün doğum kontrol hapımı almış mıydım?” sorusunu tamamen ortadan kaldırıyor. Tek yapmanız gereken; hap kullanımınızı günlük olarak işaretlemeniz. Bırakın, uygulama sizin için takip etsin ve size hatırlatma yapsın. Üstelik bu uyarıları, dışarıdan anlaşılmayacak şekilde özel şifrelerle yapıyor.

Karşı cins ne düşünüyor?

Herkesin aklında karşı cinsle ilgili cevaplayamadığı ve sormaya çekindiği sorular vardır. Bayer Kadın Sağlığı bu düşünceden yola çıkarak Aşkı Şansa Bırakma kullanıcıları için bir forum oluşturdu. Karşı cinsle ilgili merak ettiğiniz ve yanıt aradığınız soruları sorunduğunuzda, karşı cinsten gerçek kişiler sizin için yanıtlıyor.

Aşkınızı Şansa Bırakmamak için Özel Tavsiyeler

askisansabirakma, kadın ve erkeklere doğum kontrol yöntemleri ve cinsel sağlık konusunda doğru ve bilgilendirici bir kaynak olma niteliği taşıyor. Modern doğum kontrol yöntemleri hakkında detaylı bilgi alabileceğiniz uygulama aynı zamanda, sağlıklı bir cinsel ilişki için hayatınızı kolaylaştıracak ipuçları sunuyor.
Uygulamaya erişmek için hemen www.askisansabirakma.com adresine girebilir veya App Store’dan telefonunuz veya tabletinize indirebilirsiniz.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

22 Kasım 2013 Cuma

GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ'NDE SAĞLIK HABERCİLİĞİ VE SOSYAL MEDYA


Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Mesleklerine Giriş dersinde sağlık muhabirliğini ve sosyal medyayı anlattım. 

Davet için Doç. Dr. Elgiz Yılmaz hocama çok teşekkür ederim.









21 Kasım 2013 Perşembe

Bunu Blogumda Paylaşabilirim. Hürriyet Benim.


Hürriyet; gündeme dair cesur bir projeyle karşımızda. TBWA\ISTANBUL'un hazırladığı proje kısa zamanda oldukça ses getirdi. Din, dil, ırk, cinsiyet ayırt etmeden bireysel özgürlükleri konu alan projenin amacı Türkiye'nin dört bir yanından insanların hürriyetlerini dile getirmeleri ve seslerini duyurmaları...

Bu proje katılımcıların kendi hürriyetlerini anlatmaları için tasarlandı, katılımcılar videolarını oluştururken ilham versin diye de bir film hazırlandı.

Hürriyet, herkesi kendi hürriyet cümlelerini yazmaya ve hürriyet şarkılarını yaratmaya davet etti. Kullanıcılar içinde kendi fotoğraflarının da olduğu hürriyet filmleri yaratabiliyor ve bu filmleri sosyal medyada dilediğince paylaşabiliyor. Ayrıca seçtikleri mesaj ve fotoğraflarından oluşan bannerı hurriyet.com.tr sayfalarında yayınlanıyor. Kısaca proje tamamıyle interaktif bir proje olarak kurgulandı. www.hurriyetbenim.com üzerinden ilham verici videoyu seyredebilir, kendi video ve bannerınızı yaratabilirsiniz.



"Hürriyet Benim" filmi, daha TV’ye çıkmadan viral olarak sosyal medyada gösterildi ve çok kısa sürede yayılarak; sosyal medyada konuşulmaya ve paylaşılmaya başlandı. Kullanıcıların katkılarıyla yapılan klipleri Twitter'dan #hürriyetbenim hashtag'iyle takip edebilirsiniz.

Ben de kendi videomu oluşturdum ve benim için hürriyetin ne demek olduğunu anlattım. İzlemek için;

http://hurriyetbenim.hurriyet.com.tr/video.aspx?k=1G2WYKJI4QN

Bir boomads advertorial içeriğidir.

20 Kasım 2013 Çarşamba

ALZHEİMER’A ERKEN TEŞHİS İMKANI DOĞUYOR

Alzheimer hastalığında erken teşhis için geliştirilen yeni bir yöntem, bir hastadan örnek alınarak hazırlanan robot ile tanıtıldı.

Unutkanlık denildiğinde ilk akla gelen hastalıklardan biri olan Alzheimer’ın erken teşhisi için, uzun yıllardır araştırmalar sürüyor.  34. Ulusal Radyoloji Kongresi Siemens standında Alzheimer hastalığında erken teşhis yöntemini tanıtmak için, Gil adındaki hastanın yüz modeli çıkartılarak anlatıldı. Robot, bir Alzheimer hastanın yüz hareketlerini birebir yapıyor.

Amyloid Brain Model’ini tanıtmak için hazırlanan robot hakkında bilgi veren Siemens Moleküler Görüntüleme Sorumlusu  Gizem Uçanok, robotun üç farklı şirketten, 20 çalışanın 6 hafta boyunca birlikte çalışarak geliştirildiğini belirtti. Uçanok, söz konusu robotun Alzheimer’ı diğer demans türlerinden ayıran yeni bir radyoaktif maddeyi ve bu madde için Siemens’in geliştirdiği Amyloid Nöroloji yazılımını tanıtmak için yapıldığını söyledi. Bu yeni radyoaktif madde ve de yazılım ile ilgili Uçanok, şunları söyledi: “Alzheimer şüphesi olan hastalara bu yeni radyoaktif madde veriliyor. Hastanın daha sonra PETBT ya da PETMR ile beyin görüntülemesi yapılıyor. Verilen bu ilaç direk olarak beyindeki Amyloid plaklara yapışıyor ve görüntülenmesini sağlıyor. Daha sonra Siemens Amyloid yazılımı hastanın beyin datasını referans beyin datasıyla karşılaştırıyor ve klinisyenlere hastanın Amyloid oranını sunar. Bugün Amerika’da yaşayan 5. 4 milyon kişi Alzheimer hastası var ve 2050 yılına kadar bu rakamın 16 milyona kadar yükselmesi bekleniyor. 65 yaş üzerindeki her 8 kişiden biri ve 85 yaş üzerindekilerin yarısı Alzheimer hastası. Bu yöntem Amerika’da ve Avrupa’da uygulanmaya  başlandı.”

“Demans Hastalarının Bir Kısmına Yanlış Tedavi Uygulanıyor”
Unutkanlık şikayetiyle doktorlara gidenlere yapılan tetkikler sonucunda bir çoğuna demans teşhisi konduğunu kaydeden Uçanok, genelde hastalara  aynı tedavinin uygulandığını kaydetti. Uçanok, “Aslında demans hastalarının bir kısmına yanlış tedavi uygulanıyor. Alzheimer hastası sayılan hastaların bir kısmı Alzheimer hastası olmayabiliyor. Bu tetkik ve yazılım hastaların Alzheimer hastası mı yoksa başka türlü bir demans hastası mı onu söylüyor ve bunu erken teşhis etmeye yardımcı oluyor” diye konuştu.


Kongreye olan destekleriyle ilgili görüşlerini dile getiren Siemens Sağlık Türkiye Direktörü Şevket On, Türk Radyoloji Derneği’nin kongreyi uzun yıllardır başarıyla gerçekleştirdiğine dikkat çekti. Şevket On; “Her yıl, Ulusal Radyoloji Kongresi’nde dünyada sunduğumuz en yeni ürün ve teknolojileri paylaşmaya gayret ediyoruz. Yalnızca ülkemizde değil, çalışmalarıyla uluslararası alanda da adını yukarılara taşıyan Türk Radyoloji Derneği’nin bu yılki organizasyonuna da destek vermekten dolayı son derece mutlu olduk” dedi.   

19 Kasım 2013 Salı

SAĞLIK TURİZMİNE YENİ BİR SOLUK GELİYOR

Sağlık turizminde önemli adımlar atan ve 6 farklı ülkede hizmet vermeye başlayan Hospitality hakkında bilgi veren şirketin Genel Koordinatörü  Ayşen Toksöz, bu çalışmaların hem hekimler hem de hastanelerin uluslararası açılım yapması için büyük bir fırsat olduğunu söyledi. 

Sağlık turizmi alanında önemli adımlar atılıyor ve yurt dışından hastalar tedavi amaçlı ülkemize geliyor. Henüz gelişmeye başlayan sektörde hastaları doğru noktaya doğru fiyatla yönlendirmek sektörün geleceği açısından çok  önem taşıyor. Bu alana bakış açıları ve  çalışmalarıyla yeni bir soluk getirdiklerini belirten Hospitality Genel Koordinatörü Ayşen Toksöz, ülkemizin yüz akı olan  serbest çalışan hekimler ve hastanelerle anlaşma yaptıklarını söyledi.  Toksöz, anlamalı kurum veya doktorların uluslararası açılımını sağlamak adına 6 dilde hizmet sunan  www.hospitalitytr.com adresindeki  web portal aracılığı ile tanıtımı yaptıklarını ve portalın internet aramalarında ilk sıralarda çıkması için de ciddi bir destek programı başlattıklarını  kaydetti. 

Kamu Hastane Birlikleri ile Anlaşma Yapılıyor
Güney Marmara Bölgesi Kamu Hastane Birliği ile sağlık turizmi alanında iş birliği yapmak için anlaşmaya vardıklarını söyleyen Toksöz, kamu hastaneleri için ayrı bir fiyat listesi hazırladıklarını ve talepte bulunan hastalara bu seçeneği de sunduklarını ifade etti. Toksöz, hastaların isteklerine göre   uçak bileti  ve  otel rezervasyonları  konusunda yardımcı olduklarını, ofisleri olan ülkelerden  gelen hastaları kendi elemanları  tarafından uçağa bindirildiğini ve alanda  karşılanarak otele ya da  hastaneye hastayla aynı dili konuşan elemanları tarafından yerleştirildiğini dile getirdi. 

İskandinav Ülkelerinde de 12 Farklı Noktada Bağlantı Sağlanacak
Bugüne kadar  kendi çabalarıyla çalışmalarını sürdüklerini belirten Toksöz, büyümek için Ekonomi Bakanlığının teşviklerinden de faydalanmak istediklerini belirtti. Toksöz, “Her doktorun ya da hastanenin belli ülkelerde ofisinin olması her birinin ayrı ayrı portal hazırlayıp sürekliliğini sağlaması  pek mümkün değil , bizim  Almanya, İsveç, Kosova, Arnavutluk,  İngiltere ve Makedonya gibi birçok ülkede ofisimiz ve her ihtiyaca hizmet edecek geniş  bir web portalımız var. Sektördeki hizmet sunucuların bizden faydalanmaları  yurt dışına açılırken çok para ve zaman harcamamaları akıllıca olur.  Biz onların yerine çaba gösteriyor ve hastalardan gelen taleplere göre, bizimle anlaşmalı doktorlar ve hastanelere yönlendiriyoruz. Çalıştığımız kişi ve kuruluşlar için bu durum tanıtım ve hasta akışı açısından da büyük önem taşıyor. Kısa gelecekte İskandinav ülkelerinde de 12 farklı noktada bağlantı sağlayacağız” diye konuştu. 

Kamu Desteklemezse Bu İş İlerlemez!
Kamudaki yetkililerin sağlık turizminde  yol göstermesi ve çabaları doğru şekilde desteklemesi  gerektiğine dikkat çeken Toksöz, şunları söyledi: “Eğer, böyle bir sorumluluk üstlenilmezse sağlık turizminin ilerlemesi mümkün değil. Her ülkenin sağlık sigorta sisteminin zayıf noktaları  var. Bu noktalar iyi değerlendirilmeli ve her ülkeye yönelik ayrı bir strateji belirleyip çabalar o yöne yoğunlaştırılmalıdır. Bir iki örnek vermek gerekirse, Balkan ülkelerinde ciddi bir devlet güvencesi olmasa dahi başvuruya bağlı olarak hastanın masrafını devlet karşılıyor. Ancak çeşitli nedenlere bağlı olarak fiziki ve beşeri  olarak sağlık alanında imkansızlıklar içindeler. İngiltere’de teknoloji ve doktor var ancak sistem o kadar tıkanmış ki hastaya 6 ay sonrasına randevu veriliyor. Buna ne yazık ki kanser hastaları da dahil. İsveç’te “90 + 90”  kuralı var. Eğer hasta acil değilse  ilk muayene için 90 gün sonrasına randevu veriliyor.  İlk muayeneden  sonra da yapılacak işlem için yine 90 gün sonrası  için randevu veriliyor. Acil hizmetlerde son derece iyi olan sistem, acil olmayan vakalarda hastayı 6 ay sonrasına erteliyor. Bu fırsatları iyi değerlendirmek lazım’’ 

Yurt Dışında Yaşayan Türk Vatandaşları Yararlanabilecek
Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının, ülkemize geldiklerinde genelde kulaktan duyma tavsiyelerle tedavi olduğuna dikkat çeken Toksöz, “Ancak biz alanında uzman isimleri belirleyerek, hastalarımızı onlara yönlendiriyoruz. Uluslararası pazarda sağlık turizmi alanında başarılı olmak istiyorsak, gelen hastaları doğru noktada doğru fiyatla tedavi etmeliyiz. Gelen hastayı,  en az komplikasyonla göndermeliyiz. Bunlar sağlık turizmini büyütecek  önemli adımlardır. Yüksek fiyatla fırsatçılığa soyunur ve aslında çok da yapılmayacak operasyonlara talip olup  büyük komplikasyonlara neden olursak  kendi yolunuzu kendimiz tıkamış oluruz” şeklinde konuştu.  

Termal Tesisler Kamu Adına Kullanılabilmeli
Önümüzdeki yıl Kiev’de düzenlenecek olan sağlık turizmi fuarına katılacaklarını kaydeden Toksöz, konu ile ilgili şu bilgileri verdi: “Termal turizm ve 55 yaş üstü sağlık turizminde de hizmet vermek için yeni adımlar atıyoruz. Termal merkezlere hasta getirmek çok fazla işimiz değil, çünkü seyahat acentesi değiliz. Bizim için işin tedavi bölümü önemli .Hastalar termal merkezlerde fizik tedavi için başvuruda bulunuyorsa bu bizim ilgi alanımıza giriyor.Turistik amaçlı konaklamalarla ilgilenmiyoruz. Bu yüzden vatandaşlarının bu tür tedavilerini üstlenen hükümetlerle tek tek görüşmek istiyoruz. Ancak bizim olanaklarımız bu anlamda sınırlı, devletin bir şekilde bu tür anlaşmaları yapıp, şirketlere, o ülkelere  adım atması için yol açması gerekiyor.  Büyük sigorta şirketlerinden sağlık turizmi adına adım atılmasını bekliyoruz. Kamu ve özel sektör el ele vererek Türkiye'nin hem hizmet hem sağlık sektörlerini hem de doğal güzelliklerini birlikte pazarlayacak olan Sağlık Turizminde uluslararası bir isim olmasını sağlayabiliriz."

17 Kasım 2013 Pazar

Böbrek Yetmezliğine Yol Açan 7 Neden!

Kronik böbrek hastalığı dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sağlık sorunu. Çünkü tedavi edilmezse böbrek yetmezliği gibi yaşamı tehdit eden çok ciddi bir tabloya dönüşebiliyor! Böbrek yetmezliğine ise en sık başta yüksek tansiyon, diyabet ve obezite olmak üzere 7 faktör neden oluyor! 

Türk Nefroloji Derneği verilerine göre; ülkemizde diyaliz uygulanan veya böbrek nakli yapılmış yaklaşık 70 bin hasta bulunuyor. Bu sayının, gelişmiş birçok ülkenin neredeyse 2 katı olan yıllık yüzde 10 artış oranı ile 2015 yılında 100 bini aşacağı tahmin ediliyor. Yine Türk Nefroloji Derneği tarafından 23 ilde 10.750 erişkinin katılımı ile yapılan ve 2009 yılında sonuçlanan CREDIT çalışması, Türkiye'de erişkinlerin yüzde 15.7'sinde çeşitli evrelerde kronik böbrek hastalığı varlığını ortaya koydu. Bu oran, ülkemizde yaklaşık 7.5 milyon kronik böbrek hastası bulunduğuna, yani her 6–7 erişkinden birinin böbrek hastası olduğuna ve sorunun boyutunun tahmin edilenin çok üzerinde olduğuna dikkat çekiyor.

İşte bu noktada hemen herkesin aklına şu soru takılıyor: Böbrek yetmezliğine hangi faktörler yol açıyor? En önemlisi de bu hastalığın erken tanısı için hangi sıklıkta hangi testi yaptırmalı? International Hospital’den Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Ülkem Yakupoğlu, en çok merak edilen bu soruları yanıtladı...

Böbrek Yetmezliğine Neler Yol Açabiliyor?

1- Yüksek tansiyon: Yüksek tansiyon böbrek içindeki incecik damarlarda yapısal bozukluğa ve tıkanıklığa neden oluyor. Bunun sonucunda da böbrek yetmezliği gelişebiliyor. Ancak koldan ölçülen tansiyon bazen normal değerlerde çıkarak kişiyi yanıltabiliyor. Bunun aksine idrardaki protein kaçağı bunu net olarak gösterebiliyor. İdrarda protein oranını gösteren test Türkiye'nin her yerinde yapılabiliyor.

2- Diyabet: Tip 2 diyabet de, tıpkı kan basıncı yüksekliğinde olduğu gibi böbrek içindeki incecik damarlarda yapısal bozukluğa ve tıkanıklığı yol açarak böbrek yetmezliğine neden olabiliyor. Özellikle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de son dönem böbrek yetmezliğinin en sık nedeni olan diyabet hastalığı görülme oranının 2002'de yüzde 7.2 iken, günümüzde yüzde 12'nin üzerine çıkmış olması endişe verici bir durum olarak görülüyor.

3- Fazla kilolu olmak: Fazla kilolu olmak böbreğin içinde yer alan kılcal damarlardaki basıncı artırarak idrarda protein kaçağına yol açıyor.

4- 60 yaşın üzerinde olmak: Yaş ilerledikçe vücuttaki tüm damarlar yaşlanıyor. Doğal olarak kılcal damarlardan çok zengin olan böbrekler de bu süreçten çok etkileniyor. Damar sertliği arttıkça, böbreklerin süzme işlevi de yavaşlıyor.

5- Tek böbrekli doğmak: Tek böbrekli kişiler dikkat ettikleri zaman ömürlerinin sonuna kadar sağlıklı yaşayabilirler. Ancak susuz kalmamaya, aşırı tuz ve bilinçsiz ilaç tüketmemeye daha çok dikkat etmeliler.

6- Sigara alışkanlığı: Sigara böbrek içindeki kılcal damarlardaki dolaşımı yavaşlatıyor ve oksijen miktarını azaltıyor. Bir başka deyişle yüksek kan basıncına benzer şekilde damarlar üzerinde olumsuz etki yaratarak böbrek yetmezliği riskini artırıyor.

7- Genetik geçiş: Böbrek hastalıkları genetik geçişli de olabiliyor. Böbreklerde kist oluşumu, idrar kanallarında tıkanıklık, geri kaçak veya böbrek boyutlarının küçük oluşu gibi yapısal değişiklikler ailenin birçok bireyinde gözlenebiliyor. Tekrarlayan böbrek taşları da yine kalıtsal özellik gösterebiliyor.

Diğer Risk Faktörleri

• Böbrek taşı,
• Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları,
• Sık ağrı kesici kullanımı,
• Bağ  dokusu hastalıkları.

Erken Evrede Diyalize ve Nakle Gerek Kalmıyor

Aslında böbrek yetmezliğine yol açan faktör düzeltilebilir bir aşamadaysa vücutta bir sorun yaratmadan geri dönebiliyor. Bunun nedeni ise böbreklerin çok idareli organlar olmaları. Böbreklerin süzme kapasiteleri yüzde 60'ın altına düştüğünden itibaren kronik böbrek hastalığı olarak kabul ediliyor. Bu organların tamamen iflas etmeleri için süzme kapasitelerinin yüzde 15 ve altına düşmüş olması gerekiyor. Yüzde 15-60 arasında ise geniş bir dönem var.  Hasta bu dönemde düzenli bir nefroloji takibi içinde olursa diyaliz ve organ nakline nakle gerek kalmama şansı yüksek oluyor.

Testler Ne Zaman Yapılmalı?

• Böbrek yetmezliğinin ileri aşamalara gelmeden yakalanması büyük önem taşıyor. Bu nedenle 60 yaşın üzerindeki kişilerin bilinen bir hastalıkları olmasa bile böbreklerini kontrol ettirmeleri çok büyük bir önem taşıyor.
• Tansiyonu 40 yaş altında başlaması halinde nefroloji uzmanına mutlaka muayene olmak gerekiyor, çünkü genç yaşlarda ortaya çıkan tansiyon genellikle böbrek kökenli oluyor.
• Yüksek risk grubundaki kişilere yapılacak olan tarama testleriyle hastalık erken evrede saptanıyor ve bu sayede ilerlemesi önlenebiliyor. Özellikle 40 yaşından itibaren yılda bir kez idrar ve kan tahlili yaptırmak yararlı oluyor.

Mevsimler Bizi Nasıl Etkiliyor?

Mevsimsel değişikliklerin insan vücudu üzerinde fiziksel etkileri olduğu gibi psikolojik etkileri de ciddi boyutlarda hissediliyor... İklimlere bağlı olarak gelişen ve sonbahar-kış döneminde görülen depresyonun, yaygın ve gerçek bir hastalık olduğu belirtiliyor.

Değişim Terapi ve Danışmanlık Merkezi’nden Psikolog Ayşe Yanık Knudsen, “bu klinik hal genellikle kış  aylarında başlayıp ilkbaharın gelişine kadar en şiddetli seviyesine ulaşıyor. Fakat “kış depresyonu” tanısının konulabilmesi için depresyon belirtilerinin en az iki yıl üst üste kış mevsiminde başka sebebe bağlı olmadan çıkması gerekiyor” şeklinde ifade ediyor.
“Kış Depresyonu” Belirtileri

Mevsimin dönmesine bağlı olarak, günlerin kısalması ve  gün ışığının kendini daha az gösterdiği bu dönemlerde, bazı insanlarda hüzünlü ve melankolik bir ruh hali ortaya çıkıyor. Havaların erken kararması, soğuk hava etkisi ve dış mekan aktivitelerinin azalmasıyla kişi kendi iç dünyasına çekiliyor. Sürekli karamsarlık, enerji yokluğu, durgunluk, aşırı yorgunluk hissi, mutsuzluk, ümitsizlik, isteksizlik, baş ağrısı, ağlama isteği görülürken, kendine dikkat etmeme, kişisel temizliğine önem vermeme, dağınıklık, uykusuzluk ya da tam aksine aşırı uyku, iştah değişiklikleri, şekerli ve nişastalı besinlere düşkünlük artar. Özellikle iştahta artış gözlemlenebilir. Okula ya da işe gitmeme isteği, konsantrasyon eksikliği ve performans düşüklüğü, fiziksel hareketlerde azalma ve tembellik kış depresyonunun diğer belirtileri arasında yer alıyor.

Kaygı ve Panik Atak Ortaya Çıkabilir

Kış depresyonuna giren bireylerde aşırı kaygılı ruh hali ve panik atak krizleri ortaya çıkabilir. Bu nöbet kişiye öylesine yoğun bir korku ve rahatsızlık duygusu yaşatır ki, kötü bir şey olacağı veya sonunun geldiğini, öleceğini hisseder. Bu korku fırtınasını yaşayan insan, doğal olarak o ortamdan ve durumdan kaçma, uzaklaşma davranışı gösterir. 
Psikolojik değişikliler, sosyal yaşamdan uzaklaşma, aile hayatından uzaklaşma içe kapanma ve aile bireyleri ile tartışmalara girme gibi durumlar ortaya çıkabilir. Depresyon durumu aile, iş ve akademik hayatı ciddi derecede etkilemeye başlamışsa, artık bir uzmana görünme vakti gelmiştir.

Tedavide Ne Yapmalı?

Güneşe duyulan özlemle ortaya çıkan kış depresyonundan kurtulmak için en etkili yöntem doğal güneş ışığıdır. Bu nedenle fırsat buldukça boş zamanlarınızda ya da hafta sonları açık havada zaman geçirebilirsiniz. Sabahları yapacağınız yarım saatlik yürüyüşler hem fiziksel açıdan hem de psikolojik olarak sizi rahatlatacaktır. 
Evinizin ve ofisinizinin mümkün olduğunca bol güneş ışığı girmesini sağlayın, perdelerinizi gün içinde açık bırakabilirsiniz. Odalarınızı zaman zaman havalandırmanız daha ferah bir ortamda olmanızı ve temiz oksijen almanızı sağlar. 
Haftada 3-4 gün egzersiz yapın. Böylelikle hem kendinizi daha dinç hissedecek, hem de gece daha rahat uykuya dalacaksınız. Egzersiz alışkanlığı endişeyi azaltır, zihninizi açar ve kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olur. Eğer sürekli oturmak zorunda olduğunuz bir işte çalışıyorsanız molalarınızda dolaşmaya ve hareket etmeye çalışın. 
Kendinizle baş başa kaldığınız zamanlarda sıkılıp farklı düşüncelere dalabilirsiniz. Bu nedenle sosyal aktivitelerinizi ihmal etmeyin, kışın tatile gidebilirsiniz. Arkadaşlarınızla bir araya gelerek hoş vakitler geçirebilirsiniz. Sinemaya gidebilir ya da evde olduğunuz zamanlarda özellikle komedi dizileri ve filmleri izleyebilirsiniz.

Bunlara Dikkat Edin

- Sağlıksız besinlerden ve hazır yemeklerden uzak durun. Her gün meyve ve sebze yiyin. Kafein ve alkol tüketiminize dikkat edin. Öğünlerinizde salata olmasına özen gösterin. 
- Su tüketiminizden emin olun. Kışın su içmek zor olsa da günde en az 1,5-2 litre su içmeye çalışın. Protein bağışıklık sisteminin en güçlü kaynaklarından birisidir protein içerikli gıdaları ihmal etmeyin. 
- Şeker tüketiminize ve şekerli gıdalara dikkat edin. Kontrolsüzce yiyeceğiniz şekerli gıdalar kilo almanıza neden olarak depresyon sürecinizi tetikleyebilir. Şeker ve kafein etkileri geçtikten sonra da kendinizi daha yorgun hissedebilirsiniz. Özellikle şeker, insülin seviyeniz ani değişiklik göstermesine neden olur. 
- Sorunlarınızla başa çıkamadığınız durumlarda bir uzmandan destek almayı unutmayın.

Cinsellik Yaşında Tehlikeli Düşüş!

Halen kesin tedavisi olmayan AIDS, ağırlıklı olarak cinsel yolla bulaşıyor. Resmi kayıtlara göre Türkiye'de 4 binin üzerinde kişiyi etkileyen bu hastalık, özellikle gençleri ve kadınları tehdit ediyor.

İnsan Bağışık Yetmezliği Virüsü (HIV), tanısının ilk kez konulduğu 1 Aralık 1981 yılından bu yana geçen 30 senede, dünya üzerinde 33 milyon insanda görüldü. Halen kesin tedavisi olmayan AIDS'ten etkilenen Türkiye'de kayıtlı hasta sayısı ise 4 bin 826.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe, çoğunlukla cinsel yollardan bulaşan bu öldürücü hastalığın uzun vadeli etkilerini bertaraf etmeye yönelik halen tüm dünyada etkili ve organize bir strateji belirlenmemiş olduğuna dikkat çekti. Dr. Keçe şunları kaydetti:

"Tüm dünya için giderek önemli bir tehlikeye dönüşen AIDS, sadece bir hafta değil, devamlı ciddiye alınması gereken bir konudur. Çünkü AIDS hastalığının önlenebilmesi için yılda 10 milyar dolar harcanıyor. Bu rakam hastalığın yayılmasını önlemede ve bilgilendirmede kullanılsa hem insan sağlığı ve nesli korunmuş olacak hem de daha az maddi kaynak ayrılmış olacaktır."

"Cinsel İlişki Yaşı Düşüyor"

AIDS'in özellikle kadınları ve gençleri tehdit ettiğine dikkat çeken Dr. Keçe, CİSED tarafından 15-25 yaş arası bir 480 genç üzerinde yapılan araştırmalardan çıkan tehlikeli gerçeği açıkladı:

"'Cinsel yönden aktif misiniz?' sorusuna ankete katılan her 100 gençten 16′sı 'evet' yanıtını verdi. Cinselliğin yaşanma yaşının tüm dünyada olduğu gibi 18 yaşın altına Türkiye'de de düşmesi, başta AIDS olmak üzere cinsel yolla bulaşan hastalıkların daha hızlı yayılmasına yol açmaktadır. Bu nedenle CİSED olarak, cinsel eğitimin kademeli olarak anaokulundan itibaren biyolojik değişiklikler ortaya çıkmadan verilmeye başlanmasını tavsiye ediyoruz."

Korunmanın En Etkili Yolu; Prezervatif

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmanın en etkin yolunun prezervatif kullanmak olduğunu vurgulayan Dr. Cem Keçe, şu açıklamalarda bulundu:

"Ayrıca her türlü enjeksiyon için yeni bir enjektör kullanılması ve asla enjektör paylaşılmaması da önemlidir. 'Düzenli bir doğum kontrol yöntemi kullanıyor musunuz?" sorusuna gençlerimizin yüzde 75′i 'hayır' yanıtı vermiştir. Bu tablo çok vahimdir.

'Neden düzenli bir doğum kontrol yöntemi kullanmıyorsunuz?' sorusuna ise gençlerimizin yüzde 35′i 'Gerek duymuyorum', yüzde 30′u 'Düzenli ve sık cinsel ilişki kurmuyorum', yüzde 15′i 'Gebe kalacağımı düşünmüyorum', yüzde 14′ü 'Partnerimin gebe kalacağını düşünmüyorum', yüzde 5′i 'Doğum kontrolüne inanmıyorum' ve yüzde 1′i de 'İnançlarıma aykırı' yanıtlarını verdi.

Cinsel sağlık ve cinsel eğitim, hayatımız boyunca öğrendiğimiz ve önemsenmesi gereken önemli bir süreç olmasına karşın, üniversitelerimizin Tıp Fakültelerince, Psikolojik Danışma ve Rehberlik vb. cinsel sağlık konusuyla ilgili eğitim veren diğer fakültelerince, Sağlık Bakanlığımızca, ailelerimizce, öğretmenlerimizce ve diğer eğitimcilerimizce üzerinde yeterince durulan bir konu maalesef olamamıştır. Tüm yetkililere bir kez daha sesleniyoruz: Cinsel eğitim şart."

İletişimi Kâbusa Dönenler Dikkat!

“Partnerim beni anlamıyor” mu diyorsunuz? İlişkiniz iletişimsizlik tehdidi altında mı? İşte değişim ve dönüşüm için iletişimsizliğe son verecek 2 mucizevi teknik…

Acımasızca yapılan eleştiriler veya karşılıklı suçlamalar şüphesiz ilişkileri yiyip bitiren olgular. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe’ye göre bu tip iletişimsizlik durumlarını çözmenin aslında basit kuralları var.

“İyi Aşk İçin İyi İletişim Şart”

Dr. Keçe, çiftlerin cinsel problemlerini veya ilişkilerindeki çatışmalarını çözmek için cinsel terapistlere ve evlilik terapistlerine başvurduğunu hatırlatarak, terapistlerin danışanlarında en çok zorlandığı alanı sorunlu ilişkideki iletişimi sağlıklı hale getirmek olarak tanımlıyor. Bozuk iletişimin problemlerin, başlangıcında ve sürdürülmesinde önemli olduğuna dikkat çeken Dr. Keçe, bu durumun terapiyi zorlaştırdığını söylüyor. Dr. Keçe, terapistlerin iletişim sorunlarına odaklanmadığında ve bu sorunların çözümlenmediği durumlarda diğer tekniklerin uygulanmasının sekteye uğradığını belirtiyor. “İletişim, gerek cinsel terapide, gerekse evlilik terapisinde vazgeçilmez bir konudur” diyen Dr. Keçe, iletişimsizliği ortadan kaldırıcı 2 mucizevi teknik öneriyor. Bu tekniklerin uygulanmasıyla çiftlerin iletişim sorunlarının çözümü için uygun bir zemin yarattıklarını belirten Dr. Keçe, bu 2 tekniği, hem kamuoyuna hem de bu alanda çalışan profesyonellere tavsiye ediyor.

“Korku Çemberini Kırın”

Çiftler birbirleri hakkından olumsuz bir değerlendirmede bulunduklarında, birbirlerini suçladıklarında veya eleştirdiklerinde, 2 tane mucizevi teknik öneriliyor. Peki bu 2 mucizevi teknik nedir? Dr. Keçe, ‘Korku çemberini kırmak’ diye tanımladığı bu teknikleri şu şekilde anlatıyor:

Teknik 1: Açıkça Talep Edin

Her suçlamanın, eleştirinin ve olumsuz değerlendirmenin ardında gizli bir temenni yatar. Bu temenniyi kişinin keşfedip partnerinden talep etmesi gerekli. “Sen beni sevmiyorsun, benimle ilgilenmiyorsun” diyen kişinin gizli temennisi aslında “Beni sev, benimle ilgilen” şeklindedir. Ancak bunu söylemek yerine suçlamak belki daha kolay geliyor. Çünkü çoğu çift, daha önce bu temennileri ifade etmiş ve reddedilmiş oluyor ya da reddedilmekten çok korkuyor. Herkesin kendisini sevmesi ve ilgilenmesi gerektiğine inanıyor. Bu yüzden bilinçdışlarında istemden bir korku çemberi oluşturuyorlar. Oysa kişi korku çemberini kırarak karşısındakini suçlamayı bir kenara bırakmalı ve bu temennisini koşulsuzca ve karşılık beklemeden partnerine açık açık ifade etmeli. Bunu istemeli ve net bir dille talep etmeli. Eğer talep karşılık görürse ve partneri ona istediğini verirse, bunu bir armağan gibi kabul etmeli ve teşekkür etmeli. Ama partneri bu talebi yerine getirmiyorsa da kişi bu durumu asla şahsileştirmemeli. Kimliğine, kişiliğine bir hakaret gibi görmemeli ve ne olursa olsun partnerinin bir seçimi olarak buna olgunca saygı göstermeli.

Teknik 2: Önce Kendinizi Düzeltin

Birisinde görülen her olumsuzluk, negatiflik, eleştiri veya suçlama, aslında tüm bunları yapan kişide de vardır. Kişi kendinde olmayanı başkasında görmez. Kendisinin yapmadığını bir başkasına suçlama olarak söylemez. Yani bu tür kavgalarda söylenen suçlamaların hepsi, aslında bizim kendi kusurlarımızı görmemiz için bilinçdışımızın bize sunmuş olduğu bir formüldür. Biz birine “Çok dağınıksın” dediğimizde aslında bu ifade, onu kullanan kişinin de dağınık olduğu bir yer olduğunu gösterir. Kadınlar genelde bu sözü eşlerine çok söylerler. Böyle olunca aslında kadın kendi dağınıklığını görmek yerine kocasında kendi kusurunu görmüştür.

Tıpkı Mevlana’nın sözündeki gibi, "Karşındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü.” Kişi içinde olup da kabul edemediği ya da aşamadığı bazı kusurları başkalarında çok kolay fark eder. Yani Mevlana, "Karşınızdakini suçlamak ve değiştirmektense işe önce kendinizden başlayın ve kendinizi düzeltin" diyor. Böylece kişi kendi kusurunu keşfedip, kendini değiştirdiğinde, ilişkisi ve sonra partneri de bundan olumlu etkilenecek ve her şey değişecektir. Yani kişinin içindeki çözümleme, mutlaka karşı tarafta da aynı etkiyi gösterecektir. Kendi kusurlarını görmek, kendini ayıplamak, o ayıbın merhemi ve ilâcıdır. Değişim herkesi korkutur. Çünkü kimlik ve kişilik değişmesi zor olgulardır. Bizim burada değiştirmeyi önerdiğimiz olgu davranıştır. Davranışlar iradeyle uyumlu bir şekilde değiştirildiğinde, düşünce ve duygular da zamanla buna uyumlu hale gelecektir. Özünde kolay olan bu 2 kuralı kendinde uygulamayı başaran çiftler, olumlu değişimi ve dönüşümü gerçekleştirirler.

Günümüzde kadınları en tatmin eden şey nedir?

Avrupa'da yapılan bir araştırmaya göre 'formda kalmak' ve 'arkadaşları ile keyifli vakit geçirmek' kadınları en fazla mutlu eden sebeplerin başında yer alıyor.

Reebok Memnuniyet Anketi, 10 Avrupalı kadından 7’sinin en çok kendilerini ‘sağlıklı’ hissettiklerinde mutlu olduklarını göstermektedir.
Ankete katılan kadınların %83’ü fit olmanın onları hayatlarından daha fazla memnun kalmalarını sağlayacağına inanıyor.
Hollywood yıldızı Eva Mendes ve süper model Helena Christensen hayattaki kişisel mutluluklarını Reebok Memnuniyet Kampanyası için paylaştılar.

Günümüzün yoğun ve telaşlı yaşam şartlarının aksine, Reebok yaptığı yeni bir anketle, Avrupalı kadınlar arasında memnuniyet düzeyinin şaşırtıcı derecede yüksek olduğunu tespit etti. Hayatta küçük detaylar gibi görünen, arkadaşlarla keyifli vakit geçirmek %74 oranında memnuniyet getirirken temiz çarşaflı bir yatakta uyumak ise %65 oranında tatmin sağlıyor!

Bugün yayınlanan Reebok Memnuniyet Anketi, iyi bir cinsel yaşamın, bireyin kendini sağlıklı hissetmesinin ve fit olmanın kadınların kalbinde yatan ve onları en çok tatmin eden sebepler olduğunu ortaya çıkarttı.

Reebok Memnuniyet kampanyasını destekleyenler arasında, aynı zamanda EasyTone’un yüzleri olan ünlü aktrist Eva Mendes ve dünyaca ünlü süper model Helena Christensen de var. İki ünlü güzel, kampanya kapsamında ünlü fotoğrafçı Rankin’in çektiği resimler ve kısa filmler ile de tüm süreçte yer alıyorlar.

Avrupalı kadınların memnuniyet seviyelerini ve bu seviyeyi etkileyen faktörleri inceleyen Reebok Memnuniyet Anketi’ne iki haftalık bir süre içinde çeşitli Avrupa ülkelerinden 3,000’i aşkın kadın katıldı.

Anket sonuçlarına göre, kadınların pahalı mücevherler almak ve bir dizi ünlü partiye gitmekten çok; müzik dinlemek, temiz bir eve sahip olmak, çiçek almak, düşünmeden para harcamak gibi basit zevklerden daha fazla tatmin sağladıklarını gösterdi.

Dış görünüş ile ilgili sorularda ise, kadınların %66’sının fit bir vücudun önemli olduğu düşüncesinde birleştiklerini ortaya koyuyor. Araştırmaya katılan kadınların çoğu, büyük kalçalar yerine küçük kalçayı tercih ettiklerini, hatta büyük göğüslere sahip olmaktansa düz bir karın istediklerini söylüyor. Bu ankete göre yürüyüş yapmak; yüzme, koşma hatta dans sınıflarında fit olmaya çalışmaktan daha çok ilgi görüyor.

Eva Mendes için antrenman yapmak ve iyi görünmek memnuniyet kavramları listesinde en üst sırada yerini alıyor.  Egzersiz yaparak vücut şeklini korumuş olmanın verdiği tatmini bize anlatan Eva Mendes, vücudunu ve zihnini sağlıklı tutmanın ve fit olduğunu bilmenin harika bir duygu olduğunu da sözlerine ekliyor. Lanse edildiği ilk günden beri severek giydiği Reebok EasyTone’larının da bu memnuniyete katkı sağladığını paylaşıyor.

Helena Christensen ise kişisel tatminini hayattaki küçük zevklerde arayanlardan… Oğluyla vakit geçirmek, ona matematik ödevlerinde yardım etmek, kitap okumak, seyahat etmek, fotoğraf çekmek, antika biriktirmek, okyanus üzerinde gün doğumunu izlemek ve tabi ki yemek yemek onu memnun eden şeylerden bazıları. Helena, sevdiği yemeklerle, kıskanılacak bir vücuda sahip olmak için yaptığı antrenmanlar arasında denge sağlayarak bu tatmini yarattığını sözlerine ekliyor.

İşi gereği çok seyahat eden Helena, ailesi ve arkadaşlarıyla vakit geçirmenin onun için çok önemli olduğunu söylüyor. Reebok Memnuniyet Anketine katılan kadınların %64’ü de Helena Christensen ile aynı fikirde birleşiyor ve aileleri ile vakit geçirdikleri zamanlar kendilerini daha mutlu hissettiklerini söylüyorlar.

EasyTone kullanan kadınlardan, ayakkabılarını ne kadar sevdikleri ile ilgili çoğunlukla olumlu geri dönüşler aldıklarını söyleyen Reebok Women Fitness Manager Martina Jahrbacher, düzenli bir fitness programı ile birlikte kullanıldığı zaman EasyTone ürünlerinin kadınlara her anlamda ekstra fayda sağladığını belirtiyor. Günlük yürüyüş aktivitelerinde bile şık ve kadınsı görünmelerini sağlayan moda renkler ile tasarlanmış ürünler kadınlara kendilerini güzel hissetmelerini sağlamanın yanında fit bir görünüm kazandırarak ekstra güven veriyor.

İyi bir seks için bilmeniz gereken 10 adım!

İlk zamanlar aranızdaki çekim gücü, merak ve heyecan harikaydı sonraları bir şeyler oldu ve eskisi kadar iştahlı sevişmiyorsunuz. İlk günlerinize dönebilmeniz için bunları okuyun.

Dokunun!
Birbirinize dokunmanın çok doğru yolları vardır. Öpüşme sırasında genellikle saçlarını okşamayı, boynunu ve omuzlarını okşayın. Yüzüne dokunun. Birbirinize dokunmak için yeni yollar deneyin.

Reiki noktası!
Omurganın dibinde, küçük bir oyuk bir kemik plakası vardır. Bu oyuğa masaj yaparak eşinizin cinsel enerjisini açabilirsiniz.

Eğlenin
Öpüşürken ya da birbirinize kur yaparken gülün. Seks ciddi bir mesele değildir ve kahkaha büyük bir afrodizyaktır.

Kamasutra kitabı alın
Bu sadece yeni pozisyonlar denemek anlamına gelmez. Kamasutra'nın amaçları arasında kadın, erkek, çiftler arası denge, yaşamı sevdirmeyi amaçlayan düşünceler olmaktadır.

Sıcak olsun
Ortamı çok sıcak yapın. Klimaları açın... Uzmanlara göre sıcak ortamlarda aşk daha fazla nüksediyor. Bu yüzden insanlar yazın daha çok aşık oluyorlar. Buharlı bir duş veya jakuzide ön sevişmenin tadını çıkarın.

Konuşun
Seks sırasında aklınıza ne geliyorsa hepsini söyleyin. İster çirkinleşin ister duygusal olun. Uzun ilişkilerde görsellikten daha çok romantik iletişim çiftlere yardımcı oluyor.

Vücudunuza aşık olsun
egzersiz bir seçenek değil zorunluluktur. Size lastik bebek gibi olun demiyoruz. Ancak egzersiz fazla ağırlığınızı azaltmak için iyidir. Ayrıca egzersiz yapmak vücudunuzun testosteron düzeyini arttırır.

Kendinizi şımartın
Bir günü kendi güzelliğiniz için ayırın. Manşkür ve pedikür yaptırın. Bir saatlik vücut, yüz ve baş masajına girin. Kendinize mumlar alın ve küvetinizi doldurun.

Fantezi yapın.
Seks hakkında düşünün. Erotik düşünceler libido artırmak için birebirdir.

13 Kasım 2013 Çarşamba

ANKARA TIP ÇOCUK ACİL YENİ BİNAYA TAŞINACAK

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Yerleşkesinde Çocuk Hastanesi olarak yapılan yeni binaya çocuk acil servisin taşınacağını belirten Üniversite Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, erişkin acil servisinin de iç mekanlarının yenilendiğini yaptıklarını söyledi.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Yerleşkesindeki Çocuk Hastanesi bölümünde yapılan inşaat çalışmaları tamamlandı. Cihaz ihalelerinin bir kısmı  yapılan hastanenin, önümüzdeki aylarda ameliyathane malzemeleri ve radyoloji aletleri alındıktan sonra yıl sonuna varmadan hastanenin hizmete açılacağını belirten Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş,  “Eski bina ile yeni bina birbirine entegre şekilde hizmet verecek. Çocuk acil servisi yeni binaya taşınacak. Acil serviste şu anda günlük 400-500 hastaya bakılıyor” dedi.

Erişkin Acil Yenilendi
İbn-i Sina Hastanesi acil servisinin de tadilat işlemlerinin tamamlandığını kaydeden Erkan İbiş, “Göreve başladığımızda ilk koyduğumuz hedef gerek alt yapısı gerekse hizmet kalitesi ile Ankara Tıbba yakışır bir acil servis olsun istedik. Bu konu üzerinde hassasiyetle duruyoruz. Gerekli yatırımları yapıyoruz. Eleman desteği ve yoğun bakım desteği sağlıyoruz. Daha da iyi hizmet vermek için imkanlar ölçüsünde maksimum kaynağı ayırmaya kararlıyız" diye konuştu. 

“Acil Yoğun Bakımı Açtık”         
Triaj sisteminde zorluklar olduğunu dile getiren İbiş, yatan hastanın taburcu edilmesinde, malzemelerin alımının gecikmesi veya diğer işlemlerin uzamasının etkisi olduğunu kaydetti.  Göreve başladıklarında acil servisin hizmet anlamında tıkanmış olduğunu gözlemlediğini söyleyen İbiş, şunları ilave etti: “Bu sorunun çözümü için acil servis sorumlusundan ve akademisyenlerinden brifingler aldık toplantılar yaptık. Hep birlikte sorunlar çözümü, memnuniyetin yükselmesi,kapasitenin ve hizmet kalitesinin artırılması için yoğun şekilde çalıştık. Tüm bu çaba ve çalışmalar sonuç vermeye başladı. Burayı destekleyecek yoğun bakımı da açtık. 6 yataklı dahili yoğun bakım olmasına rağmen, acil hastalara ağırlıklı olarak hizmet veriyor.  Hemşire ihtiyacını karşılayabilirsek 30 yatak kapasiteye çıkartmayı planlıyoruz. Bizim yatak sayımız 2 bin, mevcut hemşire sayımız 950.  Diğer üniversitelerle yatak kapasitesi ile karşılaştırdığınızda olması gerekenin çok altında olduğu ve bu konuda büyük sıkıntı yaşadığımız görülüyor.”

Göz çevrenize iyi bakın

Cildimizin en hassas bölgesi olan göz çevresi, yaşlılık belirtilerinin de kendini ilk gösterdiği bölge. Göz çevreniz için kullanacağınız doğru ürünlerle yaşlılık belirtilerini en aza indirebilirsiniz!

Göz çevresi önemlidir! Çünkü yaşlılık belirtisi önce göz çevresinde kendini hissettirmeye başlar. Mimiklerle birlikte daha da belirginleşen ince çizgiler, yaş ilerledikçe ortaya çıkan kaz ayakları, torbalanmalar, yorgunluk izleri vs...

Bütün bunların üzerine bir de hassasiyeti eklenirse, göz çevresi bakımı daha da önem kazanıyor. Clinique Ürün Geliştirme Bölüm Başkan Yardımcısı Debbie D’Aquino, göz çevresi hakkında sorularımızı yanıtladı. D’Aquino, öncelikle göz çevresinin neden hassas olduğunu anlattı: “Cildin diğer bölgelerinden çok daha incedir. Ayrıca bu bölgede daha az yağ bezi olduğundan kuruluk ve nemsizliğe daha yatkındır, diğer bölgelerde görülen doğal esneklik burada daha az görülür. Göz çevresi sürekli hareket halinde olduğundan sorunların ilk ve en sık görüldüğü bölgedir.”

Doğru ürün kullanın 
D’Aquino, “Herkes göz çevresinde ilk kuruluk-nemsizlik belirtilerini görmeye başladığı andan itibaren uygun bir göz kremi kullanmalı” diyor. Doğru antioksidanlarla zenginleştirilmiş bir göz kreminin yaşlanma belirtilerini önlemeye yardımcı olduğunu belirten D’Aquino, antioksidanların yanında kolajen dokusunu ve nem bariyerini destekleyici içeriklerin çizgilerin önlenmesinde anahtar bir rol oynadığının altını çiziyor.

Kaşımayın, kısmayın!
Göz çevresinde sorunlara neden olabilecek bir diğer faktör de cilt temizleyicileridir. Bu temizleyiciler, göz çevresiyle temas ettiğinde genelde hassasiyete neden olabilirler. Bu nedenle cildiniz için hassas temizleyicileri tercih edin ve göz çevrenize getirmemeye özen gösterin. Ayrıca yüzünüzü yıkarken cildinize çok fazla baskı uygulamayın. Fazla baskı ciltte ince çizgi ve kırışık oluşumunu destekler. Ayrıca gözünüzü kaşımaktan ve kısmaktan kaçının, çünkü bunlar çizgi ve kırışık oluşumuna neden olur.

Cilt Lekeleriyle Savaşmak Mümkün

Kimi zaman güneş, kimi zaman hormonlar nedeniyle birçok etken cildimizi tehdit ediyor ve leke oluşumuna sebep oluyor. Hepsinin oluşum nedenleri birbirinden farklı ancak, bilinçli koruma ve doğru tedavi yöntemiyle bütün bunlarla savaşmak mümkün.

Çiller, güneş lekeleri (lentigo), hamilelik lekeleri (melasma), bazı iyi huylu cilt benleri, melanom... Bu lekeler, hem görüntü açısından sorunlara neden oluyor hem de sağlık açısından risk oluşturabiliyor.

Neolife Tıp Merkezi Dermatoloji Uzmanı Hasibe Müzeyyen Özkılıç, lekelerden korunmak için ilk şartın kesinlikle güneşten korunmanın olduğunu önemle hatırlatıyor. Özkılıç, uygun bir güneş koruma ürünü kullanılmadığı takdirde lekeleri gidermek amacıyla yapılacak diğer tüm çabaların iyi sonuç veremeyeceğini ve ciltteki lekelerin tümünün tamamen tedavi edilemeyeceğini belirtiyor.

Cilt renginden daha koyu lekelerin soldurma veya soyma şeklinde tedavi olabileceğini aktaran Hasibe Müzeyyen Özkılıç, deriden açık renkli bir lekede ise yeniden renklendirme için lokal veya sistemik tedavinin düzenlendiğini ifade ediyor. Aktinik keratoz olarak adlandırılan kronik güneş hasarında ilaç ya da elektrokoterizasyon tedavisi tercih ediliyor.

Genetik ya da güneşle birlikte artan çillenmede ise güneşten korunma ve kötü huylu olabilme olasılığına karşı lekenin takibi öneriliyor.

Tedaviye karşı oldukça dirençli olan pigment birikimlerinde tedavi süresinin uzun sürdüğüne dikkat çeken Özkılıç, son yıllarda tedavide lazerin kullanıldığını ancak sonuçların her zaman istenilen ve hayal edilen ölçüde yüz güldürücü olmadığını söylüyor. Örneğin, halk arasında şarap lekesi olarak bilinen ve yüzün büyük bölümünü kaplayan oluşumlarda lazer tedavisinin umut vaad etmekle birlikte yine de lekelerin tamamen iyileşmesinin söz konusu olmadığını belirtiyor.

Tedavi planlamasında lekenin türü kadar, mevsim de önemli. Leke soldurmada kullanılan ilaçlar güneş ışığına karşı duyarlı olduğundan tedavi, lokal alerjiler nedeniyle güneşin en az olduğu mevsimde planlanıyor. Beyaz lekelerin renklendirmesinde ise aksine, güneş ışığına ihtiyaç duyuluyor. Açık renk lekelerde tedavinin en uygun olduğu mevsim, ışının çok kuvvetli olmadığı ama yeterince dik geldiği bahar ayları. Tedavinin etkinliği açısından koyu lekelerin tedavisi kış aylarında, açık renkli olanların ise ilkbahar ve sonbaharda yapılıyor.

Şişmanlık Beyinde Başlar!

Çağımızın en büyük problemlerinden biri olan obezite çeşitli diyetler, egzersiz programları, ilaçlar ve doğal yöntemlerle engellenmeye çalışılsa da bu sorunla mücadele edenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Peki, neden kilomuzu kontrol etmemiz bu kadar zor? 

Suçlu, tüketicileri yeni ürünlerle kışkırtan firmalar mı, bitmek bilmeyen iştahımız mı, yoksa beynimiz mi? Reem Nöropsikiyatri Merkezi’nden Uzman Nörolog Dr. Mehmet Yavuz obezitenin nedenlerini ve kontrol yöntemlerini anlatıyor…

Yeterli gıda alındığında doygunluk hissiyle beynin yemek konusunda ‘dur’ demesi gerekirken obezlerde beyin-mide dengesi kontrolden çıkar ve beyin açlık hissini durdurmaz. Özellikle öğün aralarının uzun tutulması halinde aç kalma refleksiyle daha çok yemek yendiğini belirten Dr. Mehmet Yavuz, bu durumda kişinin doyduğunu fark edemeyerek obeziteye davetiye çıkardığını vurguladı.

Yeme Kontrolü Bu İki Hormona Bağlı…

Beynin, hipotalamus ile sindirim sistemi arasında acıkmayı ve doymayı belirleyen hormonsal mekanizmalardan en önemlileri leptin ve grelin hormonlarıdır. Leptin hormonu, organizma günlük aktivitelerini yerine getirecek kadar gıda aldığında devreye girerek doygunluk hissi uyandırır. Böylece dışarıdan gıda alımı durur. Grelin hormonu ise leptinin aksine açlık hissi uyandırır. Dolayısıyla bu iki hormon birbirlerine karşı zıt etkiler gösterir. Obezlerde leptin aktivasyonu azalmış, grelin salınımı artmış ya da her ikisi de değişmiş olabilir.

İlaç Kullanımı Obeziteyi Tetikliyor

Hipotalamustan yeterli leptin salgılanmadığı ya da aşırı grelin salgılandığında obezitenin kaçınılmaz olduğunu vurgulayan Dr. Yavuz, bazı ilaçların ve özellikle de antidepresanların leptin-grelin dengesini bozarak kilo alımına neden olduğunu hatırlattı. Son yıllarda bilim adamları leptin aktivasyonunu artırarak tokluk hissi uyandıracak ve böylelikle şişmanlığı tedavi edecek ilaçlar üzerinde çalışıyor ancak bu konuda etkin bir ilaç henüz geliştirilemedi.

Bir diğer görüşe göre de leptin aynı zamanda yağ dokusundan da salgılanmakta ve hipotalamusu etkilemektedir. Kanda düzensiz beslenme nedeniyle yağ oranı arttığında tokluk hissi uyandıran bu hormon beyne ulaşamaz, hipotalamustan salgılanan miktar yetersiz kalır ve şişmanlık kaçınılmaz hale gelir. 

Hafif Yiyecekler Atıştırın ve 15 Dakika Ara Verin

Leptin hormonunun yemeye başladıktan yaklaşık 20 dakika sonra harekete geçtiğini belirten Dr. Yavuz, leptin salgılanıp beyinde tokluk hissi uyandırıncaya kadar kilo yapacak derecede yemek yenmiş olabileceğini, hızlı yemenin bu açıdan sakıncalı olduğunu vurguladı. Kilo problemi olanlara atıştırdıktan sonra en az 15–20 dakika beklemelerini tavsiye eden Yavuz, bu yöntemle az yiyerek daha çabuk tokluk hissedileceğini hatırlattı.

Tiroit ve İnsülin Direnci de Önemli Faktörlerden…

Tiroit hormonları, metabolizma aktivitesini düzenleyen hormonlardır ve az salgılandığında metabolizma yavaşlar. Bu durumda kalori harcanma düzeyi düşeceği için alınan gıdalar yakılamayıp depolanmaya başlar. Ve sonuç yine aşırı kilo alımıdır.
İnsülin direncinin de kilo alınımını etkileyen önemli bir faktör olduğunu hatırlatan Dr. Yavuz, insülinin kan şekerini parçalayan ve enerjiye dönüştüren bir hormon olduğunu belirtiyor. Ancak bazı durumlarda kas, karaciğer ve yağ dokusu insüline karşı direnç geliştirir. Bu nedenle insülin kan şekerini parçalayamaz, kanda şeker oranı yükselmeye ve vücut gereğinden fazla kalori maddesi üretmeye başlar. Bu yükselme dışarıdan vücuda giren kalorilerle birleşince ihtiyaç fazlası kan şekeri yağa dönüştürülerek depolanır. Sonuç yine obeziteye çıkar ki zaten şeker hastalarının yüzde 80’i obezite problemiyle mücadele etmektedir.

Yaşlandıkça Kilo Alma Riski Artar

Yaş ilerledikçe metabolizma yavaşlar. Metabolizma yavaşladığı halde dışarıdan alınan gıda miktarı eskisi gibi olursa bir süre sonra ihtiyaç fazlası kaloriler vücutta depolanmaya başlar. Bu nedenle kişiler yemek disiplinleri değişmediği halde yıllar süresince artan bir grafikle kilo almalarına bir anlam veremezler. Dr. Yavuz, yaş ilerledikçe kontrolsüz kilo alımını engellemek için yemek alışkanlığını disiplinize etmeyi ve düzenli egzersizi öneriyor.

Kadınlar Daha Çabuk Kilo Alıyor

Kadınların daha kolay kilo alıp zor zayıfladığını hatırlatan Dr. Yavuz, erkeklerin bu konuda metabolizmaları daha hızlı çalıştığı için şanslı olduğunu belirtti. Kadınların küçük de olsa aylık kilo alımına dikkat etmesi gerektiğini belirten Yavuz, obezitenin sinsi bir hastalık olduğunu ve vücuda yerleştikten sonra mücadelenin zorlaştığını vurguladı.

Obezite Cinsel Hayatı da Vuruyor!

Obezite, birçok hastalığa davetiye çıkardığı gibi, erkeklik hormonunun azalmasına da neden olur. Şişmanlık nedeniyle yağlar arttıkça testosteron miktarı azalır, cinsel istek ve performans düşer. Kadınlarda ise karın içi yağlar androjen algısını artırdığı için menopoz öncesinde kıllanma gibi sorunlar baş gösterir.

Yağlanma Erkeklerde Göbekte, Kadınlarda Kalçada Görülüyor

Yağlanma en çok erkeklerde göbek ve karın bölgesinde, bayanlarda ise kalça ve basen bölgesinde görülür. Bu yüzden bayanlar kilo verdiklerinde eski hallerine dönebilirken erkekler kilo verseler bile karın bölgesinde sarkmalar oluşur.

Polikistik Over Sendromu ve Obezite Bağlantılı mı?

Polikistik over sendromu, nedeni tam olarak bilinemeyen bir yumurtlama bozukluğudur. Obezite mi polikistik over nedeni yoksa bu sendrom mu obezite yapıyor, bu konu henüz netlik kazanmadı ama kesin olan bir şey var ki, bunlar birbirini tetikleyen durumlardır. Ancak obez olup zayıflayan kadınlarda polikistik over tablosunun düzelmesi, obezitenin bu hastalığa neden olduğu görüşünü destekliyor.

Obezite Kanseri de Tetikliyor…

Erkeklerde kanser nedeniyle ölümlerin yüzde 14'ünden, kadınlarda ise yüzde 20'sinden obezitenin sorumlu olduğunu hatırlatan Dr. Yavuz, obezitenin savunma sistemini çökerterek kanser oluşumunu hızlandırdığının altını çizdi. 
ABD’de her yıl 300 bin kişi obezite nedeniyle hayatını kaybediyor. Bu oran, sigaranın oluşturduğu hastalıklar ve kanserden kaynaklanan ölümlerden bile daha yüksek bir rakam. Bu durumun en kötü yanıysa her geçen yıl obez sayısının artması. Eğer tedbir alınmazsa 2050 yılında dünya nüfusunun yarısından fazlasının obez olacağını hatırlatan Dr. Yavuz, bilinçli beslenme ve düzenli egzersizin obeziteyle mücadelede en etkin yöntem olduğunu belirterek sözlerini tamamladı.

Sevgilinizi nasıl elinizde tutarsınız?

Sonunda onu elde ettiniz... Şimdi sıra onu elinizde tutmaya geldi. Bir erkeğin sizinle ilgilenmesi ve onun ilgisini çekmeye çalışmanız farklı iki şeydir. Onu sürekli yaptığınız yeniliklerle şaşırtarak yanınızda olmasını sağlamanız için birkaç stratejiye ihtiyacınız var.

Hobilerine ilgi gösterin! 
Bir erkeğin ilgisini çekebeilmek için yapmaktan hoşlandığı ve sevdiği şeylere karşı ilginiz olmalıdır. Bunun içinde kendinizi onun hoşlandığı bir şeyş yaparken hayal edin, hangisi hoşunuza gidiyor? Golf, surf, aksiyon filmleri izlemek,  yani kısaca sonunda eğleneceğiniz şeyler yapmaya çalışmak.

Yeteneklerinizi öne çıkarın! 
Yaptığınız iyi bir şey varsa, harika fotoğraflar mı çekiyorsunuz? Yemek yapmakta üstüme yok diyenlerden misiniz? Yeteneğiniz her ne olursa olsun ona göstermekten çekinmeyin. Yeteneğinizi farkettikleri anda size olan ilgileri artacaktır. Ayrıca bu davranışınız, kendinize olan güveninizi artırır. Bu durumu abartmanıza gerek yok, ona sadece yetenekli olduğunuz alanları gösterin.

Espiri anlayışınızı geliştirin! 
Bir erkeği güldürmek ve onunla birlikte gülmek ilişkinin en önemli detaylarından biridir. Gülmek, aranızdaki bağları sıkılaştıracak bir deneyimdir. Espirilerinizle onu güldürebiliyorsanız, sizin yanınızdan hiç ayrılmak istemeyecektir. Ona komik yanınızı göstermekten çekinmeyin!

Destekleyici olun! 
Annesi gibi, sadece yemeğini hazırlayıp, alışverişini yapın, arkasını toplayın demiyoruz. İhtiyacı olduğunda yanında olun, bir sorunu olduğunda dinleyin. Buna her zaman açık ve hazır olduğunuzu ona hissettirin. Onunla böyle şeyler hakkında konuşmak aranızdaki bağları kuvvetlendirecektir.

Görünüşünüze önem verin! 
Bir erkekten önce kadınların ilık öğrenmesi gereken şey, kendileri için görünüşlerine önem vermeleridir. Görünüş her şey demek değildir. Ama  erkekler onlar için hazırlık yapmanızdan ve görünüşünüzde küçük değişiklikler yapmanızdan hoşlanırlar. Sürekli kıyafetleriniz ve tarzınızla oynayın. Her seferinde ona farklı bir insanmışsınız gibi gelecektir.

Yapacak başka şeyler bulun! 
Yapışık ikiz gibi gezmenize gerek yok. Kendi hobi ve ilgilendiğiniz şeylere zaman ayırın. Önceki maddelerde paylaşmanın ne kadar önemli olduğunu söyledik ama bunı tadını kaçırmadan yapın. Birbirinizden biraz ayrı kaldığınız zaman konuşacak daha çok şey birikir. Yeni nesil erkekler artık hobisi olmayan, hiçbir şeyle ilgilenmeyen kızlarla birlikte olmak istemiyorlar. Yani tek hobinizin “o”  olmaması gerekiyor. Erkeklere göre bir kızın, kendileri dışında, başka bir şey hakkında tutkulu olmaları onları çok heyecanlandırıyor.

Aşk, Kimyamızı Değiştiriyor!

Kime ve niye aşık oluruz? Aşık olunca niye heyecanlanır, aklımızdan o kişiyi istesek de neden silip atamayız?... Aşkla ilgili yüzlerce soru var ve yüzyıllardır insanoğlu bu soruların yanıtlarını arıyor. Pek çoğu henüz kesin olarak yanıtlanmasa da, aşkın kimyası bilim dünyasının da araştırma konusu. 

Aşkla ilgili ilk çağlardan bu yana uzayıp giden ve yanıtları henüz tam olarak bilinmeyen yüzlerce soru var. Bilim dünyasının da ilgi alanına giren ve üzerine pek çok araştırma yapılan aşk konusunda, bilimsel sonuçlar elde edildi.
Acıbadem Fulya Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Aylin Aksoy Çoban, aşık olduğumuzda beynimizde ve vücudumuzda çok sayıda kimyasal maddenin hareketlendiğini, östrojen ve testosteronun ise seks güdüsünün yaratıcısı olduğunu belirtiyor. Aşkın kimyası hakkında bilgiler veren Dr. Aylin Aksoy Çoban, aşk konusunda yapılan araştırmalardan yola çıkarak şunları söylüyor:

Farklı Hormonlar Aynı Anda Farklı Etkiliyor

Aşık olan kişiler; kalbin daha hızlı çarpması, yüzün kızarması ve ellerin terlemesi gibi tepkiler verir. Bu durumdan, vücutta salgılanan dopamin, noradrenalin ve feniletilamin sorumludur. Yoğun mutluluk, yoksunluk ve bağımlılıkta önemli rol oynayan dopamin aynı zamanda madde ve bazı ilaç bağımlılıklarında da etkili bir hormondur. Noradrenalin adrenaline benzer. Adeta ayakları yerden keser ve kalp çarpıntısına neden olup heyecan yaratır. Aynı zamanda dikkat, kısa süreli hafıza, hiperaktivite, uykusuzluk ve hedefe yönelik davranıştan sorumludur. Yüksek dopamin seviyeleri noradrenalin ile ilişkilidir.

Dopamin ve Noradrenalin Karışımından Aşk İksiri

Aşk üzerine araştırmalar yapan Rutgers Üniversitesi Antropoloji Uzmanı Helen Fisher, bu iki hormonun birlikte salgılanmasının sevinç, yoğun enerji, uykusuzluk, yoksunluk, iştah azalması ve artmış dikkate neden olduğunu belirtiyor. Aşık olunduğunda vücut bu hormonlardan oluşan “aşk iksirini” salgılamaya başlıyor. Helen Fisher ve ekibinin gerçekleştirdiği fonksiyonel beyin görüntüleme çalışmalarında, aşık olunan kişinin fotoğrafına bakıldığı anda yapılan çekimlerde, dopamin reseptöründen zengin beyin bölgelerinde kanlanma artışının olduğu saptanmıştır.

Aşıkların Beyni Obsesif Kompulsifler Gibi

University College London araştırmacıları tarafından yapılan bir çalışmada, aşık olan insanların beyninde mutluluk hormonu olarak bilinen serotoninin azaldığı ortaya çıkmış. Bulunan düşük serotonin hormonu seviyeleri, obsesif kompulsif (tekrar eden takıntılı davranış) bozukluk sergileyen hastalarda ortaya konan serotonin eksikliği ile benzerlik gösterdiğinden kişi, aşık olduğu insanı aklından çıkaramıyor.

Bağlanmadan Sorumlu Hormonlar Bile Var

Oksitosin ve vazopressin hormonları özellikle bağlanma ile ilişkili hormonlardır ve aşktaki bağlanmadan sorumludurlar. University of California, San Francisco´da yapılmış bir araştırmaya göre oksitosin hormonu, diğer insanlarla sağlıklı ilişki kurmak ve sürdürebilmek için gerekir. Orgazm sırasında salgılanır ve duygusal bir bağın kurulmasını sağlar. Aynı zamanda doğum sırasında ve emzirme döneminde de salgılanır. Doğum eylemindeki kasılmalar oksitosin hormonu olmazsa başlamaz. Diğer bir deyişle bu hormon doğumda bebeği önce anneden ayıran ancak doğum sonrası tekrar anneye bağlayan hormondur. Doğumlardan sonra rastlanan olası bebek reddini ortadan kaldırır. Emzirme sırasında da süt kanallarının daha iyi kasılmasını ve bebeğin daha kolay emmesini sağlar.

Vazopressin hormonu erkeklerde sosyal davranıştan özellikle de başka erkeklere gösterilen saldırganlıktan sorumludur ayrıca, uzun süreli ve tek eşli ilişki ile ilişkilidir. Bu iki hormon konsantrasyonu yoğun romantik bağlanmada, eşleşme sırasında ve seks yapıldığında yükselir.

Aşkın Ömrü Üç Yıl

Aşkın ömrü üzerine tartışmalar uzun süredir devam ediyor. Ancak bilinen gerçek şu ki, tutkulu aşk zaman içinde azalıyor. Yapılan bilimsel araştırmalarda aşkın ömrünün 2-3 yıl olduğu saptanmış. İlişki süresince aşk için gerekli olan dopamin, noradrenalin ve feniletamin gittikçe azalıyor. Aşık olunan kişinin hataları birdenbire görülmeye başlıyor. Aslında aşık olunan insan değişmiyor ancak aşık olan kişi mantık çerçevesinde değerlendirmeye başlıyor. Bu durumda iki seçenek çıkıyor kişinin karşısına; aşkınız bitiyor ya da sağlam bir ilişki haline dönüşüyor. Eğer ilişki devam ederse endorfinler devreye giriyor ve huzur, güven gibi duygular ilişkiye ekleniyor. Seksle beraber oksitosinin salınması ile doyum ve bağlanma gerçekleşiyor.

Kendimize Benzeyeni Seçiyoruz

Yapılan bilimsel araştırmalara göre aslında kişiler eşlerini de kendisine benzeyen kişilerden seçiyor. İskoçya’da University of St. Andrews’da yapılan bir çalışmanın sonucuna göre, eş seçimi ile ilgili yapılan testlerde kişilerin, kendilerine gösterilen portre fotoğraflarından, genellikle kendilerine benzeyenleri seçme eğiliminde olduğu saptanmış. Görünüşte olduğu gibi kişilik seçiminde de birey, kendine geçmişi hatırlatan kişileri tercih ediliyor.

Aşk Niye Acı Veriyor?

İlişki istendiği gibi gitmediğinde hayat kabusa dönebiliyor. Pek çok kişi hayatının bir döneminde sevdiği kişi tarafından reddedilme durumuyla karşılaşabiliyor. Özellikle geçmişinde büyük kayıplar yaşamış kişiler ayrılığa karşı daha duyarlı ve savunmasız olabiliyor. Bu gibi durumlarda genel olarak kişide; umutsuzluk, öfke gibi duygular oluşuyor. Yalnızlık korkusu, karamsarlık, hayatı yaşamaya değer bulmama, hayatın anlamsızlığı düşünülüyor. Evden dışarı çıkmama, günlük hayatın aksaması gibi durumlarla karşılaşılabiliyor. Derin bir acı yaşanıyor. Ölüm düşünceleri, intihara eğilime kadar giden depresyon görülebiliyor.

Aşk Sadece Duygu mu?

Erken dönemde aşkın dopaminle ilişkili olduğu düşünüldüğünde, aşkın yalın bir duygudan öte bir şey olduğuanlaşılıyor. Aşk, aşık olunan kişinin peşinden sürüklenmeye, sadece onu düşünmeye ve ona odaklanmaya iten güçlü bir “dürtü”. Bugüne kadar aşk adına yapılmış resim, tiyatro oyunu, edebi eserlere bakıldığında aşkın basit bir duygudan öte tüm yaşamı peşinden sürükleyen güçlü bir arzu olduğu görülüyor. Evrimsel yönden düşünüldüğünde ise soy ve yaşam devamlılığını sağlayan itici bir kuvvet olduğu düşünülüyor. Tabii bu kadar güçlü bir itici kuvvetin karşısında durmak akıntıya tek dalla karşı gelmeye benziyor.